“…ateşten gömlek taşıyanlar sıcağın ısıttığı kadar yaktığını da bilirler.” (s.86)

Savaş zamanında herkes vatan için, üstüne düşeni, elinden geleni yapar. Milletimiz de Kurtuluş Savaşı’nda erkeğiyle, kadınıyla, yaşlısıyla, genciyle elinden geleni yapmış, bitmiş tükenmiş bir milletin yeniden ayağa kalkmasını sağlamıştır.

Edebiyatımızda, varlığını tam yüz yıl öncesinde bütün düşmanlara kabul ettirmiş, dünyada onurlu bir yer edinmiş bu ülkenin evladı olan bizlere; herkesin kesin kaybedilir mantığıyla baktığı bir savaşa, mantık dışı bir cesaret ve dibine kadar duygusallıkla atılan atalarımız olduğu için ne kadar şanslı olduğumuzu hatırlatan tarihi kitaplar vardır.

Elimde, işte bu kitapların en önemlisi, “Halide Edip Adıvar”ın Kurtuluş Savaşı yıllarında orduda onbaşı rütbesiyle gönüllü olarak görev yaparken, mürekkep yerine kanla dolu kalemiyle yazdığı “Ateşten Gömlek” adlı eseri var.

Hani, bir film sahnesinde komutan gece nöbetinde uyuyakalan askeri “Sen uyursan herkes ölür!” diye sertçe azarlar ya;

Elimdeki kitap da sayfalarının arasından bizlere “O kahraman askerler ve gözü pek millet savaşa katılmasıydı, bu vatan ölürdü!” diye sesleniyor sanki.

***

Romanda öne çıkan kahraman Ayşe Hanım’dır. Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında eşini ve çocuğunu kaybedince İstanbul'a, akrabası Peyami'nin yanına gelir. Burada tanıştığı genç subaylar onun durumuna bakarak düşmanı yurttan kovma ve İzmir’i geri alma konusunda kılıçları üzerine ant içerler. Bir süre sonra da Anadolu’ya geçip Milli Mücadeleye katılırlar.

Ayşe de Peyami, Binbaşı İhsan ve ağabeyi Cemal'le birlikte Anadolu’ya geçer. Kütahya ve Eskişehir Savaşları sonrası geri çekilen Türk ordusunun hazırlığında, yerel çetelerle mücadelesinde ve sonunda Sakarya Savaşı’nda yer alırlar. Bu arada hem Peyami, hem Binbaşı İhsan Ayşe’ye deli gibi âşık olmuştur.

Romanda yer alan her karakter kendine özgü sorunlarla mücadele ederken vatan için her türlü fedakârlığı yapmaktadır.  Hepsinin ortak bir amacı vardır; “kurtuluş”.

Sonunda hemen bütün kahramanlar şahadet şerbetini içerler. Yaralanıp iki bacağını kaybeden, hastane odasında yatarken yazdığı anılarıyla (bu kitapla) bizleri Milli Mücadelenin içine taşıyan (anlatıcı) Peyami de kafasındaki kurşunun çıkarılması için girdiği ameliyatta hayatını kaybeder.

Kitap, her ne kadar Ayşe’nin etrafında örgülenmiş olsa da Binbaşı İhsan ve Peyami'nin hikâyeleriyle zenginleştirilmiştir. Sonu ise, okuyucu için büyük bir sürpriz içermektedir.

***

Ve aşk!

Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ne inat; her zaman, her mekânda, her koşulda varlığını hissettiren, en minöründen en majörüne her daim insan yaşamındaki yerini koruyan, birçok insani duygunun önüne geçen aşk…

Peyami’nin basit ve silik bir memur iken Ayşe’ye olan ilgisinin etkisiyle savaşa girmesi, İhsan’ın Ayşe için kurşunlardan önce yüreğinin yanıp tutuşması hep aşk yüzündendir.

Yazar, bu tarihi savaş romanının içine, karakterlerinin birer insan olduklarını ve duygularının var olduğunu unutturmayacak şekilde aşkı da yerleştirmiştir.

Tabii bir “ateşten gömlek” olarak…

***

Milli Mücadele yıllarından bahsederken, akıllara Halide Edip Adıvar’ın gelmemesi mümkün değildir.

Kadınların sosyal yaşam dışına itildiği bir dönemde, İzmir’in işgalini protesto amacıyla Sultanahmet Meydanı’nda yaptığı mitingle dikkati çekmiş, savaşın tüm aşamalarında yer almış nadide bir yazardır.

O, miting meydanlarının ateşli konuşmacısı, cephenin onbaşısı, başkomutanın tercümanı, sahra hastanesinin hemşiresi, milletin sesini duyuran gazeteci; yaşanan acıları, yoklukları genç kuşaklara aktaran bir yazar, vatan savunmasının ne demek olduğunu öğreten bir öğretmendir. Kendi yaşamından kesitlerle Milli Mücadeleyi ölümsüzleştirdiği en önemli eseri de “Ateşten Gömlek”tir.

***

Her ne kadar akıcı bir anlatım varsa da, yazıldığı zamanın dilini taşıdığından okuyana dil oldukça ağır geliyor. Gerçi kitabın arkasına konulan sözlük, kelimelerin anlamları açısından işe yarıyor ama sayfalar arasında yapılan git-geller de dikkatin dağılmasına neden oluyor. Yine de okuma zorluğu yaratmadan ilerleyebiliyor.

Kitap, bir belgesel filmi izleme tadında okunurken aynı zamanda okuyanı duygular arası gezintiye çıkarıyor.

Okur, İzmir’in işgaline kederleniyor, Sultanahmet mitinginde duygulanıyor, İstanbul’un işgalinde karamsarlığa düşüyor, Anadolu’da başlayan Milli Mücadele ile umutlanıyor. Cephede ateşten gömlek giyen Mehmetçiğin acısı, halkın ıstırapları ve ulaşılmaz aşklar arasında yüreği daralıyor; katlanılan fedakârlıklarla, vatan için canını veren insanlarla gururlanıyor, onurlanıyor.

Böylesi güçlü bir eser, bizzat savaşın içinde, şehitlerin arasında, kurşunların sesi, süngülerin parıltısı altında; her şeyini geride bırakıp tutkuyla bir amaçta birleşmiş, vatan için gözünü kırpmadan ölüme koşan kahramanların arasında yaşamadan, keskin bir zekâ ve bilgi birikimi olmadan yazılamazdı. Halide Edip Adıvar, “Ateşten Gömlek” romanını bu ateş ortamında, can pazarında yazmıştır.

Bizim neslin ortaokul sıralarında okuduğu bu kitap her Türk çocuğu tarafından okunmalıdır. Okuduysanız bir daha okuyun, çevrenizdekilere okutun.

Cebren okutun efendim!

***

“Harpte yegâne korkulacak şey korkudur.” (s.198)