“Gemi leşlerinin yüzdüğü bulanık insanlık denizinde bembeyaz bir fenerdim ben.” (s.41)

***

Gittiğimiz bir ziyarette gördüklerimizden kalbimize acı düşer de; ezik bir yüz ifadesiyle yanımızdakilere “yaşamımızın kıymetini bilelim, ânı yaşamaya bakalım” gibi felsefi bir cümle yumurtlama ihtiyacı duyarız ya…

Karşımızdakiler de girdiği ruhsal eziklikle dilleri bağlanmış halde kafalarını sallayarak bizim sözümüzü onaylar;

Mucizevî bir değişim yaşanır o anda, yaşanmaya başlanacak dönüşümün habercisi olarak göğüsler oksijenle doldurulur, omuzlar dikleşir, yepyeni bir hayata doğru ilerlemek için, o kaçınılmaz karara ulaşmış gibi oluruz ya…

Ertesi gün ne olur?

Ne o dik duruştan, ne oksijenden eser kalmaz. Günlük engellerle mücadele etmeye, gereksiz bir gururla oyalanmaya, böbürlenmeye, bazen de gereksiz şeylere üzülmeye, değersiz kalıpları yeniden önemsemeye başlar; çıkar peşinde koşmanın ürünü uykusuz hallere yeniden selam çakarız.

Çünkü hafıza nankördür; duyguların saklanamadığı saydam kalpler gevşeyiverir.

***

İşte böyle!

İnsan “Knut Hamsun” un peşinden giderek “Açlık” adlı eserini okuyunca tam da bu hale düşüyor. Kitabın yarattığı ortamın oluşturduğu “dağdaki kar, zirvedeki buz” kararlılığındaki duygusal şişinme, güneş görmüşçesine eriyip gidiyor.

 “Açlık” yine adını çok duyup da bir türlü okuma olanağı bulamadığım kitaplardandı. Şimdi Knut Hamsun’a çok ayıp ettiğimi düşünüyorum.

Kolayca anlaşılacağı üzere ‘açlık’ üzerine basit konulu bir kitap bu. Herkes açlığın ne demek olduğunu bilir. İş konuşmaya gelince sebepleri, nasıl engellenebileceği, ne yapılması gerektiği konusunda uzunca konferans bile verebilir.

Acaba gerçekten biliyor muyuz açlığın ne demek olduğunu? Sokaklarda her gün görüp yüz çevirdiğimiz aç insanların içinde bulunduğu o çıkışsız girdabın farkında mıyız?

Önce biraz abartılı bulsam da zorlayarak okumayı sürdürmüştüm. Ama kitabın anlatmak istediğini, karakterin yapısını kavrayınca, yazarın akışkan ve işlek dilinin katkısıyla elimden düşürmeden o kadar hızlı okumaya başladım ki, kısa sürede bitiriverdim.

***

Yazar açlığı o kadar etkileyici biçimde kaleme almış ki, okurken bazı bölümlerde, “Kahramanımız karnını doyurmak için para bulabilecek mi, acaba yiyecek bulabilecek mi?” sorusu tek düşünce olarak kalıyor.

Kahramanımız eskiden refah içinde yaşayan ama sonrasında sefalet dolu bir hayata adım atmış, açlıktan ölüp dirilen hatta acıktığında bastırsın diye talaş çiğnemeyi yeğleyip yardım istemeyi kendine yediremeyen, merhametli ama aynı zamanda yerine göre acımasızlığın arkasına saklanabilen, yazılarını satarak yaşamını devam ettirmeye çalışan, üst düzey sabırlı biri.

Düşünün ki, tek sahip olduğu şey emanet bir yeşil battaniye olan, karnını doyurmak için tek eşyası ceketinin düğmelerini satmaya çalışan bir gençtir bahsedilen. Günlerce aç kalıyor ama yine de çalmıyor, dilenmiyor; ahlâka, erdeme sıkı sıkıya bağlı, başını dik tutan, dalalete sapmadığı için mutlu olan, gururlu bir gençten bahsediyoruz.

Doğal olarak bahtsızlığına, kaderine, hatta yaratıcıya isyan ettiği bölümler de var. Okuyan eğer onun yaşadıklarını anlayabiliyorsa, bu duygularından ötürü onu yargılayamıyor. Eminim açlığını bastırmak için, kimse yenilemeyecek şeyleri çiğnemek, tükürüğünü yutmaya çalışmak gibi durumlara düşmemiştir.

Okudukça; acıma, savrulma, şaşırma, bazen karşı çıkma duygularıyla ilerleyen, hatta saç baş yolma aşamasına gelen okurun, karakteri iyice tanıyınca onun gururuna, dürüstlüğüne şapka çıkarma ihtiyacı hissedeceğine inanıyorum.

***

Knut Hamsun’un hayatını okuyunca anlıyoruz ki, okurun kalbine kızgın mı soğuk mu olduğu tam anlaşılamayan bir demir sokarcasına, gerçek hayatta yaşadıklarını kahramanı aracılığıyla anlatmış.

Kendisi de kitaplarını bastırabilmek için kapılardan çevrilen, açlık ve sefaletle mücadele eden ama yılmayan biriymiş. Açlıktan, yorgunluktan, sıtmadan muzdarip bir gününde, üstelik de bütün acılarını yaşadığı Kristiania (Oslo) limanında bulunduğu gemide, elindeki bir kurşun kalem ile bulduğu kâğıt parçaları üzerine yazmaya başlamış kitabını. Kitabını yayınlayan editör onun bu derbeder halinden dolayı geri çevirememiş, gece okuyup dergide bölümler halinde yayınlanmasını sağlamış.

***

Okurken, lüzumsuz yere döktüğünüz paraları düşünüp gurur meselesi yaptığınız bazı davranışlarınızı yeniden ele alacağınızı, bazen nefesinizin kesileceğini, ağlamaklı olacağınızı söyleyebilirim.

Ama hayat böyle işte; eminim anlattığım duygu denizinde yüzmeye başlamışken, ertesi gün içine girdiğiniz hayatta, tıpkı benim gibi okurken hissettiklerinizden farklı bir yolda, yine “eski sen” olarak hayata devam edeceğinize de eminim.

Tek fark ise, farkında olmadan Knut’u hücrelerinize kadar almış olarak hayatınıza devam edecek olmanızdır.

Açlık, adı çok bilinen ama okuma önceliklerinde hep ihmal edilen, yazarı Nobel’e layık görülmüş, filme de alınmış klasik eserler listesindedir.

Okumadıysanız mutlaka okuyun. Hemen!

***

“Her şeye rağmen dayanmış, bunca yoksulluğun göbeğinde, namuslu kalabilmiştim; hayhay, alabildiğine namuslu! Aman Allah, ne de aptalmışım!” (s.87)