Ulus olarak maalesef bazı zaaflarımız vardır…

İçimizden çıkan değerleri  ileri yaşlarda çabuk  unutur, ebediyete intikal ettiklerinde ise yere göğe sığdıramayız.

Ancak öldükten sonra kıymetini anlar, adeta birer efsane haline getiririz…

Oysa yaşarken bu değerlerimize sahip çıkarak onlara gereken önemi vermemiz gerekmez mi?

Ülkemizde sanatta, bilimde, eğitimde, sporda, edebiyatta ve siyasette ülke tarihine damga vurmuş çok önemli isimler vardır. Onların çoğu bugün unutulsada  zaten yaşayan bir efsane haline gelmişlerdir…

***

İşte onlardan biri de “Orhan Erpek’tir…”

Türkiye onu “Amigo Orhan” olarak tanır…

Yarım asrı geçen Eskişehirspor tarihinin en önemli figürlerinden biridir…

1965 yılında Anadolu’nun zor koşullarında yazılan bir futbol destanının, bir futbol devriminin mütevazı kahramanlarının en önünde gelen isimlerindendir…  

Bu ülkeye tribün kültürünü öğreten adamdır…

Futboldaki İstanbul hegemonyasına dur demek için 1965 yılında bir avuç arkadaşıyla başlattığı tribün ihtilâlini zirvelere taşıyan devrimcidir…

Taraftarın bir takıma verdiği katkının ne kadar önemli olduğunu bütün Türkiye’ye gösteren Siyah Kırmızı renkleri yüreğinde taşıyan bir sevda neferidir…

Bir “Arturo Toscanini, bir Leonard Bernstein, bir Gustav Mahler ve Gürer Aykal” değildir ama onları kıskandıracak kadar on binlerin oluşturduğu dünyanın en büyük korosunun maestrosudur…

Onun lügatinde küfür asla yoktur!

Holiganizme ve tribün anarşisine karşı Çin Seddi gibi duvar örerek, tribünlerden yükselen Fair-Play şarkılarının her zaman en güçlü sesi olmuştur…

Özetle…. 

Stadyumları kin, nefret ve düşmanlık gibi ilkel duygulardan arındırıp, barış ve kardeşlik çiçeklerinin açtığı sevgi bahçesine çeviren gönül adamıdır…

***

Yüreği çok büyüktür…

Orada yalnızca Siyah Kırmızılı renkler yoktur…

2 Ekim 1968’de Şampiyon Kulüpler Turnuvası’nda Manchester City karşısında Fenerbahçe Kulübünün davetini kırmayarak İnönü’de Fenerbahçe taraftarını yöneten ve Sarı Lacivertlilerin İngiliz devi karşısında 2-1 galip gelerek tur atladığı maçın onur konuğu olmuştur…

Yine İstanbul’da oynanan Rusya (SSCB) Milli Maçına destek için Futbol Federasyonu tarafından davet edilen ilk Milli Amigodur…

Ve sicili böylesine ışıltılı unvanlarla dolu gerçek tribün lideridir…

* * *

Onunla ne zaman karşılaşsak,

Anılar denizinin derinliklerine dalarız…

 Bir süre eskinin o başarılı yıllarını yâd ederiz…

Geçmişte Eskişehirspor’la yaşadığı görkemli zaferlerin bütün heyecanını hâlâ gözlerindeki ışıltıda görmek mümkündür…

Özellikle Es Es tribünlerinin ihtişamını, taraftarın büyük coşkusunu, yaşanan o büyük zaferleri konuştukça duygularımız şaha kalkar…    

Ancak her defasında “O yıllar anlatılmaz, yaşamak lazım” der…

***

Şu soruyu da kendisine sık sık sormadan edemeyiz…

Bu zaferlerin bu destanların sırrı nedir?

Sözü uzatmaz, her defasında şu üç kısa tümce ile cevaplar…

  • Bu takımın kuruluşunda en büyük pay “Yalçın Kılıçoğlu’na aittir, Eskişehirspor onun parasıyla kuruldu” der…
  • Ve ilave eder bu takımı “Eskişehir Halkı sonuna kadar sahiplendi ve destekledi…”  
  • Avrupa’nın en önemli hocalarından “Abdullah Gegiç’in Eskişehir’e gelmesi de en büyük şansımız oldu” diyerek noktayı koyar…

Fazla konuşmayı sevmeyen, en popüler olduğu yıllarda dahi ön plana çıkmaktan hoşlanmayan, tevazu yağmurlarıyla ıslanmış bu karakter anıtını…    

Eskişehirspor’un bu alçakgönüllü efsanesini…

Çok az görsek de sesini çok az duysak da “Onu unutmak ne mümkün…”

Hani bir zamanlar dillerden düşmeyen bir şarkı vardı ya, tıpkı onun gibi…

“Yıllar geçse de üstünden / Bu kalp seni unutur mu?”