Bazen, bir sabah uyanırsın ve hiçbir yerin ağrımadığı halde için sızlar. Adını koyamadığın bir yorgunlukla kalkarsın yataktan. Ne tam mutsuzsun ne de mutlu. Arada kalmış, boşlukta asılı bir varlık gibi… İşte o anlarda başkalarının gözünde sağlıklısındır ama aslında hasta olan bir yanın vardır… Düşüncelerin…
İnsan, acıya karşı savunmasız doğar ama aynı zamanda iyileşme potansiyeliyle de donatılmıştır. Bu potansiyel içeriden gelir. Her insanın içinde gizli bir eczane vardır. Ne ecza dolabında bulunur bu ilaçlar ne de bir reçetede. Onlar, düşüncelerde saklıdır. Bir bakış açısında, bir kabullenişte, bir hatırlayışta ya da bir bırakışta…
Modern tıbbın çare bulamadığı nice ruh yaraları, bir cümleyle hafifler. “Ben iyi olmayı seçiyorum” diyen biri, bazen yıllardır taşımakta olduğu yükten bir anda kurtulabilir. Bu bir sihir gibi algılanmasın, bu düşüncenin kimyasıdır…
Çünkü düşünceler sadece zihinsel imgelerden ibaret değildir, bedende de kimyasal karşılıkları vardır. Bilimsel olarak da bilinir ki olumsuz düşünceler kortizol seviyesini yükseltir, bağışıklığı zayıflatır, vücudu tetikte tutar. Oysa umut, şefkat, sevgi gibi duygular serotonin ve oksitosin gibi iyileştirici hormonları devreye sokar. Bir düşünce, kan basıncını da değiştirir, bağışıklık sistemini de...
Ama sadece pozitif düşünmek yetmez, düşünceyle yüzleşmeyi de bilmek gerekir. “Neden böyle hissediyorum?” diye sorabilmek gibi...
Çünkü çoğu zaman iyileşmeyi unutmak, bastırmak ya da silmek sanırız. Oysa gerçek iyileşme, yaşananların anlamını dönüştürmekle başlar.
Bazı anılar bize öyle ağır gelir ki, onların yükü değil, onlara yüklediğimiz anlam incitir bizi. İşte içsel eczane tam da burada devreye girer. Anlamları değiştirme ve yeni bakış açıları üretme gücüyle...
İnsan, zihninin işleyişini fark etmeye başladığında içsel eczanenin kapısına ilk adımı atmış olur. Hangi düşünce zehir, hangisi şifa; ayırt ettikçe dozunu da öğrenir. Ne zaman direnmesi ne zaman dinlenmesi ve ne zaman bırakması gerektiğini sezer.
Peki “İyileşme Nasıl Başlar?”
Kimi insanlar hayat boyu başkalarından ilaç bekler: bir söz, bir onay, bir teselli… Ama en etkili ilaç içeridedir. Sessizdir. Bazen ansızın yükselen bir farkındalıkla gelir:
“Geçti. Artık kendimim.”
İşte o andan sonra iyileşme başlar.
İçimizde bir eczane var, evet. Ama çoğumuz onun kapısını aramayı bilmiyoruz. Kimi hiç bilmiyor orada bir kapı olduğunu, kimi kapının önünde yıllarca bekliyor ama içeri girmeye cesaret edemiyor. Çünkü bu eczanenin kapısı içeriye açılır ve içeriye dönmek ise her zaman kolay değildir...
Peki nereden başlamalı insan ve bu gizli eczaneyi nasıl bulur?
İlk ipucu nedir biliyor musunuz? İlk ipucu seni rahatsız eden her ne ise ona kulak vermektir, onu yok saymamaktır ve onunla temasa geçmektir...
Kulak verdiğinde, kaçtığın ne varsa seni ona götürür. Susmaya zorladığın her düşünce, bir gün bedende konuşur. Bu yüzden iyileşme; “Bana ne oluyor?” değil, “Benimle ne oluyor?” diye sormakla başlar. Dışarıyı suçlamayı bırakıp, içeride olan biteni dürüstçe görmeye çalışmakla…
İçimizdeki eczanenin rafları ilaçlarla doludur ama onların etiketi yoktur. Bir duyguyu yaşama cesareti, bir anıyı affetme gücü, bir alışkanlığı bırakma kararı… Bunların her biri birer ilaçtır aslında.
Ama bu eczanede hazır reçeteler yok. Herkesin ilacı kendine özgü. Kimi için sessizliktir, kimine göre yazmak, yürümek, susmak, konuşmak… Kimi bir dost sesiyle iyileşir, kimi içinden yükselen bir farkındalıkla.
Ama çoğu zaman, iyileşme bir karar ile başlar:
“Artık aynı yerde kalmayacağım.”
“Kendimi duymayı deneyeceğim.”
O ilk adım, belki de en zorudur. Çünkü iyileşmenin kendisi bir sarsıntıdır. Kimi zaman daha da acıtır, önce kanatır. İçten gelen ilaçlar yan etkilidir bazen: huzursuzluk, yalnızlık, ağlama isteği… Ama bu geçicidir. Bedenden değil, benlikten çıkan bir toksindir o. Arınma belirtileridir.
