Eğitim Sen Eskişehir Şube Başkanı Özkan Demirkol, Haberes Genel Yayın Yönetmeni Ayhan Aydıner'e özel açıklamalarda bulundu. Demirkol; "Ne yazık ki yönetici atamalarında liyakat yerine sadakat kriterinin öne çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Bu sadakat siyasi partilere, sendikalara, vakıf ve dernek gibi oluşumlara göre değişiyor. Sınavlar kâğıt üzerinde var ama mülakat sistemi, yıllardır yandaş kadrolaşmanın aracı olarak kullanılıyor" dedi.
Eğitim Sen nasıl kuruldu? Kuruluşundaki amaç neydi?
12 Eylül askeri darbesi sonucu kapatılan sendikalar uzun süre örgütlenme çalışmalarında bulundular ve 1990 yılında Eğitim İş ve Eğit Sen olarak eğitim iş kolunda iki sendikada örgütlendiler, daha sonra birleşme kararı alarak 23 Ocak 1995 yılında Eğitim Sen’i kurdular, Eğitim Sen eğitim emekçilerinin siyasal baskılardan uzak, demokratik ve örgütlü bir mücadele çatısı altında buluşma ihtiyacının sonucunda kuruldu. Kuruluş amacımız yalnızca eğitim emekçilerinin ekonomik, sosyal ve özlük haklarını savunmak değil, aynı zamanda eğitimin laik, bilimsel, demokratik ve kamusal niteliğini korumak ve demokratik, bilimsel ve özerk bir üniversite ortamının sağlanmasıyla ilgili mücadele yürütmektir. Bugün gelinen noktada, bu amaçların her biri hâlâ ihlal edilmekte olduğu için Eğitim Sen mücadelesi her zamankinden daha hayati hale gelmiştir.
Eskişehir’de ve Türkiye’deki üye sayınız ne kadar?
Eskişehir’de 1200 eğitim emekçisinin yer aldığı güçlü bir örgütlülüğümüz var. Türkiye genelinde ise Eğitim Sen, 85000 eğitim emekçisinin örgütlenmiş olduğu bir sendika. Ancak gerçek sorun, sayılardan ziyade, Eğitim Sen’in muhalif duruşunun, emek ve sınıf mücadelesinde kararlı ve mücadeleci çizgisinin siyasal iktidarları rahatsız etmesi ve sendikal alanın baskı altına alınması nedeniyle örgütlenme hakkımızın sürekli zayıflatılmaya çalışılmasıdır. Ancak siyasal iktidarın tüm baskısına ve sarı sendikaların karalama çabalarına karşın mücadeleci kimliğimizden ve yüzyılı aşan sendikal birikimimizden asla ödün vermedik, vermeyeceğiz.
Türkiye eğitim sisteminde en büyük sorun nedir?
Türkiye eğitim sisteminin en büyük sorunu, siyasi iktidarın eğitimi ideolojik bir dönüşüm alanı olarak görmesidir. Bilimsel ve laik eğitimden uzaklaşma, müfredatın tek taraflı hazırlanması, dini referanslarla eğitimin şekillendirilmeye çalışılması, ÇEDES uygulamalarıyla dini vakıf ve cemaat yapılanmalarının eğitim süreçlerine dahil edilmesi ve eğitimcilerin görüşlerinin yok sayılması eğitimi derin bir krize sürüklemiştir. Yine öğrencilerin yeteneklerine ve pedagojik yaklaşımlara göre hazırlanmayan mesleki eğitim programları ve öğrencileri eğitimden koparan MESEM uygulamaları Mesleki Eğitimleri çocuk emeği sömürüsüne yol açan sorunlu bir hale dönüştürmüştür. Bir başka sorun ise eğitimde piyasalaşmanın önünün ardına kadar açılması ve özel okul sayılarının hızla artması, kamusal eğitime ayrılan bütçe payının ihtiyaçları karşılamaktan uzak olması ve bunun sonucunda okullara gönderilen yetersiz ödeneklerin ihtiyaçları karşılamaması, eksik personel, güvenlik elemanı ihtiyaçlarının okul aile birlikleri üzerinden velilerden alınan bağış ve aidatlarla temin edilmeye çalışılarak yoksul ve dezavantajlı ailelerin çocuklarının gerekli eğitim süreçlerinden yeterince yararlanamamasına yol açmıştır. Ayrıca günümüz koşullarında ekonomik kriz nedeniyle ailelerin yaşamış oldukları alım gücü kayıplarının çocuklar üzerinde yarattığı tahribat çok fazladır, okula giden her dört çocuktan biri sağlıklı ve yeterli beslenme yapamamakta, okula aç gitmektedir. Yüksek öğretimde okuyan öğrencilerin büyük bir bölümü maddi olanaksızlıklar nedeniyle istedikleri bölüm ve üniversitelerde eğitim görememekte ve birçoğu hem çalışıp hem okumak zorunda kalmaktadırlar. Eğitim, bilim insanlarının ve eğitimcilerin söz sahibi olduğu bir alan değil, ne yazık ki siyasal tercihlerle yönetilen bir mekanizma haline getirilmiştir.
