Susturula susturula bakın ne günlere kaldık.
İbret verici bir öyküyle sizlerleyim değerli arkadaşlarım...
Susmak, kişiden kişiye değişen bir eylemdir. Susmayı bazı kişiler koruma amacı olarak kullansa da ben bu fikre fazla katılmıyorum.. Bence susmak; fikrini söyleyememek, kendini baskılamak, haklı da olsa karşısındakine zayıf görünmekten başka bir şey değildir bence.. Susmak aslında kişiyi içten içe bitiren, kişiliğini zayıflatan, benlik duygularını zayıflatan, başarısını azaltan bir korku içgüdüsüdür... Büyüklerimiz hep bizleri bazı yanlış atasözleriyle terbiye etmeye çalışmıştır. Mesela "sus, sen konuşma, sana laf düşmez, söz büyüğün su küçüğün" veya "Söz gümüşse sükut altındır" gibi. Bunları küçükten öğrene öğrene büyüyen bir nesil olduk, hep sustuk, hep duygularımızı dışarıya yansıtamayan, kendimizi ifade edemeyen, korkak, bencil bir benlik kazandık. Oysa ki; Kişi olarak, millet olarak (küçük veya büyük) susmayı değil de, susmamayı , haklının yanında durmayı fikrini söylemeyi taa küçükken öğrenebilseydik, bizler bugün duygu karmaşası yaşamayan kendine güvenen, korkmayan, cesur, adaletin yanında olan susmayan bir nesil olabilirdik. Ama maalesef hep susuyoruz, hep korkuyoruz..
Heyhat !!..
Suskun bir toplum oluşumuzu analiz edersek; yirmi beş sene öncesinde hiç olmazsa çat çat konuşuluyordu. Fikir adamları gerçeği görüp yanlışı ciddi olarak eleştirilebiliyorlardı. Tiyatrolarda mizahi eleştirileri ile politikacıları yerden yere vururlardı. Televizyonlarda açık oturumlarda nispeten özgürce tartışmalar olurdu .O zaman ki siyasileri de beğenmedik. Halkın beklentilerini yeterince karşılayamadıkları için. Hiç olmazsa daha seviyeli siyaset anlayışı vardı bence. Şimdiki siyasilerin konuşmalarına bakıyoruz da; karşılıklı, seviyesiz, hırçın bağrışmalar sanki kayıkçı kavgası üslubu ile hakaretleri her yerde görüyoruz. Çözüm için milleti nasıl iyi güzel yönetilir kafasında değiller... Hep sen şerefsizsin... Adisin, rezil kepazesin gibi gibi Hacivat-Karagöz tuluatı ile gündemi işgal ediyorlar. Sanki çadır tiyatrosunda gibiyiz. Bu güzelim millet bunu hak etmiyor. Bir de söylenen bir söz vardır toplumlar layık olduğu şekilde yönetilir diye... Son yirmi beş sene öncekinden çok daha kötü yönetiliyoruz. Her alanda adalet yerle bir olmuş. Altta kalan garip yoksul ve emeklinin canı çıkıyor. Ama önümüzdeki ay vekillerin zammı görüşülecek. Emekli ve asgari ücretlinin zammı da pazarlık usulü ile görüşülecek. Fakat Kendileri çalıp kendileri oynayacak meclisten gece yarısı tam kadro kendi zamlarını jet hızıyla geçirecekleri de aşikar zaten...Millet vekillerin öyle pazarlıkla zam alması söz konusu değil. Yan ödemesi, yurt dışı gezi türlerinin masrafları, ailecek vıp hastane ve doktor faturaları falan... Onlar da TÜİK ve enflasyon hesabı yapılmaz, keyfe keder zamlarını kendileri hallederler. İki sene sonra da kıyak emekli maaşı oh ne ala memleket derler. 600 milletvekilinin maliyeti de milletin sırtında kambur tabi...Konu suskun toplum üzerindeydi aslında...Hadi önceleri ailede okulda ,askerde ve işlerinde konuşma kısıtlaması vardı. Son döneme bakın totaliter anlayışla ve baskısıyla millet hiç konuşamaz oldu. Bu memleketin aydınları dahi suskun oldu. Burası olmadı diyen kendisini savcının karşısında buluyor. Çevremizde hep görüyoruz. Sanki korku imparatorluğunda yaşıyoruz. Yandaş aydınlar ve gazetecilerin dışındakilerde gerçekleri konuşamıyorlar. Despot rejimlerde aydınların, bilge insanların konuşamadığı o ülkede, monolog konuşan demagoglar çıkar... Ve halkı cambaza bak kurnazlığı ile asıl ülke meseleleri konuşulmaz...Veya doğrucu gerçek vatanseverler konuşsa da baskıyla sindirilme operasyonu ile deliğe takılır...Sonuç ise... her türlü adaletsizlikle kısmen susan toplumdan; dilsiz, suskun, tepkisiz toplum yaratmak...