Ülkemizin önde gelen Çalgı Yapım Ustası ve Müzik Tarihi Araştırmacısı Gökçe Güneygül, Haberes Dergisinin 65’nci sayısına konuk oldu.
Yazarımız Cem Aksu ile keyifli sohbet eden Güneygül; “Ağacı şekillendirirken o sazın tınısını yüreğinizde duymak ne kelime tamamen taşıyorsunuz. Ve sazın sesinin duyumunu düzgün aktarabilmek için tüm zihinsel, duygusal, fiziksel bütünlüğünüzü tek noktada odaklayarak bu hissi somut olarak dünyanın ve insanların ses evrenine aktarabilmek için çabalıyorsunuz. İlginçtir ki bu his dünyası, nedense tarihî çalgıların yeniden canlandırılmasının üretim süreçleri esnasında sizde daha da vücut bulabiliyor” dedi.
Gökçe hanım bize kendinizden bahseder misiniz? Nerede doğdunuz nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Merhaba. Çocukluğumdan beri en baskın özelliğimin merak ettiğim, sevdiğim konuların peşinden giderken kendi potansiyelinin sınırlarını bulabilmek pahasına azimle, aşkla zaman, imkân, mekândan azadeliği deneyen ve deneyimlemeye çalışan meraklı ve didaktik biri olduğumu söyleyebilirim. Bu özelliğim hayatımın geneline yön veren tetikleyici bir duygu olmasına rağmen bahşedilmiş nefesimizin varlığını, sevdiklerimizi, sevenlerimizle yaşamayı, hayatın akışını kaçırmamayı ve elden geldiği kadarıyla hayatı ertelememeyi, bana öğretildiği ve hissettiğim gibi ömür yolunda yürümeyi düstur edinmeye çalıştığımı özetleyebilirim. İstanbul’un Üsküdar semtinde doğdum. Şimdiden geriye doğru baktığımda, genel standartlara göre değişik yaşantılar içeren bir çocukluk ve ilk gençlik dönemi geçirdim. Anaokulundayken, ilkokula giden öğrencilere özendiğimden dolayı normalden erken yaşta ilkokula başladığım, ilkokul yıllarımda hemen hemen tüm müsamerelerde, özel günlerde bir görevimin olduğu, ailemin özel isteğiyle gittiğim özel okulların, özel yapılandırılmış müzik sınıflarında piyano ve kayıtlar eşliğinde işlenen derslerdeki Batı Müziği ve okul şarkıları ağırlıklı bir müzik eğitimi düzeninde flüt çalarak, şarkı söyleyerek vakit geçirdim dönemin özel okul genel müfredatındaki yoğun bir ders programı temposuyla, özel derslerle desteklenen bir eğitim süreciyle ve benim jenerasyonumda yaşayan her çocuk gibi sokakta arkadaşlarımla oyun oynadığım, gerek yöresel halk danslarını öğrendiğim, gerek eğlendiğim, ailemle vakit geçirdiğim çocukluk dönemini barındıran bir hayat hikâyem var. İlkokul-ortaokul–lise öğrenimini İstanbul’da tamamladım. Ortaokul döneminde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tarih derslerine misafir öğrenci olarak katıldım. 1991-1992 yılından itibaren Doç. Dr. Oruç Güvenç yönetimindeki TÜMATA (Türk Mûsıkîsini Araştırma Ve Tanıtma Grubu) bünyesinde çeşitli konser, turne ve organizasyonlarda korist ve dansçı olarak görev aldım. 1992-1993 döneminde Sultanahmet’teki Türk Müzik Evi’nin iki şubesinde aile atölyesinde çalışmaya başladım. Çalgı Yapım ustası manevî babası Feridun Obul’dur. Sultanahmet Soğukçeşme Sokağı’nın girişinde yer alan eski, cumbalı ahşap dokulu bir evde (Bestekâr, Udî Arif Sami Toker’in dershanesi ve evi) faaliyet gösteren Türk Müzik Evi atölyesinde çalışmalarına devam ettim. 