“Babasız çocuklar tanrıya sığınırlar, ama o tanrı olmayı seçmiş.” (s. 473)

***

Babalar, oğullar, tanrılar…

Sonuçta bir baba, kendini çocuklarının her şeyinden sorumlu hissetmek durumundadır. Babaların sorumluluk yelpazesindeki eylemlerinde karşılarına ilk dikilenler de genelde oğulları olur. Tanrılar ise yeryüzündeki tüm canlı ve cansız varlıklardan sorumludur.

Bu üçlünün arasındaki çatışmayı konu alan birçok edebiyat ve sinema ürünüyle karşılaşmışızdır. Tarihin, asırlar boyunca baba-oğul çatışmalarına tanıklık ettiğini biliyoruz.

Babaların, dolayısıyla tanrıların iktidar savaşını “Kayıp Tanrılar Ülkesi”nin sayfaları arasında da görmekteyiz.

“Ahmet Ümit”in hemen hemen bütün kitaplarını okumuş biri olarak taşıdığım pozitif önyargıyla okumaya başladığım bu kitabında da, yazarın mitolojideki baba-oğul ilişkisini günümüze taşıma becerisi, hayal gücü ve akıp giden kaleminden ötürü çok beğendiğimi ifade etmeliyim.

***

Kitap, okurun iki ayrı koridorda ilerleyeceği şekilde planlanmış.

Ana koridorda, Berlin’den başlayıp Bergama’ya uzanan esrarengiz seri cinayetlerin peşinden, Almanya’da doğup büyümüş Yıldız baş komiser ve yardımcısı Tobias ile birlikte, göçmenlerin, işgal evlerinin ve sokak sanatçılarının renklendirdiği bir yolculuğa çıkıyoruz.

Tamamen mitolojik motiflerle donatılmış diğerinde ise, Yunan Tanrısı Zeus’un gözüyle Olimpos turundayız. Yunan mitolojisini bilmeyen, hatta hiç ilgi duymayan birinin bile zevkle okuyacağından emin olduğum bu kitaptan sonra okurların epeyi birikim sahibi olacaklarına inanmaktayım.

Her iki yolculukta da gözler önüne serilen baba-oğul çelişkisini Ahmet Ümit’in yarattığı karakterlerle birlikte yaşamaktayız.

***

Okurunu, eşcinsel kimliği nedeniyle ailesi tarafından reddedilmiş, yazılımcı ve ressam bir göçmenin, Zeus’un resmi önünde kalbi sökülüp eline verilerek öldürülmesiyle başlayan cinayetler serisinin, Neo-Nazilerce mi, yoksa mitoloji meraklısı bir manyak tarafından mı işlendiği bulmacasının peşinde koşturan bir kitap var karşımızda.

Okur; Uranos, Kronos ve Zeus’un peşinde yol alırken, kendini baba-oğul ilişkilerinin yarattığı karmaşa içinde buluveriyor.

Çok katmanlı, yüksek bir polisiye matematiğinin yanı sıra mitoloji ve arkeolojiyle harmanlanmış, yerine göre sosyoloji ve psikoloji sosu katılmış, bazı kahramanlarında megalomanın hayli ileri seviyesi olan grandiyoziteyi de hissettiren, edebi bir eser var karşımızda.

***

Çağımız toplumlarında yaşanan insanlar arasındaki dışlama/dışlanma şeklindeki ikilik anlayışı, olaylara ve karakterlere sindirilerek anlatılmış. Toplumun soykırımla anılan Nazi geçmişi, eşcinsellik anlayışı, yabancılara olan bakış açısı, yaşanan göçmen sorunları ve Alman-Türk kültürel ayrımcılığı sayfalar arasına ustaca emdirilmiş.

Günümüzde mitlere yeniden hayat vermeye çalışanların gelebileceği nokta fark edilirken, suçun çağlar boyu ve kültürler arasında değişmeyen doğası hemen hissediliyor.

Çağımızın zihinsel hastalıklarından biri olan “bizden olan iyidir yaklaşımı”yla büyüyen ırkçılık da örtülü bir anlatımla sık sık vurgulanıyor.

Elbette cinayetlerin çözümüne odaklanılmış. Yine de satırlar arasında hemen bütün ülkelerde görülen faşist yükselişe gönderme yapıldığını fark etmemek mümkün değil.

Tabii okuyanlar da, yüzlerce yıl önce bu toprakların önemli bir değeri olan Pergamon Tapınağı’nın Berlin’e kaçırılıp sergilenmesine içerliyor olsa gerek.

***

Belki, kitapla ilgili eleştirilecek yanlar bulanlar olacaktır.

Ben, kitabı olduğu gibi kabullenip yorumlamanın iyi okuyucu hasleti olduğuna inanırım. Zaten okudukça yazarın verdiği emeği fark ediyor, detaylara kadar sokulan cümlelerin hazzına varabiliyor insan.

Bana göre, Ahmet Ümit’in (500 sayfanın aslında ne kadar kısa olduğu hissiyle) hızlıca ve elden bırakmadan okunan en iyi eserlerinden biriyle karşı karşıyayız.

Ahmet Ümit’in sadık okurlarının, meşhur Komiser Nevzat’ı merak edeceğini düşünüyorum. Tasa etmeyin. Kendisini kitabın sonlarında baş komiser Yıldız Karasu’ya eşlik ederken bulacaksınız.

“Kayıp Tanrılar Ülkesi”nin, olay örgüsü, akıcı-sürükleyici diline istinaden, özellikle mitoloji ve polisiye sevenler tarafından mutlaka okunması gereken bir roman olduğuna inanıyorum.

***

“Geçmiş, geleceği içinde saklayan sırlarla dolu bir aynadır. Eğer o aynaya yeterince bakarsan zamanın sırrını da görürsün, hayatın manasını da.” (s. 205)