Eğitimcilerin bugün yaşadığı sorunları anlatır mısınız?
Eğitim emekçileri bugün ekonomik olarak yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor. Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi uygulamalar, öğretmenleri bölen, itibarsızlaştıran ve kademeli bir ayrımcılığa yol açan düzenlemelere dönüştü.
Buna ek olarak:
Artan iş yükü, atamalardaki liyakatsizlik, haksız ve hukuksuzca belirlenen norm çizelgeleri, resen atamalar sonucu aile bütünlüklerinin bozulması, okullardaki güvenlik zafiyetleri ve öğretmene yönelik şiddet, yaşadıkları mobbingler, sürekli değişen sınav ve müfredat politikaları öğretmenliği giderek daha zor bir meslek haline getiriyor. Öğretmenlerin sesi duyulmuyor, talepleri sistematik şekilde görmezden geliniyor ve Bakanlığın plansızlıkları ve yanlış uygulamalarının cezasını Eğitim Emekçileri çekiyor.
Eskişehir’deki eğitim kalitesini nasıl buluyorsunuz?
Eskişehir genelde eğitimde iyi bir profil çizen bir şehir olarak bilinse de bunda gerilemeler yaşanmaya başladığını görüyoruz, çünkü merkezi eğitim politikalarındaki çöküş ve yereldeki bazı uygulamalar Eskişehir’i de doğrudan aşağı çekiyor. Bugün Eskişehir’de okulların birçok sorunlarının olduğunu görüyoruz, bazı okullarda derslikler yetersiz, bazı okullarda aşırı yığılmalar var, bazı okul binaları yıllardır yenilenmeyi bekliyor, depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle boşaltılmış olan okullarımızda halen çalışmalara başlanmadı, ayrıca ikili eğitim ve tam gün eğitim gören okullarımızın ders sürelerindeki dengesizlikler eğitimde eşitsizlikleri derinleştiriyor.
Daha vahimi, yönetimsel kararların birçoğu liyakatten uzak, objektif kararlarla alınmadığı için çalışma barışı bozuluyor. Bunun son örneğini proje okulu öğretmen atamalarında görmüş bulunuyoruz. Okulların nitelikli eğitim üretmesi için gerekli akademik, bilimsel ve pedagojik ortam giderek zayıflıyor. Kâğıt üzerinde başarı göstergeleri yaratılmaya çalışılsa da sahada eğitimciler sıkıntılar yaşamakta, öğrenciler eşitsizliklerle boğuşuyor.
Eskişehir’in potansiyeli yüksek olmasına rağmen, bu potansiyel yanlış yönetim tercihleri ve siyasal/sendikal kadrolaşma yüzünden heba ediliyor. Gerçek bir iyileşme ancak şeffaf, liyakat odaklı, bilimsel eğitim politikalarıyla mümkün olabilir; aksi hâlde Eskişehir de Türkiye’deki genel eğitim krizinin bir parçası olmaya devam edecek.
Türkiye’de sendikacılık yapmak zor mu? Bu konuda yaşadığınız güçlükler neler?
Türkiye’de sendikacılık yapmak, özellikle hak temelli, eleştirel ve muhalif bir çizgideyseniz, elbette çok zor.
Özellikle EĞİTİM SEN olarak karşılaştığımız güçlükler:
- Sendika üyelerine yönelik idari baskılar,
- Soruşturmalar, disiplin cezaları ve sürgünler,
- Sendikalar arasında ayrımcılık yapılması,
- Toplu sözleşme düzeninin kamu emekçileri lehine işlememesi,
- Demokratik hakların kullanımı sırasında fiili ve idari engeller.
Daha birçok sayabiliriz, bunlar en temel ve ilk akla gelenler. Eğitim Sen olarak her dönemde bedel ödemiş bir sendikayız ama mücadele geleneğimiz de tam buradan güç alıyor, bu nedenledir ki Eğitim Enternasyonalinin Türkiye’de ki tek temsilcisiyiz.
Türkiye ve Eskişehir’de eğitim yöneticilerinin atamalarının adaletli olduğunu düşünüyor musunuz?