Sonra, bir sabah uyanırsın…
Aynı odadasındır, aynı hayatın içindesin belki ama farklı bir yerden bakıyorsundur artık. Aynı düşünce seni eskisi kadar incitmez. Aynı anı aynı ağırlıkla taşımaz.
Çünkü içindeki eczaneden doğru ilacı almışsındır.
Kabul.
Şefkat.
Anlam.
Belki de en önemlisi “kendinle ittifak kurmak”.
İçsel eczane, dışsal çözümlere muhtaç olmayan bir bilgi taşır. Ona ulaşmak; kendine doğru yol almakla, kelimesiz bir diyaloğa girmekle olur. Kendinle kavga etmeyi bıraktığında, içindeki iyileştirici seni zaten bulur. Çünkü sen, onun hem hastası hem de eczacısısındır...
Şimdi küçük bir içsel deney yapalım ve içimizdeki eczaneyi bulmaya çalışalım.
1. Rahat otur. Gözlerini kapat.
2. İçinde seni en çok yoran düşünceyi bul. Belki bir hayal kırıklığı, belki bir suçluluk, belki bir kayıp…
3. Bu düşünceyi zihninde bir şişe gibi canlandır. İçinde ağır bir ilaç var. Etiketi yok.
4. Kendine sor: “Bu ilacın yan etkileri ne? Beni nasıl zehirliyor?” Belki uykunu kaçırıyor, belki kalbini sıkıştırıyor.
5. Sonra şunu sor: “Bu ilacın içindeki faydayı görebilir miyim? Bana aslında ne öğretmeye çalışıyor?” Belki sabrı, belki değeri, belki bırakmayı…
6. En son, o şişeyi zihninde yeniden etiketle: “Beni zehirleyen düşünce” yerine “Beni dönüştüren düşünce.”
Bu küçük egzersiz, içsel eczanenin kapısını aralaman için ilk adımdır. Çünkü bazen tek fark, “zehir” dediğine başka bir yerden bakabilmektir.
Geçti’nin Kimyası:
Bazı kelimeler var ki, dışarıdan bakıldığında küçücük görünür; ama içeriden bir dağ devrilir o kelimeyle.
“Geçti.”
Bu kadar sade, bu kadar az…
Ama içinde bir ömür barındırır.
“Geçti” demek, sadece zamanın akışına teslim olmak değildir. Gerçek anlamda “geçti” diyebilmek için önce içinden geçmek gerekir. O acının, hayal kırıklığının, terk edilişin, başarısızlığın, reddedilişin… içinden geçmek. Yani görmezden gelmeden, bastırmadan, yutmadan. Tüm duyguların dilini duyabilmek ve onların içindeki hakikati kabul etmek.
Çünkü iyileşme, unutmakla değil; anlamlandırmakla başlar.
Geçmişi silmekle değil; geçmişin üzerindeki ağırlığı taşımayı bırakmakla mümkün olur.
Ve insan, bir gün “Geçti” dediğinde…
Aslında şunu da demektedir:
“Ben bu yükle artık özdeşleşmiyorum.”
“Geçti” kelimesi, içsel eczanede bulunan en doğal ama en güçlü ilaçlardan biridir. Yan etkisi hafif bir serinliktir; etkisi ise zihinsel bağışıklığın güçlenmesidir. Çünkü bu kelime, artık savunmak zorunda olmadığın bir hayatın, anlatmak zorunda olmadığın bir acının, saklamak zorunda olmadığın bir yarının ilacıdır.
Ama dikkat et: “Geçti” demek, kendine yalan söylemek demek değildir. O ilaç, yalnızca doğru dozda ve doğru anda alındığında etki eder.
Henüz geçmemişse, “geçti” demek bastırmaktır.
Tam geçmeden ilacı almak, tedavi yerine uyuşturur.
Ama zamanla…
İçinde yavaş yavaş çözülür bazı şeyler.
O eski cümleler, eskisi gibi canını yakmaz.
Bir zamanlar seni tüketen hatıralar, sadece birer anıya dönüşür.
Ve bir sabah, kendine sormadan söylersin:
“Galiba geçti.”
Bu galiba bile iyileşmenin sesidir.
Çünkü bazen en sahici “geçti”, en emin olmayan cümlede saklıdır.
Orada bir denge vardır: ne bastırma ne de abartma…
Sade, temiz ve kendiliğinden gelen bir geçiş hâli.
İçsel eczanemizin bu mucizevi ilacı, dışarıdan satın alınamaz. Hiç kimse senin yerine “geçti” diyemez. Bunu ancak sen, içinin derinliklerinden çıkarıp söyleyebilirsin.
Ve söylediğinde…
İlaç etkisini gösterir.
Yük hafifler.
Zihin susar.
Kalp biraz daha kendine döner.
İşte “Geçtinin kimyası” da budur... Zaman, farkındalık ve içsel kabulle karışan bir tür iyileşme molekülü…Ne bir laboratuvarda üretilebilir ne bir eczanede satılır.
Bu, sadece insanın kendinden kendine yazdığı bir reçetedir...
Kendinize iyi bakmayı unutmayın, çünkü en derin şifa, kendinize döndüğünüz yerde başlar.
Sevgiyle Kalın...