Bu cümle birkaç kez okunduğunda, okuyan için çok farklı duygular uyandırabilir. Günümüzün teknolojisi ile kısa sürede ulaşılan gelişigüzel bilgiler ile “ben her şeyi biliyorum” duygusuna sahip iç görüsü olmayanlar için anlaşılması oldukça zor iken, okudukça bilgi açlığı artanlar için ise bir kritisizm yani felsefi eleştiridir.

Bu cümlenin sahibi ise, yeryüzündeki türlerin oluşumunu ve zaman içindeki değişimini sağlam bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı olarak savunan ve “evrim teorisi” adı ile ortaya atan Charles Darwin’dir.

Charles Darwin, 12 Şubat 1809’da İngiltere’nin Shrewsbury kentinde zengin bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Dedesi, Zooloji kitabında bir türün bir başka türe dönüşebileceğini iddia eden Erasmus Darwin’dir. Eğitimine, Tıp doktoru olan babasının ve dedesinin izinden gitmek için Tıp Fakültesinde başlayan Darwin, fikrini aniden değiştirerek kilisede teoloji (din bilimi) okumaya başlar. Bir din öğrencisi olsa da zamanının çoğunu böcek toplayıp onları inceleyerek geçirir. Bu merak onu “Yaratılış” destanını ispatlamak için 5 yıl sürecek ve tüm dünyayı görmesini sağlayacak bir gemi yolculuğuna cesaretlendirecektir. Gemi rotası, Güney Amerika’dan,  Ekvator kıyısını takip ederek Galapagos Adaları’na doğrudur.  Darwin burada saka kuşları, kaplumbağalar ve alaycı kuşlar üzerinde çalışır. Darwin, Kırmızı Defter adını verdiği defterinde, “Bir türün bir başka türe değişebileceği” konusunda ilk makalesini yazar ve bu makalede Evrim Ağacının basit bir çizimine de yer verir. Bununla beraber Darwin, kendi yaratmış olsa da Hristiyan dünya görüşüne aykırı olan bu fikri kabullenmekte zorlanır. Temmuz 1858’de, doğal seçilim yoluyla evrim teorisini açıklamaya karar verir ve 1859’da teorisini bir kitap halinde yayımlar. Bu ilk kitabın ardından 12 yıl sonra da “İnsanın Türeyişi ve Cinsiyete Mahsus Seçilim” adlı kitabı ile insan evriminden bahseder. Doğal seleksiyon, adaptasyon teorisinde önemli kavramlardır ve evrimi şu şekilde özetler; “Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan. Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan”

Charles Darwin‘in, onu çok yoran bir sağlık sorunu vardır. Kusma nöbetleri, bağırsak ağrısı, baş ağrıları, şiddetli yorgunluk, cilt sorunları, baş dönmesi, eklem ağrıları, hissizlik ve depresyon yaşamını çoğu kere zorlaştırmış ve hekimler tarafından tanısı ve tedavisi net olarak yapılamamıştır. Darwin’e önerilen ilaçlar, limonlar, Hint birası, hidroterapi, kodein ve benzeri maddelerdir ve kimi zaman yarar gördüğünü söyler. Birçok makalede olası arsenik zehirlenmesi, Chagas hastalığı, çoklu alerji, hipokondri veya yas sendromu gibi tanılarından da bahsedilir.  Sağlık sorunlarının büyük bir kısmının kızı Anne’in hastalanıp öldüğü 1851’den sonra artması çoğunlukla psikiyatrik tanılar ile açıklanmasına neden olur. Darwin 73 yaşına geldiğinde, mide sorunları biraz azalır, ancak belleği kötüleşir. Bir gezi sonrasında başlayan baş dönmesi sorunu kalp yetmezliğine dönüşür.19 Nisan 1882 de hayatını kaybeder. Son yıllarda yazılan bir makalede, Darwin'in tüm şikayetlerine sistemik laktoz tolerans bozukluğunun sebep olduğu şeklinde bir hipotez oluşturulmuştur. Laktoz tolerans bozulması, sütte bulunan temel karbonhidrat olan laktozun sindirilememesine bağlı olarak gelişen bir sindirim sistemi hastalığına verilen isimdir. Bu hastalıkta, kusma ve bağırsak sorunları, laktozun kalın bağırsağa ulaşması için geçen süre olan yemekten iki ila üç saat sonra ortaya çıkar. Kalıtımla geçen bir durumdur. Araştırmacılara göre, Darwin şans eseri olarak süt ve krema almayı bıraktığında iyileşmiştir. İlginç olan ise laktozun insan oğlunda emilmesinin evrim ile yakından ilişkili olduğudur. Buzul çağında, sindirim için gerekli olan laktaz enziminin üretilememesi nedeniyle süt yetişkinler için bir toksin iken, peynir ve benzeri süt ürünlerini yapan toplulukların göçü ile insanoğlu bu enzim konusunda bir evrimi yaşar. Diğer bir görüş, laktoz sindiriminin insan evriminin kültürel tarafını şekillendirdiği şeklindedir. Çünkü laktozu sindirebilen popülasyonlar kıtlıklardan daha kolay çıkarlar ve dolayısıyla daha başarılı fetihler yapabilirler. Böylece kendi medeniyet ve kültürlerini daha uzaklara yayabilirler. 

Darwin’in hastalığı olduğu konusunda ısrar ile savunulan bir hastalık daha vardır ki, bu hastalığın ismi “Chagas” hastalığıdır. Parazitlerin yol açtığı bir enfeksiyon hastalığı olup, bulantı, kusma, baş dönmesi, ateş, bellek bozulması ve sonunda kalp hastalığı yapar. Hastalığın belirtileri 10-20 yıl sonra görülebilir. Buradan hareketle parazitin Darwin’e gemi seyahati sırasında bulaşmış olabileceği söylenebilir.

İnsanoğlu, sağlığının bilinmezliğini tartıştığı, bununla beraber türünün devamlılığı ile ilgili bilinirliğini sağlayan Charles Darwin’i asla unutmayacaktır. Darwin’in günümüze kadar gelen ve her seferinde yeniden düşünmeye sevk eden pek çok sözleri vardır. Bunlardan biri ile yazıyı bitirmek isterim.

“Bilim ve sanat bir kuşun kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk toplum, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında olmaz.”

Sevgi ile