Ülkemiz şu günlerde hemen hemen her alanda büyük sıkıntı içerisinde. İnsanların alım gücü her geçen gün azalıyor. Marketlerde fiyatlar saat başı değiştirilirken, çalışanlar ve emekli adeta açlığa terk edildi. Orta sınıf fakirleşirken; İşsizlik rekor seviyede arttı. Bu ortamda ülkemiz 7 milyonu aşkın mülteciye bakmaya çalışıyor.

22 yıldır ülkeyi yönetenler Türkiye Cumhuriyetini ekonomik anlamda iyi bir noktaya getirmedi. Ve bu ‘başarısızlığın faturasını hep yönetimde söz hakkı olmayan muhalefete ve dış güçlere’ çıkarmaya çalıştı. Bugün gençler geleceğe güvenle bakamıyor. Türkiye’de değil Avrupa veya Amerika’da yaşamak istiyor. Türkiye’de yaşanan baskı ortamı ve kutuplaştırma, hukukun ayaklar altına alınması yüzünden mutsuzlar. Liyakatin çöpe atıldığı ve cahilliğin baş tacı yapıldığı için yetişmiş beyinler yurt dışına gitmek zorunda bırakılıyor. Birileri tarafından ekonomisi iyi gittiği söylenen ülkemizde ne yazık ki; Aşık Mahzuni Şerif’in “Milletin sırtından doyan doyana/Bunu gören yürek nasıl dayana/Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana/ Bilmem söylesem mi söylemesem mi” dizelerinde olduğu gibi bir yaşam dayatılıyor.

NEREDE BİR GÜZELLİK VARSA YOK EDİLİYOR
Değerli madenlerimiz ‘çok uluslu şirketlere peşkeş çekilirken’, ormanlarımız ‘talan’ ediliyor. Bilinçli şekilde ülkemizde doğa katlediliyor. Nerede ‘bir güzellik varsa’ yok ediliyor. Tarım alanlarımız heba ediliyor. Atatürk’ün ‘Milletin Efendisi’ olarak gösterdiği Türk Köylüsünü ‘çilenin efendisi’ yaptılar. Siyanürle altın arama sevdası yüzünden ‘temiz su kaynaklarımızı kaybetmek’ üzereyiz. AK Parti iktidarı yüzünden ‘çocuklarımıza temiz ve sağlıklı bir çevre’ bırakamayacağız. Sokakta insanlar artık gülmüyor. İnsanlar çocuklarının ve torunlarının geleceği için büyük endişe yaşıyor. Siyasal düşünür Slavoj Žižek’in sıkça anlattığı bir fıkra var. Sibirya’ya giden bir eski Doğu Alman işçisi mektuplarının sansürcüler tarafından okunacağından emin, arkadaşlarına salık verir: “Eğer mavi mürekkeple mektup yazarsam okuyacaklarınız doğrudur, kırmızı mürekkeple yazarsam okuyacaklarınız yanlıştır." Bir ay sonra mavi mürekkeple yazdığı ilk mektubunu gönderir: “Burada her şey mükemmel, dükkânlar dolu, yiyecek bol, evler geniş ve düzgün ısınıyor, sinemalar Batı’dan filmler gösteriyor, etrafta çok sayıda güzel kız var, olmayan tek şey kırmızı mürekkep.” Maalesef ülkemizi bu fıkrada olduğu gibi ‘pespembe gösteren çok sayıda yandaş medyası’ var. Onlara göre Batı bizi kıskanıyormuş(!)

ÜLKEDE SENDİKACI YOK
Peki şu anda ülkemizde sendika önderleri var mı? Olmuş olsaydı ‘bu zam yağmurlarına karşı kitleleri alanlara’ çıkarırdılar. Ücretlere yapılan ‘üç kuruşluk zamlara imza’ atmazdı. Nerede o eski yürekli, ilkeli sendika önderleri. Bu güzel insanlar ‘iktidarların ne yalakası oldular ne de onların baskılarından’ yıldılar. Tarih 4-8 Ocak 1991. Emeğin başkenti Zonguldak’ta yerin yüzlerce metre altında çalışan madenciler, Genel Maden İşçileri Sendikası önderliğinde iş, aş ve hak arayışlarını kazanmak için Ankara’ya yürüdü. 100 bin kişinin katıldığı ve Türkiye’nin en büyük ve en geniş işçi hareketi olan Büyük Madenci Yürüyüşünü başlattı. “Çankaya’nın Şişmanı işçi Düşmanı”, “Ölüm Olsa da Sonumuz Ankara’dır Yolumuz” , “1 Kara 2 Kara 3 Kara 4 Kara Geliyoruz Ankara" '1 Ocak 2 Ocak 3 Ocak 4 Ocak Zafer Bizim Olacak.’ sloganıyla yapılan bu yürüyüş sayesinde 9 ay sonra yapılan seçimde ANAP iktidarı devrildi. AK Parti iktidarından önce sürekli alanlarda olan TÜRK-İŞ’e ne oldu? TÜRK-İŞ Genel Başkanı çalışanların durumundan memnun mu? ‘En çok üyeye sahibim’ diye övünen Memur-Sen’in Genel Başkanı toplu sözleşme masasında neden hep buçuklu zamlara imza atıyor? Memurların refah düzeyinden çok mu memnun? Ya DİSK, Türkiye Kamu-Sen, KESK Genel Başkanları niye ortada yok? “Ülkede korku imparatorluğu var. Büyük baskı var. Üyelerime eylem yaptırsam, başıma çorap örerler. Terör örgütü üyesi diye beni yaftalarlar” diye mi susuyorsunuz? Durum böyleyse, bir toz zerresi cesaretiniz yoksa sendikacılığı bırakın, gidin. Çünkü şu anda yaptığınız sendikacılık değildir. Böylece yapmadığınız işten dolayı hak etmediğiniz maaşı almamış olursunuz. Belki sizler gidince, yerlerinize sendikacılık yapmak için cesur insanlar göreve gelir.

