Birçoğumuzun davranışlarını ve ruh halini yöneten varsayımları vardır. Kendimizi bu var saydığımız, gerçekte olma olasılığı %100 olmayan düşüncelere öyle bir inanırız ki olmuş ya da olacak gibi davranışlarımızı ve düşüncelerimizi şekillendiririz.

Varsayım, adı üstünde var saymak, varmış gibi farz etmek... Peki, bu varsayımlar nelerdir ve bizi nasıl etkiler? 
Örneğin, “Ya benim anlattıklarım ona ilginç gelmediyse?”, “Ya bu işte başarılı olamazsam?”, “Yeni işime alışamazsam?”, “Acaba sözlerim yanlış mı anlaşıldı?”, “Yeterince iyi anlatabildim mi?” gibi varsayımlar hepimizin aklından geçmiştir. Peki bunlar bizi nasıl etkiliyor? Öncelikle olumsuz varsayımlarımız kendimize olan öz güvenimizi kaybettiriyor, ruh halimizi etkiliyor, davranışlarımızı çoğu kez şekillendiriyor. Örneğin, “Bu alanda başarılı olabileceğimi düşünmüyorum!” diyen biri muhtemelen her ne ise bunu hiç deneyimlemeyecektir. Gerçekte başarılı olup olmayacağını deneyerek öğrenemeyecektir. Sanki şu sözü sizden duyar gibiyim; “Kişi kendini çok iyi bilen biri olabilir mi, neyi başarıp neyi başarmayacağını iyi bilen biri olamaz mı?” gibi sözler. Elbette kişinin kendini tanıması, neyi yapıp yapamayacağını bilmesi önemlidir. Fakat hiç denemediği, deneyimlemediği bir olgu, durum hakkında başarı gösterip gösteremeyeceğini bilemez. Denemeden kendi ile ilgili fikir sahibi olamaz. Deneyimleyerek ancak fikir sahibi olabilir, kendi ile ilgili yargıda bulunabilir diye düşünüyorum... Bu kişilere “Nerden biliyorsun?”, “Bu fikre nasıl sahip oldun?”, “Bu düşüncenin doğru olma olasılığı sence yüzde kaçtır?”, “Hangi deneyimler neticesinde bu fikre sahip oldun?” gibi sorular sorabiliriz. Aynı soruları kendi varsayımlarınız için de sorabilirsiniz. Bu soruları çoğaltmak mümkün. Bu şekilde varsayımlarınız ile ilgili farkındalık sahibi olabilirsiniz. Biraz kendimize zaman ayırmak, varsayımlarımızı fark etmek, bunların doğruluk payı üzerinde düşünmek ve bunların bizim üzerimizde yarattığı etkiyi izlemek önemli diye düşünüyorum. 

Değişime olan dirençlerimizden biri de varsayımlarımız değil midir? Konfor alanımızı terk etmek istemeyiz. Yeniye karşı direniriz. Varsayımlar yükleriz. “Hadi kötü olursa?”, “Şu an ki durumumu arar olursam?”, “Hadi pişman olursam?”, “Alışamazsam!”, “Yapamazsam!” gibi varsayımlar karşısında, “Aman boş ver en azından şu an ne olduğunu biliyorum, maceraya gerek yok, otur oturduğun yerde!” gibi benzer sözlerle varsayımlarımız değişimin önünde engeller yaratır. Yıllarca kabuğunu kırmadan yaşayan insanlar var. Bulunduğu noktadan bir adım ne ileri ne geri adım atmayan insanlar... Sebebi olumsuz varsayımları. Bu gibi düşünceler içerisinde, çemberinin dışına çıkamayanlara soruyorum; “Tüm olumsuz varsayımlarınızın temelinde ne var?”, “Hangi deneyimleriniz neticesinde bu düşünceye sahip oldunuz?”, “Düşündüğünüzden farklı şeyler olamaz mı?”, “Varsayımlarınıza farklı bir açıdan baksanız bu ne olurdu?”, “Bir an varsayımlarınızın gerçek olmadığını düşünün, hangi adımları atardınız, hayatınızda ne değişirdi?”
Kendimize fırsatlar tanımazsak ve yeni adımlar atmazsak şu an her ne yaşıyorsak aynı şeyleri farklı versiyonlarıyla yaşarız. Aynı yerde dönüp, farklı şeyler elde edemeyiz. Farklı bakış açılarına, farklı pencerelere hepimizin ihtiyacı var. Her duruma 360 derece bakmak olayları, planlarımızı daha geniş çerçeveden görmemize neden olur. Elbette her şeyin pozitif yönünü düşünemeyiz. Bu şekilde düşünmek pek gerçekçi olmazdı. Bir şey ne olduğu gibi iyidir ne de olduğu gibi kötüdür. Varsayımlarımız da öyle. Onların da olumlu işlevleri olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bu varsayımlar bizi bazen olabilecek tehlikelere ve zorluklara önceden hazırlayabilir. Ancak, belli sınırlar dahilinde... Bir söz vardır ya “Azı karar, çoğu zarar” diye...

