Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), okullarda Türkçeyi doğru kullanıp düzgün konuşmaya yönelik önemli kararlar alıyor. Bu kararlara göre, Türkçe dersinden 70 alamayan öğrencilerin sınıf geçmesi zorlaşacak. Türkçe dersinden 70 ortalamayı tutturamayan öğrenciler teşekkür ya da takdir belgesi alamayacağı gibi,70 puanın altında kalan öğrencilerin bir üst sınıfa geçebilmesi için öğretmenler kurulu kararına ihtiyacı olacak.

Türkçe eğitiminde baraj puanı uygulaması ve sınıf geçmeyi zorlaştırmak gibi zorlayıcı yaptırımların işe yarayıp yaramadığını zaman gösterecek ama eğitimcilerin bu konuda oldukça fazla çekinceleri var.

NEDEN ÖĞRETEMİYORUZ?

İnsan yaşamında ve kişilik gelişiminde ana dilin çok önemli bir yeri vardır.  

Dili yeterli düzeyde doğru kullanan kişiler genellikle daha sağlıklı ilişkiler kurar, yaşamda daha başarılı olurlar.

Ana dilini doğru öğrenemeyen çocukların, pozitif bilimlerden yabancı dil eğitimine kadar sıkıntı yaşadığı biliniyor

Dilin, özellikle çocuklara ve gençlere sevdirilip, öğretilmesi gerekiyor. Bugün okullarda verilen derslerde, kitaplara uzak çocuklar yetiştiriliyor.

Çocuklar okul kitaplarının dışında okumaya yönlendirilmiyor. Okul kitaplarının içeriklerinin ne kadar yeterli olduğu ise ayrı bir sorun.

Televizyon dizileri, sosyal medya paylaşımları, yanlış internet ve cep telefonu kullanımları ile dijital bağımlılık pençesine düşen çocukların büyük bir bölümü için kitap okumak artık bir gereksinim olmaktan çok uzaklaştı.

“SES BAYRAĞIMIZ TÜRKÇE”…

Ana dili sadece günlük yaşamda kullanmak yeterli değildir, aynı zamanda onunla bilgi üretmek, bilim yapmak, sanat üretebilmek de gerekir.

Türk edebiyatının tanınmış şairlerinden Yahya Kemal'in “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” diyerek tanımladığı, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın ise “Türkçem benim ses bayrağım” diyerek önemini vurguladığı dilimize bugün gereken önemi gösterdiğimiz söylenemez.

Eğitim sistemimizin her kademesindeki yetersizlikler; resmi yazışmalardaki anlatım kusurları, basın yayın organlarında, sokak, cadde, dükkan tabelalarında gözlenen özensizlikler ve yabancı sözcük takıntıları Türkçemizin varlığı ve geleceği için önemli bir sorun haline dönüşmektedir.

NE YAPMALIYIZ?

·                   Çocuklarımızın Türkçe kelime dağarcıklarının ancak, okuyarak, dinleyerek, konuşarak ve yazarak zenginleşeceğine inanmalarını sağlayacak çok yönlü kültürel çalışmalar yapılmalıdır.

·                   Okullarımızda her sınıf düzeyinde ve tüm alanlarda haftada bir saat “okuma saati” konulmalı ve bu saatte öğretmenlerimizin belirlediği edebiyatımızın önemli eserleri tanıtılarak okutulmalıdır. Bu çalışmayı az da olsa bazı okullarımızın uyguladığını ve yararlı sonuçlar aldığını biliyoruz.

·                   Sınav merkezli eğitim sisteminin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve tüm sistemi bağlayan test tekniği uygulamaları azami ölçüde azaltılmalıdır. Sınavlarda açık uçlu soru uygulamalarına başlanmalıdır. MEB’in son dönemde bu konuda yaptığı girişimler eğitimciler tarafından desteklenmelidir.

·                   Güzel Konuşma ve Yazma, Kompozisyon dersleri geri gelmelidir. Seçmeli ders seçimlerinde (malum dayatmalar yerine !..) bu derslerin seçimleri özendirilmelidir. Kompozisyon yazmanın, düşünmeyi hatta konuşmayı da geliştirdiği biliniyor. Ana dili doğru kullanarak geliştirilmesinin en iyi yöntemlerinden birinin yazı olduğu unutulmamalıdır.

·                   Türkçeyi doğru kullanma duyarlılığı sadece Türkçe ve Edebiyat derslerinde değil tüm derslerin yazılı ve sözlü ve anlatım ortamlarında gösterilmelidir.

·                   Öğretmen yetiştirme ile ilgili eğitim ve geliştirme programlarında tüm öğretmenlerin ana dil duyarlılığı ve donanımı ile yetiştirilmeleri öncelikle ele alınmalıdır.

·                   İyi bir yabancı dil öğrenebilmenin ön koşulunun iyi bir Türkçe dilbilgisi eğitiminden geçtiği kanıtlanmıştır. Ancak,yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimin çok farklı şeyler olduğu bilinmelidir.

NOT KORKUSUYLA OLMAZ!..

Türkçenin doğru, düzgün öğrenilip yazılması ve konuşulmasını çocuklarımızı notla korkutarak gerçekleştiremeyiz.

Bir ülkenin kültürü ve dili ile ilgili çalışmalar tek başına ele alınamaz.

Bunun için çocuklardan yetişkinlere kadar; bireysel ve toplumsal duyarlılık ile ana dil bilinci oluşturulmalıdır. Bu bilincin oluşturulmasında herkesin sorumluluğu olmakla birlikte; asıl görev örgün ve yaygın eğitim kurumlarına, yazılı, sözlü ve görsel kitle iletişim araçlarına, sanatçılara, yazarlara ve aydınlarımıza düşmektedir. Ama daha da önemlisi; Ülkemizin geleceği açısından yaşamsal önemi olan bu konu, kısa aralıklarla sürekli değişen Milli Eğitim Bakanlarının ya da salt siyasi iktidarların politikası olarak değil, ulusal bir devlet politikası olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.