MİLYONLARCA TARAFTARI VARDI
Ne yazık ki ülkemiz özgürlük konusunda 12 Eylül Cunta döneminin bile gerisinde 7 Kasım 1982 referandumu öncesinde Eskişehir Vilayet Meydanı’ndaki miting dün gibi aklımda. Alanı dolduran Eskişehirliler “Ya Ya Ya Şa Şa Şa Kenan Paşa Çok Yaşa” sloganlarıyla darbeci generali alkışlıyordu. %91,4 oy ile Anayasa referandumu kabul edildi. Bu oy oranı ile Kenan Evren Cumhurbaşkanı oldu. Merhum Süleyman Demirel, merhum Bülent Ecevit, merhum Alparslan Türkeş, merhum Necmettin Erbakan’ın yasaklı olduğu o yıllarda parti kursaydı, o parti bile seçimi açık farkla kazanırdı. 1981’de yaptığı bir konuşmada siyasi yasaklı parti mensupları içi; “Bunlar tencereyi pisletmişlerdi, biz temizledik. Yeniden tencereyi verelim, yeniden pisletsinler istedikleri bu” diyen Kenan Evren’in milyonlarca taraftarı vardı. Bu kitle belki de Demirel, Ecevit, Türkeş, ve Erbakan’ın artık politika yapmayacağına inandıkları için o yıllarda en büyük güce dönmüştü. Güç de Kenan Evren liderliğindeki askeri cunta idi. 80’lerin kudretli paşası yıllar sonra öldüğünde o taraftarlarından eser kalmamıştı.

KİTAPLAR SAKINCALIYDI

O yıllarda İl Halk Kütüphanesi’nde okumak için aldığımı kitapların bazı sayfaları ‘sakıncalı’ diye koparıldığını görürdük. Bazı komşularımız kitaplarını kömürlükte saklıyordu. Veya yakıyordu. Benim kuşağım, ‘Teksas Bilek, Tommiks, Baltalı İlah Zagor, Mister No’ çizgi romanlarıyla okuma sevgisi kazandı. Bu dönemde bile askeri cuntayı eleştirebilen güçlü kalemler ve gazeteler vardı. O yıllarda “Askeri cuntayı ve Kenan Evren’e her gün övgüler düzen, ülkeyi pespembe gösteren havuz medyası ve kalemşorları” yoktu. Kenan Evren en çok mizah ile eleştiriliyordu. O yıllarda ‘Gırgır Dergisi 1 milyon’ satıyordu. Cuntacı generalleri ve daha sonra tek başına iktidar olan ANAP’ın lideri merhum Turgut Özal’ı mizah ile yerden yere vuruluyordu.

YARGIYA RACON KESMEDİLER
Tüm baskılara rağmen Merhum Zeki Alasya-Metin Akpınar, Levent Kırca ve Nejat Uygur ‘oyunlarıyla politik eleştirileri’ sergiliyordu. Yasaklara karşı halkı bilinçlendiriyordu. Bugünün tiyatrocuları Cumhurbaşkanını bırakın, bir AK Partili Bakanı bile eleştirebilecek, onları mizahi dille ti’ye alabilecek oyunları sahneleyebiliyor muydu? Bugün ‘böyle oyunlar sahneleseler başlarına türlü türlü çoraplar’ örülmez miydi? 80’li yıllarda Demirel’i, Özal’ı, Ecevit’i, Erbakan’ı ti’ye alan ‘oyunları kahkaha atarak’ izledik. (Demek ki biz şu anda yaşayan gençlerden çok şanslıymışız) Bu dört isim ‘bu oyunları sahneleyenleri hiçbir zaman düşman olarak’ görmedi. Onları ‘terörist diye’ ötekileştirmedi. Onların sanatlarına saygı duydu. O yıllarda bile ‘hukuk bugünkü kadar ayaklar altına’ alınmamıştı. Anayasa Mahkemesi’nin, Danıştay’ın, Yargıtay’ın aldığı kararları o günkü devleti yönetenler hiçe saymamıştı.
İŞTEN ATILAN GAZETECİLER
Ne yazık ki bugün Türk Basını ‘özgürlük’ açısından 12 Eylül Cuntasının bile gerisine düştü. Ülkemizde yayın yasakları, internet erişiminin engellenmesi artık olağan hale geldi. Sırf iktidarı eleştirdiği için işten atılan, cezaevine gönderilen gazeteciler, suçluyu değil de onu yazan gazetecileri cezalandıran sistem, Kapatılan mizah dergileri, Devlet ihalelerini alan müteahhitlerin paralarıyla oluşturulan iktidar yanlısı havuz medyası, baskılarla sindirilmeye çalışılan muhalif basın, yasaklanan oyunlar, toplatılan kitaplar ülkemizdeki demokrasinin ne kadar ileriye (!) götürüldüğünü gözler önüne seriyor. Bunun sonucunda Türkiye Basın Özgürlüğünde Dünya’daki 180 ülke içinde 153’ncü sıraya düştü.

