Bir uzun yol sürücüsü direksiyona oturduğu anda hedefine kilitlenir. Tüm dikkatini yola ve aracına verir. Onun tek düşüncesi aracını sağlıklı bir şekilde varış çizgisine ulaştırabilmektir. Sürücü için başarı, beş on saatlik yolculuğun sonunda, yolcularını bekleyenleriyle kucaklaştırabilmektir. Sürücü, yola çıkmadan önce aracındaki eksikliklerini giderir, yakıtını tamamlar. Kendisini fiziksel ve düşünsel olarak yola hazırlar. O da bilir ki hazırlık olmadan sonuca ulaşılamaz. Yani göç yolda düzülmez. Sporcular içinde durum böyledir: Onlar için başarı, karşılaşmanın sonunda istediği sonuca ulaşabilmektir. Öğrencilerde şu sloganı çok iyi bilir: Sınav salonda değil, öncesinde kazanılır.

Yıllardır eğitimin içindeyim. Öğretmen, yönetici, müfettiş, televizyon programcısı, kitap yazarı, öğrenci danışmanı olarak tecrübelerimin bana öğrettiği bir şey oldu: Çocuklarımızı olumlu ruh haline sokamadığımız sürece öğrenme denilen şey gerçekleşmiyor. Onların seçme hakkına saygı duymadığımız zaman okulu sevmiyorlar.  İlgi yetenek ve beklentilerine duyarlı olmadığımız sürece çocuklarımız mutlu olamıyorlar. Onların doğuştan getirdiği merak ve keşfetme duygusunu işe koşamadığımız da öğrenme oluşmuyor. Bir televizyonun alıcısı kapalı ise, verici ne kadar kaliteli yayın yaparsa yapsın, bu yayın izlenemez. Bir yük kamyonu kendisi için biçilen tonajdan fazla yük taşıyamaz. Ya çocuklarımıza yüklediğimiz yükler? Onlar bu yüklerin altında ezilirken bizler ne yapıyoruz?

Çocuklarımızın akademik benliklerinin zarar görmesini istemiyorsak, ruh hallerinin bozulmasına gönlümüz razı olmuyorsa, daha kullanmadan eskime olasılığı oldukça yüksek olan yeni bilgileri edinmek için onların zihinlerini kontrol etme yerine, nasıl öğrendiklerine odaklanmalı ve öğrenmeyi öğretmeliyiz. Öğretimi kişiselleştirerek her bireyin farklı bir dünyaya sahip olduğunu anlamalı, onlara nasihat verme yerine, kendi kararlarını alabilmelerine ve kendilerini anlayıp doğrularını bulabilmelerini rehberlik etmeliyiz etmeliyiz. Unutmamalıyız, nasihatler işe yarasaydı hepimiz mükemmel insanlar olurduk. Yıllardır büyüklerimizden nasihatler dinleyerek büyüdük.

Çocuklarımızın, gençlerimizin yaratıcılıklarını ön plana alıp, onlara nasıl başarısız olacaklarını değil, nasıl başaracaklarını öğretmeliyiz. Akıllarının önüne set çekme yerine, akıllarını özgürleştirmeliyiz. Oysa onlar yıllarca başarısız olmayı öğrendiler hem de bizden. Nasıl başaracaklarını, hayata nasıl tutunacaklarını öğretmek yerine, nasıl başarılı olamayacaklarını öğrettik onlara; çünkü bize de öyle öğretilmişti. Farkında olmadan aynı mirası çocuklarımıza bırakıyoruz. Onların zihinlerinde açılan yaraları hala fark edemedik. Başarısızlığa uğradıkça nefret etmeyi öğreniyorlar: Kendilerinden, çevrelerinden okuldan ve dershanelerden.

Dünya’da eğitim paradigmaları değişti. Bu işe kafa yoranlar artık davranışçı yaklaşımın “Pavlov’un köpekleri” örnek gösterilerek açıklanan öğrenme kuramlarından uzaklaşmamız gerekmektedir. Uzmanlar bundan böyle sınavlarda öğrencilere “düşündüren, sorgulatan, tarzda sorular sorulacağını söylerken,  onların beyinlerini boş bir hard disk olarak görüp, ne varsa doldurmaya devam etmeyi nasıl açıklayabiliriz?

Geleceğimiz dediğimiz çocuklarımıza “düşünmeyi” öğretmeliyiz. Düşünmeyi öğrettiğimizde, problem çözen öğrenciler haline geleceklerdir. Onlara “yeteneklerine güvenmeyi” öğretmeliyiz; yeteneklerine güvenmeyi öğrettiğimizde kendilerine güveneceklerdir. En önemlisi de onlara birey olduklarını, öğrenme stillerinin farklılık gösterdiğini, başarının sadece girilen sınavlarda alınan yüksek notlar olmadığını, isterlerse girmiş oldukları bütün sınavlarda başarılı olabileceklerini öğretmeliyiz.

Peki, şu an ne durumdayız? İyi insan, iyi vatandaş, sorumluluklarının farkına varan, bir birini seven” bireyler yetiştirmeye odaklanan eğitim sisteminin çıtılarını gördükçe, bu soruya yanıt üretmek çok zor hale geliyor. Öğrendiklerini beceriye dönüştüremeyen, dijital dünyayı bir kaç siteyi dolaşmak sanan, çevre okuryazarlığından uzaklaşan bir neslin son çırpınışlarını görünce üzülüyor insan. Bunu lehemize çevirmenin yollarının olduğunu biliyorum. Evet çocuklarımızı kurtarabiliriz. Onlara soru sormayı, sorgulamayı, dijital okuryazarlığı, finansalokur yazarlığı öğretebiliriz bu mümkün.

Bir düşünür, “İnsanların öğretimlerinin göstergeleri diplomaları; eğitimlerinin göstergesi ise davranışlarıdır” der. Kırmızı ışıkta durulması gerektiğini öğrendiği halde, bunu yaşamına uygulamayan, doksan dakika seyirlik maçlara “İstiklal Marşı” okuyarak başlayan, maç bittiğinde birbirlerinin sülalesine küfreden, döner bıçaklarıyla birbirlerine saldıran bu insanlar bir başka dünyadan gelmediler. Onlar bizim eğitim sistemimizin çıktıları. Peki, biz nerede hata yaptık? Her halde bu insanlara, maçta yenildiğin zaman saldır, yol boşsa kırmızı ışıkta geç, sana bir şey olmazsa gerisi önemli değil türünden bilgiler vermedik. O halde neden okullarda öğrendiklerimizi, sokağa çıktığımızda uygulayamıyoruz? Biz neden birbirimizi sevmiyor, duygularımızı yönetmede yetersiz kalıyoruz?

Bu sorulara hep birlikte kafa yormaya ne dersiniz?