“…yalnızca kendinden kaçmak istemiyor, bir daha geri dönmemek üzere ortadan kaybolmak istiyordu.” (s. 46)

Dostoyevski’nin romanlarını okumaya başlamadan önce derin bir nefes almak gerektiğine inananlardanım.

Çünkü kahramanlarını, insan ruhunun derin ve karanlık dehlizlerinde gezintiye çıkarmayı seven, insanın kalbinde ve ruhunda yaşayabileceği gelgitleri, acıları, ıstırapları ve hastalıkları oldukça etkili ortaya koyabilen bir yazar. Bunun yanı sıra okurun ister istemez kendisiyle sınırlarda dolaşmasına, yüzleşmesine ve yorgun düşmesine de neden olabilmektedir.

Bir eserin Dostoyevski’ye ait olduğu, genellikle kahramanlarının ruhsal çözümlemelerine yönelik yoğun anlatımlardan anlaşılır. Karakterler yoksul ya da ruh hastası, alt metinler de derin psikoloji ile ilgilidir. Ana karakter iç seslendirme ile en çok kendisiyle konuşur ve didişir. Ayrıca kitaba tat versin diye birkaç kaşık ırkçılık eklenir ve başka milletler topa tutulur.

Dostoyevski yıllar öncesinden modern yaşamın insanlarda yaratacağı ruhsal bozukluklara parmak basmayı becerebilmiştir. Modern psikoloji ve psikiyatr alanındaki gelişmelerle birlikte kitaplarının değeri daha da anlaşılır hale gelmiştir. Kahramanı için bugün rahatça şizofren ya da çoklu kişilik bozukluğuna sahip diyebiliyorsak bu gelişmeler sayesindedir. Zaten Stefan Zweig’in kendisi için söylediği “psikologların psikologu” takdiri boşa değildir.

Yazarın dev eserlerini tanıdıktan sonra bu eserini küçümseyenler olabilir. Yazıldığı dönemde pek ilgi görmeyen bu eser için, Dostoyevski’nin gençlikten olgunluğa doğru yol alırken kaleme aldığı bir hazırlık dönemi eseri olduğu unutulmamalıdır.

***

İnsanoğlu bireysel ve toplumsal olarak iki benlik geliştirir.

Bu benlikler uyum içinde olunca yaşamımızda sorun çıkmaz. Kişi, Yunus Emre’nin “bir ben var, benden içeri” ifadesine uygun şekilde, içindeki ötekiyle yaşamını sürdürür.

Benliklerden biri diğer benliği bastırmaya kalkıştığında ise “ötekileşme” başlar. Kişinin savunma mekanizması yeterli direnci gösterirse bu dönemi de atlatır. Yeterli olmazsa nevrozla, psikozla uğraşarak bu tehdidi aşmaya çalışır.

Bu eserde de kendini çevresine kabul ettirebilme, toplumsal konumunu abartılı bir şekilde gösterme çabasıyla içine düştüğü sanrılarla, paranoyayla ve hezeyanla dolu tam bir kişilik bölünmesi yaşayan devlet memuru Golyadkin’e eşlik ediyoruz.

İşini iyi yapmaya çalışan ama ezik ve silik bir kişiliğe sahip kahramanımız, zorla katılmaya çalıştığı bir davetten kovulduktan sonra, kendindeki “öteki” ile karşılaşır. Ertesi gün kendisiyle birebir aynı olan, ikizi kadar benzeyen “öteki”nin onun iş yerinde işe başladığını görür ve hayatı değişir.

Hiç kimsenin bu benzerliği görmemesine dikkat etmez. Çünkü onun hayatını altüst eden benzeri, gerçek değildir, şizofren beyninde canlandırdığı bir hayaldir. Bu hayal kendi yarattığı, kendine düşman edindiği, kendini kıyasladığı, sahip olup da bilinçaltında taşıdığı ne varsa yüklediği, kıskandığı, varlığından rahatsız olduğu diğer benliği, “öteki” benliğidir. Artık gelgitler, mücadeleler, hezeyanlar, sanrılar, paranoyalar içinde yaşamak zorundadır.

Kolay değildir insanın kendisiyle savaşması.

***

Böylesi adaletsiz yaşam içinde hiç mi kendinizi kaybettiğinizi düşünmediniz? Yoksa -herkes gibi- olanla barışık, bir yolunu bulup, kılıfına uydurup hayatınızı sürdürmekte misiniz? Yaptıklarınızın doğruluğuna ya da yanlışlığına kafanızı taktığınız hiç mi olmadı?

Birilerinin çevrenizde bulunmasından hiç mi tedirgin olmadınız? Birilerinin varlığıyla delirme noktasına geldiğiniz olmadı mı hiç?

Buyurun, bu kitapla o tedirginliği yaşayın. Kitaptaki karakter iliğinize kadar işleyecektir.

Kitabı okurken kişinin ilgi alanına uymayınca bazılarının sıkılıp okumayı bırakabileceğini tahmin ediyorum. Monologlar, diyaloglar, satırlara yansıyan hezeyanlar okuyanı sıkabilir. Ağır psikolojik göndermeler içeren, yoğun gizemler barındıran, beyni fazlasıyla yoran kitaplardan hoşlanmayanlar için uygun olmayabilir.

“İd, ego, süperego; bilinç, bilinçaltı, bilinçdışı; savunma mekanizmaları; nevrozlar ve psikozlar” gibi konular hakkında genel bir bilgiye sahip olanların kitaptan daha fazla istifade edeceğini düşünüyorum.

Öteki’yi başta felsefe, psikoloji, sosyoloji ve edebiyat eğitimi alan, psikolojiye ilgi duyan okurlar olmak üzere insan ruhunun arka odalarında dolaşmak, kendisiyle yüzleşmek isteyen tüm okurlara tavsiye ediyorum.

Unutmayın; herkesin içinde bir “öteki” vardır!

***

“Kuş, avcısına kendi ayağıyla gider derler. Doğru ve bunu kabul ederim: Ama bu meselede avcı kim, kuş kim? Sorulması gereken soru budur beyler!” (s. 25)