“Düşüncelerden, ideallerden, inançlardan ve hatta şereften bu kadar çabuk vazgeçilebiliyormuş. Demek asıl aşağılık olanlar, hapis yatmayı göze alarak dünya görüşlerinde ısrar eden şanocular değil, onları şanocu diyerek aşağılayanlarmış.” (s.305)

Eğitim, toplumdaki değişimlerden sorumludur.

Çağın gerektirdiği değişimlere “uyum” sağlayacak bireylerin yetişmesi eğitimle sağlanır. Ülkenin istikrarı, refah ve mutluluğu da; bireylerin sürekli ve nitelikli bir eğitimle kazandıkları bilgi, beceri ve toplumsal ilerlemeye katabilecekleri katma değerlere bağlıdır.

Bizler, dört-beş seçenekli tercih içinde en uygununu aratan eğitim sistemi gereği, genel kültürün popüler bilgilerini beynimize boca ettiğimizden, her alandaki “beylik” isim ve kavramlarla donatılmışızdır. Bu beylik bilgilerin arka planına bakmak, derinliğine inmek çoğumuz için birer angaryadan ibarettir.

Hemen hepimiz herhangi bir alanda “ilkler”le ilgili bilgileri ezberlemişizdir.

Edebiyattaki ilk romanı, ilk yazarları, sinemadaki ilk filmi, spordaki ilk şampiyonları, sanayideki ilk üretimleri, ilk fabrikaları, ekonomideki ilk bankaları ezbere biliriz.

Peki, bu ilkleri ülkemize yaşatan insanların neler yaşadığını, neler çektiklerini, sahibi oldukları ilkleri taassupla yoğrulmuş bu topluma nasıl kabul ettirebildiklerini bilir miyiz?

Pek sanmıyorum.

Oysa ülke geleceğinin inşası için yaşanmış mücadeleler oradadır. İbret alınacak geçmiş oradadır. Toplumların gelişimini başlatan tarihi gerçekler oradadır.

Mesela, “İlk Müslüman Türk Kadın Tiyatrocumuz Afife Jale’dir” bilgisi çoğumuzun dağarcığında yer alır.

Peki, Afife Jale’nin nasıl bir yaşamı olduğu, “ilk” unvanını almak için ne gibi bedeller ödediği hakkında kaçımızın bilgisi vardır?

***

Daha önce birkaç kitabını okuduğum Osman Balcıgil yaşadığımız coğrafyanın tarihsel ve toplumsal derinliklerine ustalıkla inebilen bir yazar.

İtiraf ediyorum!

Benim de, “Osman Balcıgil”in elimdeki “Nefesi Tutku Olan Kadın Afife Jale” adlı biyografik romanını okuyuncaya kadar Afife Jale ile ilgili tek bildiğim “İlk Müslüman Türk Tiyatrocu Kadın” olduğundan ibaretti.

39 yıllık kısacık ömrüne ne savaşlar, ne mücadeleler, ne acılar sığdırdığını; yaşamını nice dertler, çileler ve şanssızlıklar içinde inşa etmeye çalıştığını bilmiyordum.

Hayatını okuyunca döneminin gerici zihniyeti, uğradığı haksızlıklar ve dayanılmaz sıkıntıların kötü bir sona sürüklediği kutsal bir kadını tanımış oldum.

***

Afife Jale, daha küçücük bir çocukken dedesi Doktor Sait Paşa tarafından tiyatro ve yazın sanatıyla tanıştırılır. Konakta kuzeniyle birlikte sahne kurar, oyunlar oynar.

Bağnaz bir kişiliğe sahip olan babası, kızının tiyatro tutkusuna karşıdır.  Afife babasının haberi olmadan önce Güzel Sanatlar’a girer ve resim eğitimi alır. O güne kadar gayrimüslim hanımların yer aldığı Darülbedayi’ye de katılarak sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını olur.  Durumu öğrenen babasının uyarılarını dikkate almayınca annesiyle birlikte baba evinden ayrılır. Kızının ideali için kendi mutluluğundan feragat eden, metanetli bir kişiliğe sahip annesi ve zor günlerinde onları hiç terk etmeyen dadısıyla birlikte yaşamaya başlar.

Müslüman bir kadının sahneye çıkması yasaktır. İlk oynadığı oyunda gösterdiği başarıdan dolayı tebrik edilirken tiyatrosu polis baskınına uğrar. Kuzeniyle kaçmayı başarır ama ömrü boyunca peşini bırakmayacak ve hayatının akışını değiştirecek olan şiddetli baş ağrısı o gün başlar. Buna rağmen tiyatroya olan bağını koparmaz, yer almaya devam eder.

Ağrılarını hiçbir ilaç gideremez. Çirkin ruhlu bir doktor, bağımlılık yapacağını söylemeden kendisine iğne önerir. Bir süre sonra da istismar etmeye başlar. Vücudu karşılığı elde ettiği iğne iyi gelir ama Afife bir morfinman olup çıkar. Bu nedenle sevmesine rağmen kuzeninin evlenme teklifini kabul etmez. O sırada ülkede tarihi değişimler yaşanmaktadır.

***

Her şeyin düze çıktığını sandığı bir zamanda, Trabzon turnesinde İstanbul’da kendisini tutuklayan, şimdi ise oranın yerel emniyet müdürü olan, oldukça değişmiş görüntü veren komiserle karşılaşınca eski baş ağrıları yine başlar ve turneden ayrılmak zorunda kalır. Sonrasında yasak yollardan elde edebildiği iğnesini kendisi yapmaya başlar. Afife’nin bir morfinman olduğu kulaktan kulağa yayılır ve kimse kendisini aramaz olur.

Bir süre sonra bestekâr Selahattin Pınar’la tanışır ve evlenir. Birlikte yaşadığı yıllar içinde morfini kocasından saklı olarak kullansa da sonunda ortaya çıkar ve ayrılırlar. Ayrıldıkları zaman sokakta kriz geçirir, kendinden geçmiş halde akıl hastanesine kaldırılır. Uzun süre kimliği hakkında kimseye bilgi vermez. Bir gün eski eşinin sesini radyodan duyunca duygulanır ve bir gazeteci ile başhekim Mazhar Osman’a geçmişini anlatır. Ağabeyinin yanına bir süre çıkarılmasına rağmen çok geçmeden hastaneye geri döner.

39 yaşında vefat eder.

 “Afife ve iki yaşlı kadının yaşamakta olduğu, esasen bir yanı ‘şöyle olsa böyle olurdu’lu, öteki yanı ‘olan oldu’lu, otuz iki kısım tekmili birden büyük bir dramdı, o kadar.” (s.318)

***

Sayfalar arasında çok kızdım, çok üzüldüm ve hayatına dokunabileceğim herkese Afife Jale’yi tanıtmayı kendim için görev saydım.

Bir Afife Jale geçti bu dünyadan.

Kıymeti çok geç anlaşılan ilk Müslüman kadın oyuncunun ödediği bedellerden bihaberdim; şimdi biliyorum.

***

“Tam da böyle istemişti Afife.

Ailesi, aşkı, evliliği kendi meselesiydi.

İçine itildiği durum ve yalnız bırakılmış olması ise toplumsaldı.” (s.451)