1997 yılında bölüm ikincisi olarak girdiğim İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsıkîsi Devlet Konservatuarı Müzik Teknolojileri Bölümü Yaylı Çalgı Yapım Ana Bilim dalında lisans eğitimini tamamladım. Ailemle birlikte Türk Müzik Evi Çalgı Koleksiyonu ile çeşitli kurum ve kuruluşlarda sergi, fuar, seminer, workshop faaliyetleri düzenledim. Çalgı tarihi ve çalgı bilimi üzerine yoğunlaşan bireysel araştırmalarını sürdürmekteyim. Kısa bir dönem İstanbul MEM’de Müzik Akademisi Koordinatörü olarak görev aldım, Halen Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki bir lise bünyesinde müzik öğretmenliği ve Afyon Müzik Müzesi danışma kurulu üyeliğini yapmaktayım. ‘’Evliyâ Çelebi’nin Kayıp Sazları’’ adlı kitabın da yazarıyım. Ayrıca ‘’Tanbûrun İzinde-Tanbûrnağme’’ adındaki kitabın çalışmalarımı sürdürmekte, yayına hazırlamaktayım.” Çocukluk dönemime bugün baktığımda tekstil tasarıma olan özel merakımdan ötürü erken yaşta (12-13 yaş) moda tasarım, stilistlik-modelistlik eğitimi almamın, Orta Asya coğrafyasına, mûsıkîsini ilişkin şiirler yazan bir dönem geçirmemin, ortaokul yıllarında “ne olmak istiyorsun?” sorularına “İlk kadın Cumhurbaşkanı…” diye cevap vererek, bu geleceği hayal edebilmemin, ortaokul talebesiyken tarih dersinden ikmale kalmamla birlikte belirli günlerde okuduğum ortaokuldan izin alarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk Millî Kültürü derslerine misafir öğrenci olarak katılımımdan ötürü, o dönemdeki hocam efsanevî Türkolog Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun öğrencisi merhum Prof. Dr.Abdülkadir Donuk Hoca tarafından derse kabul edilmekle, hocasının kitaplarını hediye etmekle kalmayıp, okuduğum okula yazılı tebrik belgeleri iletmesi benim özel çocukluk anılarım arasında başka yerde yer alır. Bu dönemde bahsi geçen gelişmelerden haberdar olan Cumhuriyet tarihinin ilk kadın tarih öğretmeni rahmetli Fatma Refet Angın Hoca’nın özel olarak okuduğum ortaokulda beni ziyarete gelmesi, onure etmesi hayatımdaki bu döneme ait bende en farklı iz bırakan, çocukluk yıllarıma ait paylaşmak istediğim enteresan anılarım arasında olduğu kanaatindeyim.
Müziğe olan ilginiz ne zaman başladı sizi yönlendiren biri oldu mu?
Müziğe olan ilgimin kesin olarak hangi tarihte uyandığını tam anımsamasam da, anneciğimin anlattığı kadarıyla bebekken bile bana özel klasik eserler, müzikler dinleterek, müziğe aşinalık kazanmamı sağladıklarını biliyorum. İlkokul yıllarındaki annemin hediyesi olan orgda devrin bilinen şarkılarını kulaktan çalmaya başladığımı anımsıyorum. Anneciğim Sema Hanım’ın dünyadaki müzik akımlarına, türlerine, Türk müziğine, o dönem ender bulunan profesyonel ev ses sistemlerine, ses sanatçılarının sahne performanslarına olan kişisel merakından ötürü çok erken yaşta birçok sanatçıyı, icracıyı sahnede izleme, özel kayıtlarını dinleyebilme olanağımın oluşmasıyla müziğin etki alanına girdim sanıyorum. Rahmetli anneannemin dinlediği türkülere, Klasik Türk Müziği’ne olan, gün boyu açık olan radyo ya da bantlarda çalan ezgilerin, mırıldandığı şarkıların bende bıraktığı anılar, şu an yurtdışında yaşayan teyzemin küçük yaşlarda bana opera ve Klasik Batı Müziği ilgisini aşılamasıyla, müzikal ve opera etkinliklerine götürmesiyle müziğe olan merakım daha da arttı. İlk gençlik dönemimde babamın hangi müzik türü ve zevkine eğilim gösterirsem göstereyim (pop, rap, rock, metal, etnik, Anadolu Rock müzik vb.) hoşgörüyle, müzik tercihlerime saygı göstererek tüm hoşlanmadığı türlerdeki müzik konserlerine bile itiraz etmeden eşlik etmesi de bu gidişata başka bir boyut kazandırdı. 13 yaşında Türk Mûsıkîsini Araştırma Uygulama Topluluğu’nda (TÜMATA) korist ve dansçı olarak tüm etkinliklerde görev aldım. Bununla birlikte, grubun kurucusu olan Müzikoterapist, Etnomüzikolog Doç.Dr. Oruç Güvenç’in verdiği müzik ve tarih alanındaki araştırma ödevlerinin, beni eğitmeye çalışmasının, 13 yaşında durmaksızın bir süre dombra çalmaya çalışmamın, en önemlisi şarkı söylemeyi ve dans etmeyi çok sevmemin tesiriyle tam tekmil müziğe ve müzik eğitimine odaklanma, yönlenme nedenlerimin doğduğunu düşünüyorum.
