Siyasetin dilinde son yıllarda en çok duyduğumuz kelimelerden biri “itibar” oldu. “İtibardan tasarruf olmaz” denilerek yükselen saraylar, yapılan devasa harcamalar, israfın gölgesinde kalan şatafatlı projeler meşrulaştırıldı. Ama bir soru, her geçen gün daha da yüksek sesle sorulmayı hak ediyor: Kimin itibarı?

Bugün iktidar, kendi prestijini korumak adına milyarlarca liralık yatırımları “gösteriş” uğruna heba ediyor. Devletin kasası halkın vergileriyle doluyor, ama bu vergiler halkın refahına dönmek yerine bir avuç yandaşın çıkarına harcanıyor. Sarayın ışıkları hiç sönmüyor, makam araçlarının sayısı hiç azalmıyor, şatafatlı törenlerin ardı arkası kesilmiyor. Peki aynı ülkede yaşayan milyonlarca vatandaşın itibarı ne durumda?

Marketten çıkarken kasada eli titreyen emeklinin itibarı nerede? Çocuğuna süt alamayan annenin itibarı nasıl korunuyor? Asgari ücretle günü kurtarmaya çalışan gencin itibarı hangi tabloda görülüyor? İşsizlik kuyruğunda sabahlayan, sabit gelirle ay sonunu getiremeyen, elektriğini, doğalgazını kesilmesin diye borç üstüne borç yapan vatandaşın itibarı, kimsenin gündeminde değil.

İktidar, kendi “itibar” anlayışını halkın üzerinde yükselen bir saray duvarına dönüştürdü. O duvarın ötesinde görkem var, şatafat var, iktidarın sahte bir gururu var. Ama bu duvarın gölgesinde kalan halkın itibarı her geçen gün biraz daha eziliyor, yok sayılıyor.

Gerçek itibar, halkın onuruyla, adalete olan güveniyle, yarına umutla bakabilmesiyle ölçülür. Halkın karnı açken, adalet duygusu yara almışken, gençler ülkesinden umudunu kesmişken, hangi itibar inşa edilebilir ki?

Bugün sorulması gereken tek şey şudur: İtibardan taviz olmaz diyorsunuz, peki halkın itibarı ne olacak?