“Bu felaket yalnızca Türkleri değil Rumları da vurdu. Bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Yunan askerinin yaptığı nasıl bir öç almaksa?” (s.249)

Söğüt’ün erenleri

Çevirin gidenleri

Ne güzel baş bağlıyor

Söğüt’ün güzelleri

***

Özellikle yöremizdeki herkesin bildiği, insanın içine işleyen, dudaklara hafif bir mutluluk kıvrımının yerleşmesine neden olan bir türküdür.

Elimde yıllarca yöremizde hizmet vermiş değerli bir eğitimcinin, Bilgen Ertekin’in kitabı var. İşte bu mani/türkü ile başlıyor kitabımız.

Ve Söğüt…

Her ne kadar Bilecik iline bağlı olsa da, insanları genelde ilimize yerleştiğinden ya da ilişiklerini ilimizle birlikte inşa ettiğinden olacak Eskişehir’in bir ilçesiymiş gibi algılanan Söğüt.

Değerli öğretmen arkadaşımız uzun bir araştırma sonucu yazdığı belli olan bu değerli eserinde Türklerin, Rumların ve Ermenilerin barış içinde yaşadığı Söğüt’te Kurtuluş Savaşı sırasında yaşananları, tarihin içine bir aşk hikâyesi yerleştirerek, son derece hümanist bir yaklaşımla anlatıyor.

“Biz Düşman Değiliz” diyerek…

***

“Yüzyılların öncesinden gelen kültürlerin yoğunlaşıp oluşturduğu, insanı her şeyiyle insan kabul eden bir hoşgörü ortamı, savaşın eşiğine gelindiği günlerde bile bu kasabada sürmekteydi.” (s.108)

O tarihlerde farklı toplumların bir arada ve mutlulukla, karşılıklı saygıyla yaşadığı bir merkezdi Söğüt.

Söğüt’ten bir dere geçmekteydi. Derenin “öte yaka”sına Rumlar ve kısmen Ermeniler, bu yakasına Türkler konuşlanmış, ırk ve din ayrılığına rağmen birbirlerinin farklılıklarına saygı göstererek barış içerisinde kardeş kardeş yaşamaktaydılar. Söğüt’ün çarşısında birlikte ve insanca geçimlerini sağlamaktaydılar. Dargınlık, kırgınlık, geçimsizlik yoktu.

Ta ki, işgalci Yunan ordusu Söğüt’e ulaşıncaya kadar…

Kitapta, cephenin hemen gerisinde kalan bu kasabada yaşananların yanında yöre halkının Kurtuluş Savaşı’na bakışı, düşmana karşı oluşan Kuvayı Milliye ruhu, çocuklarını askere göndererek ve cepheye levazım desteği sağlayarak yaptıkları katkı, yıllardır bir arada yaşamış insanların arasında oluşan ayrımcılık detaylıca anlatılmış.

Savaş, sırasıyla her iki yakadaki Söğütlülerin doğup büyüdükleri, uzun yıllar yaşadıkları kasabayı terk etmelerine neden oldu. Sadece Türklerin değil, Ermeni ve Rumların da göç etmesiyle Söğüt bomboş kaldı. Savaşı kaybettiğini anlayınca geri çekilen Yunan kuvvetleri, Söğüt’ü yağmaladı ve yaktı. Barış ve beraberlik diyarı Söğüt, insanları tarafından terk edilmiş viraneye dönüştü.

“Bu felaket yalnızca Türkleri değil Rumları da vurdu. Bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Yunan askerinin yaptığı nasıl bir öç almaksa?” (s.249)

***

Yazar eserinde, o yılların toplumsal hayatı ve tarihsel akışı ile ilgili anlatımının içerisine, koşulların müsait olmadığı bilinciyle hareket eden Türk kızı Ayşe ile aşkın Mecnun’a döndürdüğü Rum delikanlısı Dimitri’nin imkânsız aşkını yerleştirmiş.

Ayşe’deki direnme azmi, Dimitri’deki özümsenmiş insani değerler hemen fark ediliyor.

Önce Ayşe’nin ailesi daha güvenli yerleşimlere taşınmış, daha sonra diğer Rum nüfusla birlikte Dimitri ve annesi de göç etmek üzere yollara düşmüş.

Biraz hasta olan ve Söğüt’ü, dolayısıyla aşkını terk etmeyi içine sindiremeyen Dimitri Söğüt’e geri dönmüş, cepheyi terk eden Yunan askerlerinin asırların barış ve huzur kasabası Söğüt’ü nasıl yok ettiklerine tanık olmuştur. Onun gönlü, işgalci soydaşlarından değil, birlikte yaşadığı farklı soydaki insanlardan yanadır.

Eski dost düşman olmaz, beni sakın o gelenlerle bir tutma. Biz düşman olamayız. Biz düşman değiliz.” (s.196)

Dimitri yapayalnızdır. Türk ve Rumların arasına işgalciler tarafından çekilen uçurumun da farkındadır. Israrlara rağmen Ayşe’nin göçtüğü köye gitmez. Bir avare gibi kendi başına yola çıkıp meçhule karışır.

***

Ertekin, eğitimciliğinin yanı sıra ressam, şair, müzisyen olarak çok yönlü bir eğitimcidir. Kendine has rölyefleri, yağlıboya ve suluboya resimleriyle defalarca sergi açmıştır. İstanbul Evleri rölyefleri görmeye, Boğaziçi Senfonisi ve Kurtuluş Savaşı’nda Söğüt araştırma kitabı okunmaya değer eserleridir.

Hani birileri demiş ya “insan ne yazacağını değil, nasıl yazacağını düşünmeli” diye.

Ertekin hocamız tam da böyle yapmış. İyi bir tarih araştırmasının içine kattığı aşk sosu ve kullandığı duru diliyle yakaladığı akıcı ve sürükleyici anlatım bu kitabı okumaya değer kılıyor.

Kitabı okurken olayların anlatımının biraz yavaş ilerlediğini düşünebilirsiniz. Yazarın, resim yaparken detayları tek tek ele alan ressam gibi, adeta fotoğraf çekmişçesine uzun betimlemelerle yaşadığı kasabayı, insanlarını ve yaşanan kasaba hayatını tüm okurlara hissettirme arzusunun yattığına inanıyorum.

Okuyun, bırakamayacaksınız.

***

“Tahta köprü… Her şey orada düğümleniyor. Benim sizin tarafa geçme şansım, şu sıralarda hiç yok. Sen, Öte Yaka’da olmayı aklından bile geçirmemişsindir. Derin uçurumların, aşılmaz ırmakların üzerindeki köprülerin karşı yakalardaki kentleri, insanları birbirine bağladığı gibi bizim küçük deremizin üzerindeki köprü de gönüllerimizin birbirine bağlanmasının simgesi olabilir.” (s.140)