Onlar çocuktular. En mükemmel elmasların saflığındaydılar. En ufak bir lekeleri, en ufak bir kusurları yoktu. En ufak bir günahları da. Ama onların saflığı kötülüğün saflığıydı.” (s.407)

***

Polisiye deyince aksiyon, macera, “dan dan” silah sesleri, “çat çut” kırılan kol ve bacak sesleri geliyor insanın aklına. Aslında suç ve suçlularla ilgili edebiyatın genel adı. Yani konusu polisin görev alanına giren olayları anlatan kitaplardır.

Her ne kadar bu türe mal edilen Gülün Adı ile Benim Adım Kırmızı’yı severek okusam da, Ahmet Ümit ve Dan Brown düşkünlüğümden ileri gitmeyen polisiye ilgime, an itibarıyla “Jean Christopher Grangé”yi de eklemiş bulunmaktayım.

“Koloni” adlı eseriyle…

Grangé, gazetecilik, kısa öykü yazarlığı derken, basılan ve satılan çok sayıdaki eseriyle polisiye romanın da dünya çapında hakkını vermiş yazarlardan. Birçok eseri de senaryolaşarak sinemaya kazandırılmış zaten.

***

Kitaptaki olaylar Paris’te bir Ermeni kilisesinde işlenen cinayetle başlıyor. Ortalıkta kan, suç aleti, yara, bere olmayan bir cinayetle. İki alakasız kahraman düşüyor olayların peşine. Biri görevinden uzaklaştırılmış uyuşturucu müptelası, diğeri huysuz ve yaşlı iki polis, üstlerine vazife ediniyor; arkası kesilmeyen cinayetlerin, canilerin peşinden koşturuyor.

Çocuk sesi, çığlığı ve müzik önemli bir yer tutuyor olaylarda.

Üç bölümden oluşan kitap okuyucuyu, “katil” adlı ilk bölümdeki olaylar pedofili/oğlancılık çizgisinde ilerlerken, “işkenceciler” adlı ikinci bölümde sürpriz bir şekilde, insanları zalimce organizasyonlara zorlayan, dünya üzerine yayılmış Nazi eskilerinin oluşturduğu bir iklime taşıyıveriyor.

Kitaba adını veren “koloni” adlı son bölümde ise, dini kullanarak devletlerden ayrıcalıklar koparan kolonilerin, tarikatların, örgütlerin elde ettikleri güç ve olanaklarla insanlık için nasıl bir tehlike haline geldiklerine tanık oluyoruz.

Ülkenin göbeğinde bilinmeyen, birilerinin göz yumduğu her türlü kanunsuzluğa açık başka bir ülke olabilir mi?

Oluyor işte!

Buralarda nelerin yapıldığı da, kaçırılan çocuklarla olan bağı da kitabın sonlarına kadar meçhul.

Sanırım bu yönüyle, çağımız insanları için ders alınması gereken öğütler de barındırıyor.

***

Nazizm insanlığın ne kadar acımasız olabileceğinin sembolüdür ama dünyadaki tek zalim oluşum değildir. Bu kitapta da ağırlık Nazi Almanyası olması yanı sıra, Şili’deki Pinochet darbesine, Fransa’nın Ruanda zulmüne epeyi gönderme var.  Az da olsa Ermeni soykırımına, İsrail’in Filistin katliamlarına, Fransa’nın Cezayir’deki kötülüklerine de değinilmiş.

Bu özelliğinden ötürü kitaba, içine siyaset tarihinden çeşitli soslar katılmış bir polisiye roman demek mümkün.

Dünya tarihindeki siyasi olaylara dayanmasına karşın, kitabın son bölümlerinde bu konunun adeta silinmiş olması, hiç ele alınmamasını biraz garipsedim doğrusu.

Her milletten karakter var kitapta, sanki “birleşmiş milletler” mübarek! İlerledikçe de siyasi sırlarının altında ezilen politik karakterlerle tanışıyoruz.

Tarihten bu yana süren işkence korkunçluğuna, çocuk saflığının özellikle de çocuk sesinin ve çığlığının katılmış olması da konu zenginliği açısından bir hoşluk yaratıyor.

Olayların her safhası geçildiğinde yeni sürprizlerle karşılaşıyor; kahramanlarımızın başarısız oluşlarının, elleri boş dönüşlerinin de yeni sürprizlerin tohumunu taşıyan zeminler oluşturduğunu anlıyoruz.

“Hiçbir şey görüldüğü gibi değildir” duygusuyla sayfalar arasında ilerliyoruz.

***

Kitabın oldukça etkileyici, özgün bir konuya sahip olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Korku ve gerilimden çok kurgunun öne çıktığı, soluk kesen bir tempoya, hiç bitmeyen heyecana sahip bir roman var karşımızda.

Okurken ister istemez satırların ritmine kapılıyor insan.

Bazen meraktan çatlatıyor, bazen yorgunluktan bitap düşürüyor. Bazen de mide bulandırıcı bir ortama sokuyor insanı.

Baskısı ve puntosu nedeniyle okuma zorluğu yarattığı gerçek. En azından benim gibi kataraktlı gözüne mercek taktırmış, şişe dibi gibi gözlük kullanan belli yaş sınırını aşmışlar için. Ancak, bu baskıdaki haliyle 422 sayfa olan kitap, bildik baskı düzeninde 700-800 sayfayı bulurdu herhalde.

Kitabın sonuna biraz kafayı taktım. Polisiyelerin, suçluyu ya da suç denilen olayı genellikle son birkaç sayfada açıkladığı gerçektir. Yine de bu kadar hareketli süren kitabın sonu, okuyana biraz aceleye getirilmiş hissi veriyor. Sanki kitabın devamı gelecekmiş gibi kesilmesi ilginç geldi bana.

Okurken birinci ve ikinci bölümlerde zorlansam da, son yüz sayfaya gelince elimden bırakmadan soluk soluğa okudum dersem yanlış olmaz.

Polisiye okumayı seviyorsanız, kesinlikle es geçilmemesi gereken bir eserdir “Koloni”.

***

“Beni şaşırtan, yaşamın içindeki ölümün korkunç haksızlığı değildi. Tam tersine. Ne dereceye kadar yaşamın ölümün bir parçası olduğunu, ne dereceye kadar yaşamın küçük bir parantezden ibaret olduğunu anladım. Hiçlik okyanusunda küçük bir erteleme.” (s.304)