Pandemi sebebi ile dünyanın her yerinde etkisini arttıran ekonomik kriz ülkemizi de derinden etkiliyor. Yıllardır uygulanan temelsiz tabansız ekonomi politikaları borçlarımızı olağanüstü arttırdığı gibi Merkez Bankası rezervlerini de eritmiş vaziyette. Halk, ülkenin çok iyi yönetildiği masallarıyla uyutulurken kaynakların har vurulup harman savrulduğunu çaresizce izledik.

Ülkemizde özelleştirme 1986 yılında başlamış ve AKP iktidara gelene kadar 8,2 Milyar dolar özelleştirme yapılmış. AKP iktidarı döneminde ise 62 Milyar dolar özelleştirme geliri elde edilmiş. Bunca gelire rağmen ülkemizin borcu azalmadığı gibi artmaya devam ediyor. Kendinden önceki iktidarları her fırsatta kötüleyen fakat o iktidarlar zamanında yapılan fabrikaları acımadan satan AKP kendi iktidarından sonra gelecek iktidarlara satılabilecek tek bir fabrika yaptı mı diye sormak istiyorum.

İktidarın yapmakla çok övündüğü yol, köprü ve hastanelerin döviz bazında garanti ücretleri sonraki iktidarlar tarafından ödenmeye devam edecek. Bu tabloda AKP’nin ülkeyi iyi yönettiğini söylemek çok mümkün değil. Otomobilden alınan vergiler inanılmaz düzeyde arttırıldı. Bu artıştaki amaç daha çok vergi toplanması ise durum kötü, bu değil de daha fazla araç satışını engellemekse daha da kötü.

Ayrıca bu artan vergilerle araçların ikinci el değeri de artıyor. Çok parası olanlar fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun bu otomobilleri alırlar sonuçta verdikleri para kadar mal varlıkları yükselecektir. Fakat orta gelir grubu bu şartlarda bu fiyatlarda otomobil alamaz. Konut fiyatları içinde aynı şey söylenebilir. Düşen konut kredisi faizleri konut fiyatlarını oldukça yükseltti. Şimdi faizler eski haline geldi fakat konut fiyatları düşmüyor. İktidar sorunları çözmek için çeşitli adımlar atsa da attığı her adım orta ve alt gelir gurubu için hayat şartlarını daha da zorlaştırıyor, bir evim bir arabam olsun hayalleri son günlerde sıkça duyar olduk.

Türkiye’nin CDS primleri yükseldi, şöyle oldu böyle oldu diye. Nedir bu CDS ? CDS (Credit Dafault Swap) yani Kredi Temerrüt Makası ülke risklerini açıklayan bir göstergedir. Yapılan borçlanmalarda alacağı garanti altına almak için ödenen bir nevi sigorta primidir. Ülkenin borcunu ödeyeceğine dair güven azaldıkça risk ve beraberinde CDS primi artar. Türkiye’nin CDS primi bu günlerde tarihi zirvelerde. Bu sebeple dışarıdan borçlanmak son derece maliyetli. Bu sebeple Türk Bankacılık sistemi ve diğer şirketler dışarıdan borçlanma ya da vadesi gelen borcu çevirmek yerine içeriden döviz toplayarak ödemeyi tercih ediyor. Bu durumda zaten sınırlı olan döviz rezervlerinin hızla erimesine ve döviz fiyatlarının artmasına neden oluyor.

İktidarın isteği doğrultusunda Merkez Bankası da faizleri düşük tutunca borç ödemek için var olan döviz talebine yerli yatırımcının talebi de eklenince döviz fiyatları rekor üstüne rekor kırıyor. Bazıları Türkiye’de faizlerinin çok yüksek olduğunu bu sebeple de düşmesi gerektiğini savunuyorlar. Oysa faizin rakam olarak yüksek olması reel olarak yüksek olduğu anlamına gelmiyor. Nominal yani ilan edilen faiz oranı önemli değildir. Elde edilen faizden enflasyon oranı düşüldükten sonra kalan faiz önemlidir. Hatta yabancı yatırımcı için elde edilen faizden döviz fiyatındaki yükseliş düştükten sonra elde kalan önemlidir. Sonuç olarak faizi düşürmenin yolu enflasyonu ve enflasyon beklentilerini düşürmektir. Ekonomiyi bilmeden en azından bilenlerin fikirlerini dinlemeden ülke ekonomisi yönetilirse kriz kaçınılmaz bir son olur.

Depremle yaşamayı öğrenmemiz lazım derken şimdi bir de pandemi çıktı başımıza. Artık pandemi ile de yaşamayı öğrenmemiz lazım. Yüz yüze görüşmeler azalmalı yüzlerce kişinin toplandığı düğünler cenazeler olmamalı. Birçok işimizi evimizden çıkmadan kimseyle temas etmek zorunda kalmadan halledebilmeliyiz. Bankaların, PTT’nin ve benzer diğer kurum kuruluşların önündeki kuyruklar artık bitmeli. Toplu taşımalardaki kalabalıklar tükenmeli. Hayatın her alanında seyrekleşmeliyiz. Konunun uzmanları bundan sonra benzer hastalıkların olabileceğini söylüyorlar. Bugünden yarına aşı ya da tedavi bulunamadığına göre hastalıkların bulaşma ihtimalini düşürmek için birçok tedbir alınabilir. İktidar bu konuda gerekli yasal düzenlemeleri bir an önce hayata geçirmelidir. Daha dikkatli olmak zorundayız. Yerel yönetimlere de düşen birçok görev bulunmakla birlikte bizler de vatandaş olarak kendi sağlığımız için. Salgın hastalıkla ilgili hızlı adaptasyon yapan ülkeler bu süreçten güçlenerek çıkarken hastalığı dikkate almayan ya da tersine hastalık sebebiyle ekonomilerini kapatanlar ise ağır bedeller ödeyecekler. İşte bu sebepten salgını kendi haline bırakıp hasta sayısının hastane kapasitesinin çok üstüne çıkmasına izin vermek ne de sokağa çıkma yasakları ile ekonominin durmasına yol açmamak gerekiyor.