Siz aynı zamanda müzik aletleri yapımcısısınız. Bir ağaç parçasından bir müzik aleti yapmak nasıl bir duygu? Ağacı şekillendirirken o sazın tınısını yüreğinizde duyuyor musunuz?
Tekrara düşecek olsam da, her zaman yürekten düşünerek, dile getirdiğim konu şu ki: Bir ağaç parçası dediğiniz somut âlemde nefes alan, oksijen taşıyan canlı bir organizma ve canlı bir yapıdır. Tasavvuf ilminin felsefesine göre de, kâinattaki her canlı varlık gibi o da yaratıcısının, Yaradan’ın adını zikreder. Bu konunun bir diğer manevî açısıdır. O nedenle bir ağacın parçasından kopan ve yeniden dile gelen sesin tınısını duyurabilmek, bu cihanda yaratılmış ve var olanı yeniden keşfetme sürecinde aracı olabilme hissiyatı bir nevi elçilik, aracılık gibi bir duyguyu içinize işler. Ağacı şekillendirirken o sazın tınısını yüreğinizde duymak ne kelime tamamen taşıyorsunuz ve sazın sesinin duyumunu düzgün aktarabilmek için tüm zihinsel, duygusal, fiziksel bütünlüğünüzü tek noktada odaklayarak bu hissi somut olarak dünyanın ve insanların ses evrenine aktarabilmek için çabalıyorsunuz. İlginçtir ki bu his dünyası, nedense tarihî çalgıların yeniden canlandırılmasının üretim süreçleri esnasında sizde daha da vücut bulabiliyor.
Her müzik aleti için ayrı cins ağaç mı kullanılır? Her cins ağaçtan her müzik aleti yapılabilir mi?
Her müzik aleti için ayrı ağaç ve malzeme kullanılır. Meselâ kuzey bölgelerde Sibirya, Tuva bölgelerinde iklim soğuk olduğu için kayın, çam gibi ağaçlar, sıcak iklimi olan Türkistan bölgesinde dut, zerdali, armut, ladin gibi ağaçlar kullanılır. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki her cins ağaçtan deneysel üretimler yapabilirsiniz, bu sizin kişisel tercihinize kalmıştır. Lakin ses kalitesi açısından olumlu sonucu alabilir misiniz? Asıl soru budur.
Bir yandan da araştırmacı kimliğiniz olduğunu biliyorum. ‘’Evliya Çelebi’nin Kayıp Sazları’’ kitabınızdan bahsedebilir misiniz bizlere? Bu kitap nasıl oluştu? İçeriğinde neler var?
Estağfurullah. Tarihten bugüne gelen “Müzik Araştırmacılığı” kimliğinin hakkını verebilmek çok basit bir kavram olmadığından ötürü aktif olarak devam eden müzik öğretmenliği mesleğimin yanısıra müzik tarihi araştırma ve çalışma disiplinini bırakmayarak, bu kimliği taşımaya çalışıyorum diyebilirim.
