Merhaba sevgili dostlar. Toplumuzda son yıllarda insanların gelişigüzel ve amaçsız yaşadığını gözlemliyorum. Bir bıkkınlık, bir vazgeçiş, bir “ne olacaksa olsun” hâli sarmış çoğumuzu. Sanki yaşam, herkesin elinden düşen bir şey olmuşta kimse tutmak, kimse taşımak istemiyor gibi.

Ve tam da bu yüzden hayat gelişigüzel yaşanıyor ama ironik biçimde hiçbir şeyin gelişi güzel olduğu da yok.
Gelişigüzel bırakılan her şey, gelişigüzel sonuç vermek bir yana, çoğu zaman daha da karışık, daha da dağınık bir hâle geliyor.
Rastlantıya bıraktıkça rastlantı bizi daha da yoruyor.

İşte tam burada söylemek istediğim şu:
“Gelişigüzel yaşama ki; yaşamın da sana gelişigüzel gelmesin.”

Çünkü yaşam, gelişigüzel yaşandığında güzelleşmiyor; bilinçle yaşandığında güzelleşiyor.
Özensiz bırakılan kişi de toplum da zamanla özensizleşiyor.
Bireyin gelişigüzelliği, toplumun genel hâline dönüşüyor. Öyle değil mi?

O yüzden belki de yeniden hatırlama zamanı:
Hayatı gelişi güzel yaşarsan, hayat da sana gelişi güzel davranmaz.
Çünkü gelişigüzel yaşayınca hiçbir şey gelişi güzel olmuyor.

Çünkü bir insanın gelişigüzel yaşaması sadece kendi hayatını etkilemiyor.
Gelişigüzellik bulaşıcıdır.
Bir kişinin vaz geçmişliği, diğerinin umudunu kırıyor.
Birinin amaçsızlığı, diğerinin yönünü şaşırtıyor.
Zamanla bireysel dağınıklık, toplumsal bir düzensizliğe dönüşüyor.

Bugün Türkiye’de hissettiğimiz o genel yorgunluk, o “boş vermişlik” hâli işte bu yüzden büyüyor.
İnsanlar özensiz yaşadıkça, toplum da özensizleşiyor.
İnsanlar umursamadıkça, düzen de umursamaz oluyor.
Herkes “gelişigüzel” bıraktığında, toplumun tüm dokusu “gelişigüzel” sökülüyor.

Ve sonra şaşırıyoruz.
Neden işler yolunda gitmiyor?
Neden huzur gelmiyor?
Neden hayat bize gelişigüzel davranıyor?

Oysa gerçek çok basit.
Toplum, bireylerin toplamıdır.
Birey gelişigüzel yaşarsa, toplum da gelişigüzel olur.
Ve gelişigüzel toplumlarda hiçbir şey gelişi güzel iyileşmez.

Bu yüzden belki de söylemek gerekir:
“Gelişigüzel yaşama ki; yaşadığın toplum da gelişigüzel olmasın.”

Çünkü birey düzeldiğinde toplum düzelir. Toplum düzeldiğinde yaşam da kendi ritmini bulur. Hayat özene karşılık verir. Hele bir toplum özen göstermeye başlasın, kader bile ona başka türlü yaklaşır.

Bugün toplumda gördüğümüz gelişigüzellik, aslında derin bir vazgeçişin kılıfıdır.
İnsanlar hayatı rastgele yaşadıkça, zamanla kendi iradelerinden de vazgeçiyorlar.
“Nasıl olsa değişmez” duygusu, “nasıl olsa fark etmez” hissine dönüşüyor
ve böylece birey, önce seçim hakkını kaybediyor, sonra da farkında olmadan kaderine razı oluyor.

Bu yüzden gelişigüzellik bir yaşam biçimi değil, bir teslimiyet biçimidir.
Ve vazgeçişle aynı frekansta titreşir.
Biri umursamazlığı doğurur, diğeri boyun eğişi.
Birlikte büyüdüklerinde ise toplum kendi iradesini kaybeder.

Çünkü sana sunulanı sorgusuz kabul edersen, artık senin seçtiklerini değil, senin için seçileni yaşarsın.
Bu noktada yaşam senin olmaktan çıkar. Sen hayatın öznesi değil, nesnesi olursun.
Yaşadığını sanırsın, ama aslında gelişigüzel bırakılmış bir düzenin içinde savrulursun.
Kendi seçimlerini yapmayı bıraktığında, toplumun görünmez akışı senin yerine seçmeye başlar.

Ve asıl tehlike de budur.
Gelişigüzellik bireysel bir dağınıklık değil, toplumsal bir yönetilme biçimine dönüşür.
Vazgeçen bir toplum kolay yönlendirilir. Sorgulamayan birey kolay biçimlendirilir.
Hayatına sahip çıkmadığında, başkaları sahip çıkıyormuş gibi görünür ama aslında yalnızca yön verir.

Bugün trafikte kuralsızlığın normalleşmesinden gençlerin geleceğe dair plan yapmamaya başlamasına, seçimlerde sorgulamadan oy vermekten iş yerlerinde “idare et” kültürünün alışkanlık hâline gelmesine kadar her şey aynı gerçeği gösteriyor. Toplum olarak gelişigüzelliği benimsedik ve bunun adı artık sadece umursamazlık değil, derin bir vazgeçiş. Bilgiye bakmadan tartışmak, araştırmadan fikir üretmek, hayatın en kritik kararlarını bile “nasılsa bir şey değişmez” diyerek rastlantıya bırakmak. Bütün bunlar bireyin kendi iradesinden çekilmesi, kendi yaşam hakkını sessizce devretmesidir. Ve işte tam bu yüzden, sorgusuz kabul eden herkes, kendi seçtiklerini değil, başkalarının onlar adına seçtiklerini yaşamaya başlıyor. Gelişigüzellik bir tercih değil, fark edilmeyen bir teslimiyettir; birey vazgeçtikçe toplum da onunla birlikte vazgeçiyor.

Tüm bu tablo bize şunu açıkça gösteriyor;
‘’Gelişigüzellik sadece bir davranış değil, toplumun ruh hâlidir.’’
Ve ruh hâli değişmeden kader değişmez.
Hayatın bizi savurduğunu sandığımız yerde aslında biz hayatı kendi ellerimizle bırakıyoruz. Özensiz yaşadıkça özen bekliyoruz. Çaba göstermedikçe sonuç istiyoruz.
Kendi yolumuzu çizmeden “yolumuzu kaybettik” diye hayıflanıyoruz.

Oysa gerçeğin sesi çok net;
‘’Gelişigüzel yaşarsan, hayatın sana gelişi güzel olmaz daha da dağınık, daha da ağır gelir.’’
Çünkü rastlantıya bırakılan hiçbir şey rastlantıyla düzelmez.
Birey özen gösterdiğinde toplum nefes alır; toplum özen gösterdiğinde hayat kendini toparlar.

Bu yüzden belki de en başa dönüp yeniden söylemek gerekiyor.
“Gelişigüzel yaşama ki; yaşamın da sana gelişigüzel gelmesin.”
Çünkü hayat, gelişigüzellikten değil iradeden, bilinçten, seçimden ve vazgeçmemekten yanadır.

Biz özen gösterdikçe, yaşam da bize özen göstermeye başlar.