"Coğrafya kaderdir " sözü. 14.yüzyıl düşünürü İbn-i Haldun'a atfedilen önemli yargılardan biridir. Acaba gerçekten öyle midir?

 Üzerinde yaşadığımız topraklar elbette insanların yaşamını büyük ölçüde biçimlendirmiştir. Ancak, Sanayi Devrimi'nden sonra "figüranlar" aynı kaldı ama "aktörler" değişti. Artık halkların kaderini, zengin doğal kaynaklara egemen olmak isteyen, ürettiklerine pazar arayan, bunun için bölgesel savaşlar çıkaran, çıkarları için insanları birbirine kırdırmaktan çekinmeyen  "sömürgeciler"  çizmeye başladılar ve ne yazık ki günümüze kadar da kalemi (!) ellerinden bırakmadılar.

Emperyalizmin, her türlü ayrımcılığı körükleyerek parçalara ayırıp silahlandırdığı  "aynı coğrafyanın insanları"; birbirlerini yok ederken, kışkırtıldıklarını, uyutulduklarını, sömürüldüklerini anlayamadılar ve kabullendikleri kaderlerinin adını coğrafya koydular. Bu düzenin en trajik yansımalarının yaşandığı komşu coğrafyamızdaki kurguları, olayları kaygıyla izliyoruz...

" UYGAR BARBARLAR! "

Tarih boyunca pek çok uygarlığa ve kültüre ev sahipliği yapan "komşu coğrafyamız" Ortadoğu,  çok uzun zamandır "malûm" emperyal güçlerin sömürü planlarında ilk sıralardaydı. Ancak mevcut sömürü düzeni, hem askeri işgaller ile hem de yaratılan  “işbirlikçi güruhlar" eliyle yağma, talan ve yıkıma dönüştü.

İnsanlık tarihinin ilk yasaları Mezopotamya’da yazılmıştı taş üzerine. Artık emperyalizmin vampir yasalarını uyguluyor teröristler.
Yüzlerce kız çocuğu kaçırıldı, Şengal'de. Kadın köle pazarları yeniden kurulurken  "uygar dünyanın kadınları" sadece seyretti.
Dünya harikası Babil’in asma bahçeleri yandı, kül oldu.

Bilginin peşindeki insanı yücelten ‘Gılgamış Destanı’ yerini kara cehalete bıraktı.

Verimli Hilal’in toprakları artık kanla yıkanıyor. Tohum yerine insanlar düşüyor, toprağa.

Yazının bulunduğu topraklarda kitaplar yakılıyor. Bağdat Ulusal Kütüphanesi ve Kur’anlar Kütüphanesi yağmalandı.

Petrol varillerine insanlardan daha fazla değer veren uygar barbarların(!) yaptıkları Moğolları mumla arattı.
Binbir gece masallarının "Cennet Şehri " Bağdat, artık bombaların patladığı korkunun şehri oldu. Antik kentlerin tümü yağmalandı.
Musul’daki Yunus Peygamber Camii ve Türbesi havaya uçuruldu.
Mimar Sinan’ın yaptığı Adliye Camii yıkıldı. Hüsreviye Külliyesi yok edildi.
Kerem ile Aslı’nın Halep’te buluştuğunu yazıyordu öyküler. Halep artık bir harabe...

İki bin yıl önce, dünyanın en güzel kentlerinden biriydi "Çölün Gelini Palmira". Artık yaşadıklarından utanıyor.
Çok severdim Kerkük türkülerini; “Altın hızma mülayim…” diye başlayanı vardı. Ne halde şimdi çocuklar, altın hızmalı kadınlar…

Sümer, Asur, Roma, Emevi, Eyyûbi, Abbasi, Memlûk, Selçuklu ve Osmanlıların miras bıraktığı bu kentleri kim, neden bu hale getirdi?

COĞRAFYA NE ZAMAN KADER DEĞİLDİR?

Komşu coğrafyamızda yaşananları ve hala yaşanmakta olanları gördükçe; bir an güzel yurdumun kentleri düştü aklıma. Buz gibi oldu yüreğim…
Süleymaniye'nin yok edildiği bir İstanbul artık "Aziz İstanbul" olabilir mi?

İki imparatorluğun boy ölçüşmesidir sanki Ayasofya ile Sultan Ahmet Camii.
Mihrimâh Sultan Camii’nin yıkılması Koca Sinan’ın aşkına ihanet olurdu.
Ankara’ya yaklaşırken gözlerim sisler arasında Ankara Kalesi’ni arar.
Selçuk Kalesi adeta Efes’in, Artemis'in koruyuculuğunu üstlenmiştir.
Urfa’nın Balıklı Gölü yok edilse türkülerin ne kıymeti kalırdı.
Bodrum Kalesi olmasaydı kimse Halikarnas'a gitmezdi ilk aşklarıyla...
Kim insanlara “Ne olursan ol yine gel...” diyecek Mevlâna Türbesi yok edilirse?

"Komşu coğrafyamızda" yaşananlara bakarak " Coğrafya kaderdir. Bu işin fıtratında insanların da, kentlerin de ölümü var !" diyenlere hiç inanmadım. Çünkü bu topraklarda, kaderini coğrafyaya bağlamadan " yedi düvele"  direnen ve başarıya ulaşan bir "kurtuluş mücadelesi" örneği var.

Emperyalistler, 101 yıl öncesinden beri, "din, mezhep, etnik ayrımcılık"  tuzakları ve "yerli işbirlikçileri" ile birlikte var güçleriyle uğraşmalarına rağmen ülkemiz topraklarını ele geçirip paylaşamadılar.  Bunu; sömürgeci işgalcilere karşı ilk kurtuluş savaşını gerçekleştiren ve mazlum milletlere örnek olan mücadelenin öncülüğünü yapan bir lidere; laiklik, ulusal egemenlik, çağdaşlık ve eşit yurttaşlık temellerine dayanarak kurulan cumhuriyetimize borçluyuz.  Bundan sonrası ise size kalmış!