Seslerin seyyahı, makamdan makama geçkiler, seslerin arasında seyrederek yaptığı seyirler, birbirinden farklı lisanlarda okuyabildiği müzik eserleri ile dönemin padişahlarını bile ardından sürüklemiştir. Onların musahibi, dostu olan, usülbend deffaf, ilimle donanmış, manevî bir neşenin de kaynağı, halk arasında çoğunlukla muzip söylemleriyle tanınan Evliya Çelebi’nin kayıp sazları başlığı kendi müzik tarihimizdeki kaybolan çalgılarımızın tarihsel bir gerçeklik taşıyan hikâyesidir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinin İstanbul’u anlatan birinci cildinde yer alan Sultan 4. Murad’ın emriyle toplanan Bağdat Seferi Alayı’nda görevli, bizzat tanıdığı, tanımadığı sazendeleri ve icra ettikleri sazları anlattığı ana metin temel alınarak, literatür, arşiv, tarihî görsel (minyatür, çarşı resmi, gravür, kartpostal, fotoğraf vb.) tarama çalışmalarıyla pekiştirilen araştırma bulgularının özetlenerek bir araya geldiği 2011 yılının aralık ayında yayınlanan Evliya Çelebi’nin Kayıp Sazları kitabı, yazılmasına dair gerçekte hiç planlanmayan, ön görülemeyecek gelişmelerin olduğu hayali bir kitap olarak, sanatsal, ilimsel, bilimsel üretimin kuluçka evresi dediğimiz yıllar alan bir süreden çıkagelen, beklenmeyen ilhamla gerçeğe ve kaleme dökülmüştür. Bugünlerde hazırladığım ikinci kitabımın, ‘’Tanburun İzinde-Tanburnağme’’ Türk Mûsıkîsi tarihinin evrelerine tanıklık etmiş olan tanburun, yurt efsanesi haline gelmiş tanburilerin meşk halkaları, tanburun izinden giden tanburilerin röportajları, anıları ve ömürlerinin kaleme alındığı bir anı albümü-sözlü tarih çalışması türünde, sosyal sorumluluk projesi olarak sonuçlanmak üzere. Anı albümü-sözlü tarih-çalgı bilim- tarihsel müzikoloji disiplinlerini, türlerini bütünleştiren, kendi sahasında çalışılmış tek eser olma niteliği taşıyacak kadar iddialı bir yapıda ilerlemektedir.
İnsanlık tarihinin ilk müzik aleti neydi? Bu zaman kadar gelebildi mi? Geldiyse de nasıl bir değişim göstermiştir?
Şu anda kayıtlara geçen en eski müzik aleti yaklaşık elli bin yaşında olan, kemikten yapılan “Divje Babe” olarak adlandırılan bir flüt, kaval olarak kayda geçmiştir.
Eskişehir’e hiç geldiniz mi? Neler söylemek istersiniz şehrimizle ilgili?
Eskişehir’de Sazova Parkı’nda bulunan Türk Dünyası Bilim Kültür ve Sanat Merkezi'nin içinde bulunan Müzik Müzesi’nde sergilenen tahmini 390 civarı çalgının 250 çeşidini manevi babam, Enstrüman Yapım Ustası Feridun Obul imal ettiğinden dolayı Eskişehir’i çeşitli aralıklarla ziyaret ediyorum. Müzenin kuruluşunda önemli katkılarını esirgemeyen başta o dönem değerli bakanımız Nabi Avcı hocamız, projenin uygulamaya konmasında danışman olarak yer alan merhum Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç, projenin plan, projesini üstlenen Mehmet Bey’in kültürümüze hediye ettiği bu önemli müzenin bizde manevî ayrı bir yeri vardır. Manevî babamın doğduğu şehirde yani Eskişehir’de hayata geçen bu projenin, hizmetin bir parçası olmaktan dolayı büyük onur, gurur duyuyoruz. Ailece Eskişehir’i de çok seviyoruz. Ayrıca bu röportaj imkânı için emeği geçen herkese teşekkür ederim.