İNADINA UMUT
Tim Robbins ve Morgan Freeman’ın başrolünü oynadıkları ölümsüz bir yapıt olan Esaretin Bedeli’nde bir sahne vardır. Andy (Tim Robbins): “Dünyada taştan olmayan ve kimsenin senden alamayacağı bazı şeyler vardır. İçinden alamayacakları .. ve dokunamayacakları .. bazı şeyler ..asla dokunamazlar” der. Red(Freeman) : “ne hakkında?” Andy “umut !” Red, “umut (...) sana bir şey söyleyeyim. - umut tehlikelidir. - umut bir insanı deli edebilir. İçerde bu fikir iyi değildir. buna alışsan iyi olur.” Ülkemizde mevcut iktidar ile aynı görüşte olmayan, muhalif düşünen, vatanın geleceği konusunda büyük kaygı taşıyanlar bugünlerde oldukça mutsuz ve biraz da umutsuz. Bu zor günlerde kimse umudunu kaybetmemeli. Babanı, anneni, eşini, çocuğunu, torununu, Cumhuriyeti’ni, bayrağını, Büyük Önder’ini, vatanını, şehrini, köyünü, sokağını, evini seviyorsan umudunu niye kaybedeceksin ki… Sevdiğimiz değerlere bugün, her günden daha sıkı sarılmalıyız. Büyük Şair Nazım Hikmet dizelerinde “Umut, binbir ayaklı/ Umut, güneşte saklı /Umut, edenler haklı, /Umut, insanın hakkı.!” diyor.
Bizlere yılgınlık haram…
İnadına Umut!

///////////////////

Muzaffer Çil Anadolu Lisesi Müdürü Tarık Güven: Müdürüm bugün kendimi ‘fil’ gibi güçlü ve keyifli hissediyorum. Gazeteci Ayhan Aydıner tutuklanmış.

Tepebaşı İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Faideci: Tarık 45 dakika önce onunla görüştüm. Bunu nerenden uydurdun yine! Senin mum bırak yatsıyı, bir saat bile dolmadan söndü. Soruşturma üstüne soruşturma geçiriyorsun hala akıllanmıyorsun. Daha dün biranı yudumlayıp, övgüler düzdüğün gazeteciyle ilgili dedikodu yaparken, kendi evinin camdan olduğunu hiç mi düşünmüyorsun?

Tepebaşı Kaymakamı Sadettin Yücel: Bu Tarık’ı okul müdürlüğünden alıp, öğretmen olarak sınıfa soksak, çocuklara yazık olacak. Müdürlük yapamaz! Öğretmenlik yapamaz! Ne yapacağız bunu ya. Kafe köşelerinde Tarık’ı okul müdürü yapan Ankara’da safa sürerken, ceremesini biz çekiyoruz.

////////

FIKRA

BARMEN RESMEN ERİR

Genç, güzel, üstelik oldukça dekolte kırmızı bir elbise giymiş bir kadın, Pazar akşamı gittiği bir pub’da, bara doğru yürür.
Barmene yaklaşır, elleri ile barmenin saçlarını okşayarak:
“Bu barın sahibi sen misin ?” diye sorar.
“Hayır” der içi eriyen barmen, “Barın sahibi bizim patron…”
Genç kadın elini barmenin dudaklarına götürür ve öpmesine izin verir. “Patrona bir söyleyeceğim vardı…”
Barmen resmen erimiştir. Kendinden geçmek üzereyken sorar :
“Neydi patrona söylemek istediğiniz ?”
Kadın gülümser:
Kadınlar tuvaletinde ne tuvalet kağıdı var, ne sabun var, ne de havlu…”

///////

ÇİVİ

‘Birine çamur atmadan önce düşün ve sakın unutma; ilk önce senin ellerin kirlenecek.’ Leo Tolstoy