Ne yazık ki yönetici atamalarında liyakat yerine sadakat kriterinin öne çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Bu sadakat siyasi partilere, sendikalara, vakıf ve dernek gibi oluşumlara göre değişiyor. Sınavlar kâğıt üzerinde var ama mülakat sistemi, yıllardır yandaş kadrolaşmanın aracı olarak kullanılıyor. Eskişehir’de de zaman zaman benzer sorunlar yaşanıyor. Eğitim yöneticiliği, sendikal veya siyasal yakınlıkla değil, eğitim bilimi birikimiyle ve yönetim yetkinliğiyle belirlenmelidir. Aksi halde okulların kalitesi ve çalışma barışı zedeleniyor.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ile ilgili düşünceleriniz neler?
Sayın Bakan’ın uygulamaları, eğitim sistemini daha demokratik, daha bilimsel veya daha katılımcı hale getirmiyor. Müfredat hazırlık süreçleri kapalı kapılar ardında yürütülüyor, eğitimcilerin ve eğitim biliminin görüşü alınmıyor. Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi düzenlemelerde de en çok etkilenecek olan öğretmenlerin önerileri yok sayıldı. Bakanlık, eğitimin gerçek sorunlarını çözmek yerine ideolojik bir dönüşüm peşinde koşuyor. Bunun yanı sıra eğitimin piyasalaşması ve dinselleşmesi konusunda birçok işbirliği ve protokoller yapılıyor. Son olarak ortaya atılan liselerin süresinin kısaltılması çalışmaları eğitimin pedagojik yararından çok sermaye örgütleri, cemaat oluşumlarının isteklerini karşılar şekilde planlanıyor. Ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunlarına çözüm bulunamıyor. Özel sektör öğretmenlerinin açlık sınırı altında ücret almalarına yönelik çalışmalar yapılmıyor. Plansızlıkların ve yanlış uygulamaların (proje okulu atamaları ve norm fazlası öğretmenlerin resen atama sonucu mağdur edilmesi gibi) cezasını eğitim emekçileri çekiyor. MEB Akademi uygulamaları sonucunda öğretmen istihdamı ve yetiştirilmesi konusunda eğitim fakülteleri değersizleştiriliyor. Sayın Bakan bakanlık koltuğuna birkaç yıldır oturmuş olabilir ancak daha öncesinde müsteşarlık dönemi de hesaba katılırsa MEB uygulamaları ve ortaya çıkan sorunların yeni olmadığını ve çok öncelerden bu sorunların tarafı olduğu da gözden kaçmaması gerekir. Biz Eğitim Sen olarak Bakanlıktan şeffaflık, ortak akıl, bilimsel, laik ve kamusal eğitim istiyoruz; ama mevcut yönetim anlayışı bu beklentileri karşılamıyor.
Eskişehir İl Milli Eğitim Müdürü Sinan Aydın ile ilgili düşünceleriniz neler?
Sayın İl Müdürü ile geçen yıl göreve başlamam nedeniyle tanışmak ve eğitimle ilgili sorunları görüşmek amacıyla Eğitim Sen Eskişehir Şubesi olarak randevu talep ettik ancak geri dönüş alamadık. Sonraki süreçte norm fazlası öğretmenlerin belirlenme süreçleri, bu süreçte yapılan haksızlıklar ve Resen atamaların yaratacağı mağduriyetler ile ilgili görüşmek üzere kendisiyle tekrar iletişime geçtik ve zor randevu alabildik. Görüşmeye gittiğimizde kadın yürütme kurulu arkadaşımıza yönelik sarf ettiği sözlerden, tavrından ve eğitim emekçilerinin taleplerini iletirken bizlere karşı takındığı tutum ve üslup sonrasında görüşmeyi yarıda bırakarak odasından ayrıldık. Bir İl yöneticisi herkese, her sendikaya eşit mesafede olmak zorundadır, kadın erkek ayrımı, siyasi görüş, dünya görüşü ayrımı gözetmemelidir. Temsil ettiği makamdan; sahadaki öğretmenlerin yaşadığı sorunların çözümü konusunda daha kapsayıcı, daha şeffaf ve daha liyakat odaklı bir yönetim anlayışı beklentimiz var. Bunu sadece Sinan Aydın özelinde değil, en alt kademede okul müdür yardımcısından okul müdürüne, il/ilçe milli eğitim şube müdürlerinden müdür yardımcılarına kadar tüm yönetim kademesinde bulunanlardan bekliyoruz. Eskişehir’de bazı atamalar ve görevlendirmelerde adalet tartışmaları yaşanıyor. Eğitim yöneticilerinden beklentimiz, tüm eğitim emekçilerine eşit mesafede durmaları ve kararlarında sendikal/siyasal referansları değil, hakkaniyeti esas almalarıdır. Bu anlamda Eskişehir’de de eleştirilerimiz var ve bu eleştirileri söylemekten geri durmuyoruz. Şu asla unutulmamalıdır; makamlar kalıcı kişiler gidicidir.