Hani derler ya, “Hem günah hem sevap bir arada olmaz” diye… Bizim iktidar bu sözü tersinden yorumlamış olacak ki, hem İsrail’i “katil devlet” ilan ediyor, hem de aynı devletle ticareti çatır çatır sürdürüyor. Yani bir yandan meydanda “Ey İsrail!” diye bağırıyor, diğer yandan limanda “Ey dolar, ey euro!” diye kucaklaşıyor.
Tam bir ikili yaşam: Gündüzleri Ortadoğu’nun Robin Hood’u, geceleri serbest piyasada bir ihracatçı.
—Efendim İsrail’le ticaret yapıyorsunuz?
—Ama biz İsrail hükümetiyle değil, halkıyla ticaret yapıyoruz!
—Yahu, domatesi halk mı satın alıyor, yoksa o hükümetin market zinciri mi?
—Sus evlat, ihracat kutsaldır!
Düşünün, iktidarın dış politikası artık “hızlı tüketim ürünü” gibi: Rafın üstünde Filistin bayrağı, alt gözde İsrail’e ihraç edilen çelik borular. Biri “direniş” etiketiyle, diğeri “döviz girdisi” bandıyla satılıyor.
Sonra televizyonlarda görüyorsunuz: “İsrail’le tüm bağlarımızı keseceğiz!”… Ama işin sonuna “(küçük puntolu not: ticari bağlar hariçtir)” yazmayı unutuyorlar. Küçük puntoları okumayan vatandaş, sanıyor ki Tel Aviv limanına kepenk vuruldu, oysa kepenk değil, konteyner kapakları açılıyor.
Yani iktidarın dış politikası tam bir trajikomedi:
• Sahnede: Gazze için gözyaşı, yumruk havada.
• Kulis arkasında: İsrail’e giden malların faturasını kontrol etme telaşı.
Bizim memlekette “ekmek parası” kutsaldır ya, işte iktidar da bu kutsallığı “ithalat-ihracat cihadı”na çevirmiş durumda. Hem sloganı satıyor, hem malı satıyor. Çifte kazanç, çifte standart…
Sonuç? Hem Filistin için mitingde nutuk atıp “One Minute” havası basmak, hem de aynı anda İsrail’e zeytinyağı ve demir-çelik göndermek… Bu, siyaset değil; bu olsa olsa “One Market” politikasıdır.