Her birimiz dünyada biricik ve tekiz. Benzerimiz yok. Olayları, durumları algılama ve yorumlama biçimlerimiz de birbirinden farklılık gösterir. Bir kişiyi mutlu eden bir durum, bir başkasında rahatsızlık uyandırabilir. Bu da dünyayı tekdüzelikten kurtarır. Düşünsene...
Ya dünya tek bir renkten meydana gelseydi? Veya tüm bahçelerde sadece papatyalar olsaydı?
Bizi rahatsız eden durumlarda her birimiz farklı farklı şeyler düşünürüz. Çok yoğun bir şekilde onay arama ve sevilme ihtiyacıyla yetişmiş bireyler olduğumuz için her şeyin karşılıklı olduğuna inanabiliriz. Birinin bize karşı davranışlarının altında, yalnızca bizi sevip sevmemesinin yattığını düşünebiliriz. Yani, bir durum karşısında hatalarımızdan ötürü bununla sınandığımızı varsayabilir veya sevilmediğimiz için söz konusu davranışı yaşadığımıza inanabiliriz. 
Öncelikle kendi eksiğimizi ve yanlışımızı ararız. Hâlbuki düşünülmesi gereken ilk şey neden “kendiliğindenlik” olmasın? Neden bu olanın da hayatın pek çok iniş ve çıkışından biri olabileceğini, çok mantıklı başka bir açıklaması olabileceğini görmeyiz de bizimle ilgili yanını ararız? Düşüncelerimiz, olaylara ve durumlara kendi eksenimizden bakmamızı sağlasa da her durumun bizimle ilgili olduğu düşüncesi ne kadar gerçekçi olabilir?

Bireysel ilişkilerimizde yaşadıklarımızı da çoğu zaman kendimizle ilintili sebeplere yorarız. Her şeyde olduğu gibi karşılıklı bir söz konusuysa oluşabilecek olumsuz durumlarda iki veya daha fazla kişinin mevcudiyetini gerektirmez mi? Hayatta meydana gelen her şeyin sebebi sadece biz olabilir miyiz gerçekten? Ya da tam tersten bakacak olursak, yaşanan bazı olumsuzluklar karşısında hep karşı tarafın düşüncelerine varsayımlar yükleriz. Adeta zihin okuma işine kalkışırız ve yine varsayımlarımız devreye girer. “Bu şekilde düşündüğünden eminim, onun istediği zaten buydu!” gibi söylemlerle kişiye bazı olumsuz düşünceler yükleriz. Bilgi kaynağımızı ve bu bilgiye nasıl sahip olduğumuzu düşündüğümüzde ise yine referansımız varsayımlarımızdır... 
Varsayımlarınızı fark ettiğinizde aklınızdan geçen o düşünceleri bir arkadaşınızın söylediğini düşünün. Kendini irdelerken olumsuz düşünmeye böylesine yatkınken, arkadaşına benzer durumlarda söyleyebileceğin cümleleri düşündüğünde ne kadar da farklı olduğunu görebilirsiniz. Bunun nedeni bakış açısıdır. Başkası için bir durumu yorumlarken daha objektif bir yerden bakabiliriz.  Öyleyse karşılaştığımız bu gibi durumlarda olayı kendi tarafından yorumlamaya çalışmak yerine, dışarıdan bakan biri gibi yorumlamayı denesen nasıl olurdu? Arkadaşına ne gibi bir yorumda bulunurdun? 

Kendimizi dünyanın merkezine koyduğumuzu düşünürsek düşüncelerimiz de kendi uydumuz, yani ayımız gibidir. Bizi takip eder ve fark etmesek de orada durmaya devam ederler. Dünyada olabilecek her şeyin bizim üzerimizde bir özgül ağırlığı olur, oluşacak depremlerden, sellerden kendimizi sorumlu tutabiliriz fakat dünyanın bizden bağımsız bir dengesinin de olduğunu unutmamak gerekir. Bizden bağımsız gelişen durumların da varlığını göz ardı etmemeliyiz. 
Daima mutluluğun sizinle olduğunu varsayarak, her yeni güne umutla başlamanız dileği ile...
Mutlu kalın...