İnsanın hayatta ulaşabileceği en büyük bilgi kendini ve özünü bilmesidir.

Özümüzü, kendimizi tanımanın yolu ise iç dünyamıza yapacağımız yolculuktan geçer. Hayatın koşturması içerisinde bunu çok az yapıyor ya da yapmıyor olabiliriz. Hayatı o kadar yoğun yaşıyoruz ki kendimizle baş başa kalamıyoruz. Belki de kendimizle kalmaktan kaçıyoruz. Bunu da kendimize keyifli yollar bularak yapıyoruz. Boşluk bulduğumuz anda sosyal medyada geziniyor, videolar izliyor, uykumuz gelene dek televizyon karşısında oturuyoruz. Sonra uyuyoruz ve uyandığımızda da tekrar aynı döngü içerisine giriyoruz. Acaba kendimizden mi kaçıyoruz yoksa sorunlarımızdan mı?

Kendimize masumlaştırdığımız o kadar çok boş eylemlerimiz var ki... Sadece birkaç saat dediğimiz ama totale baktığımızda koca ömrümüzün büyük bir bölümünü kaplayan ölü zamanlar yaratıyoruz. Zamanın çok kıymetli olduğunu, zamanın nasıl akıp gittiğini söylerken, bu zamanı nasıl geçirdiğimizi hiç sorgulamıyoruz. Bazen de geriye dönüp baktığımızda “boşa geçen zaman” dediğimiz de oluyor. Ama burada boşa geçen zaman, ömür değil boşa geçirdiğimiz zaman ve ömür var aslında. Zaman bu kadar kıymetli ise neden hala zamanımızı harcamaya, öldürmeye çalışıyoruz. O kadar hor kullanıyoruz ki zamanı, kendi iç dünyamıza yolculuk yapmak için vakit ayıramıyoruz. Yoksa kendimizle yüzleşmekten mi kaçıyoruz? Evet kabul ediyorum; kendimize yaptığımız yolculuk zor bir yolculuk. Karanlık bir mağaraya girmek gibi bir şey. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Derine gitmekten korkuyoruz. Bilmediklerimizle tanışmak, bildiklerimizle karşılaşmak ve yüzleşmek zor gelebiliyor. Belki de bu yüzden yalnız kalmaktan kaçıyor, kendimizle iletişim kurmamak için sözde keyif aldığımız şeylerle oyalanıyoruz. Fakat şunu bilmeliyiz ki kendi iç dünyamıza yaptığımız yolculukta kendimizi tanıdıkça, bizi mutlu edecek birçok şeyi de bulabiliriz. Neyi sevdiğimizi, neyi neden yaptığımızı ya da yapmamız gerektiğini, nelerden hoşlanmadığımızı, gerçekte kim olduğumuzu gibi birçok şeyi keşfeder ve bazen de kendimizi sorgularız. Bizi mutsuz eden duygularımızı, eylemlerimizi bir bir tanır, sebeplerini buluruz. Sebeplerini buldukça çözümler üretiriz. Kendimizi tanıdıkça, içimize baktıkça hayatın koşturması içinde neyi neden yaptığımızı da fark ederiz.

İnsan kendini tanıdıkça farkında olmadığı yeteneklerini de keşfeder. Bildiğini bilmediklerini de görür. Bazen de yüzleşir. Gerçekte bildiğini zannettiği bazı şeyleri aslında bilmediğini de keşfeder. Bunları gördükçe yaptığımız hataların kaynağını da buluruz. Kaynağa ulaştıkça kendimizi uçurumun kenarından rahat bir düzlüğe çıkarırız. Kendimizi tanıdıkça hayatımız daha şık ve mutluluğumuzu daha yoğun yaşarız.

Hep bir tatil ve gezi planı yaparız. Dış dünyamızda gezilecek görülecek yerleri keşfe çıkarız. Gördüğümüz her yeni mekân ufkumuzu açar ve yeni yerler keşfetmenin mutluluğunu yaşarız. İlk defa gördüğümüz yerlere büyük bir merakla bakar, etrafımızı tanımaya ve öğrenmeye çalışırız. Öğrendikçe, keşfettikçe keyif alırız. Yeni yerler keşfetmenin heyecanını yaşarız. Bazen şunu da söyleriz; “bugüne kadar neden hiç gelmemişim” “bunları nasıl kaçırdım” “iyi ki bu geziye çıkmışım” gibi pek çok sözler söyleriz. Peki neden aynı şekilde kendimizi de keşfe çıkmayalım ki? Kendi iç dünyamızda da gezilecek, keşfedilecek, görülecek o kadar çok şey var ki... Elbette bu yolculuk bizi bazen yoracak bazen de mutlu edecek. İyi ya da zor her yolculuk öğretilerle dolu. İç yolculuğumuza çıkmak define avına çıkmak gibi bir şey. Hazinelerimize ulaştıkça hayatımız zenginleşecek...

“Kendi içine bak. Orada; her fark edildiğinde canlanan, beliren bir kuvvet kaynağı olduğunu göreceksin” der Marcus Aurelius.

Hayatımızı kazanmak için yaptığımız işler gerçekten hayatımızı kazanmamıza mı yoksa harcamamıza sebep oluyor?

Olduğumuz kişi gerçekten biz miyiz yoksa dış çevrenin etkisiyle şekillenmiş birimiyiz? Hangi şekle büründük. Bu şekle bürünmemizin sebebi hangi ihtiyaçlarımız?

İnsan sosyal bir canlı olduğu için elbette kendimizi dış dünyadan soyutlayamayız. Ama dış dünyanın ihtiyaçlarına cevap verirken kendimizi de unutmamamlayız.

“Görüş açın yalnızca kalbinin içine baktığın zaman aydınlanır. Dışarı bakan rüyaya dalar, içeri bakan uyanır.” Carl Jung

   Hayatın telaşı içerisinde bazen kendimizi robot gibi hissettiğimiz zamanlar da oluyor. Kendi iç sesimize kulağımızı kapatıp, dış dünya ile bağlantıya geçtiğimizde yaşama gerçek anlamını veren o iç bağlantımızdan kopuyoruz.            Unutmamalıyız ki dünya dönmeye devam ediyor. Biz olmasak da sistemin çarkı bizim yerimize bir başkasını koyacak ve yeni bir çark eklenecek. Peki sen kendi sistemini nasıl koruyor ve nasıl sürdürüyorsun? Hangi anlamda anlarsanız anlayın bizi sonsuza dek yaşatacak bir ruhumuz var. O ruhumuz ise bizim iç dünyamızda saklıdır. Hayata ise ruhunu veren bizim bu iç dünyamızdır.

   Dış dünya ile bağlantıya geçerken iç dünyamıza sırtımızı çevirirsek eğer gerçek mutluluğu da başarıyı da yakalayamayız. Hayatı ölü zamanlarla doldurup yaşadığımızı zannederiz. Tıpkı tuzu, baharatı ve malzemesi olması gereken ayarda olmayan lezzetsiz yemek gibi.  Ya onu lezzetli hale getirir keyifle yeriz ya da sadece açlığımızı ortadan kaldırmak için tüketir ağzımızda yavan bir tat bırakırız.

   Bazen dış dünyamızın sesini kısıp, iç dünyamızın sesini açarak kendimizle bağlantıya geçmemiz hayatımıza lezzet katacaktır.

Çünkü hayata lezzet veren kendi farkındalığımızdır.

Sokrates der ki; “Kendini tanı. O zaman evreni ve başkalarını da tanıyacaksın.”

Mutlu kalın...