En eski edebiyat türü olan şiir duyguların en etkili ifade aracı olmuştur belki de bin yıllardan beri. Yazının olmadığı veya yaygın olarak kullanılmadığı zamanlarda sözün uçmamasının en etkili aracıdır şiir. Çünkü şiir demek ölçü, kafiye olarak algılanmış uzunca bir zaman. Ninnilerden atasözlerine varıncaya kadar her şey vezinli, kafiyeli söylenmiş ki unutulmasın diye yüzyıllar boyu.

Çünkü şiir tılsımdır, şiir büyüdür, şiir ahenktir, şiir mecazdır, şiir imgedir, şiir ritimdir, şiir resimdir, müziktir, doğadır, ağıttır, türküdür, kısaca şiir insandır, şiir hayattır. Şair toplumun kalbidir, ruhudur, aynasıdır, yol göstericisidir; eski çağlardan günümüze toplumun kutsadığı ozandır, şamandır, derviştir şair. Şair engin gönüllü insandır.

Şair dostları, arkadaşları olmalı insanın, engin gönülleriyle gönül dünyamıza ötelerden sesler üfleyecek, barışı, kardeşliği, sevgiyi, değerbilirliği, vefayı, en önemlisi aşkı anlatacak bizlere. Çünkü şiir aşk, şair ise aşk adamı demektir.

Ben kendimi bu konuda oldukça şanslı hissediyorum. Üniversiteden arkadaşım Mehmet Binboğa’dan sonra aynı kurumda çalıştığım mesai arkadaşım İrfan Karapınar’ın da kalemini çok etkili kullandığını, üç tane romanla birlikte iki tane de şiir kitabı çıkardığını, hem iyi bir yazar hem de etkili bir şair olduğunu öğrenmem beni ziyadesiyle memnun etti. Böyle bir ortamda güzel edebiyat sohbetlerinin yapılmama ihtimali olabilir mi sizce?

Bu yazımda sizlere değerli kardeşim, şair, yazar İrfan Karapınar’ın şiirinden, sanatından bahsetmek istiyorum dilim döndüğünce. Ama önce çeşitli şairlerimizin poetikalarında şiiri nasıl değerlendirdiklerine bir göz atmakta fayda var zannımca. Çünkü cumhuriyet döneminde yetişip de Türk şiirinin hatta dünya şiirinin ustalarını tanımadan şiire kalem oynatmak medeni cesaret ister kanımca.

Necip Fazıl şiiri, Allah'ı yani mutlak hakikati arama işi olarak görürken, Ahmet Haşim, şiiri nesre çevrilmesi mümkün olmayan bir şey olarak görür. Şiir, musiki ile söz arasında; fakat sözden çok musikiye daha yakın bir dil olduğunu ifade eder. Yahya Kemal ise şiiri, kalpten geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edişi olarak görür ve hissin birden bire lisan oluşu ve lisan halinde kalışı olarak değerlendirir.

“Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.” diyen Mehmet Akif'e göre ise şiir mutlaka bir sosyal fayda sağlamalıdır. Behçet Necatigil de “şairi, bireysel ve toplumsal dertlerin azabını çeken adam” olarak görür, Necatigil’e göre “artık sadece hayalimizin mavi çiçeklerini derlemeye, düşlerde yakamozlanan güzellikleri göstermeye imkân ve vakit” yoktur, “asıl gerçek, hayatın bölümlerindedir. Çünkü sosyal şartlar, insanı durmadan kendisine çeker.”

Anadolu Türklüğünü önceleyen Yavuz Bülent Bakiler, Anadolu kültürünü kendi sanatına en büyük kaynak teşkil edici bir nüve olarak algılar. İslâm dinine olan aidiyetini kültürel fonla besler.

Nazım Hikmet şiir ile ilgili olarak “Şimdi bütün şekillerden faydalanıyorum. Halk edebiyatı vezniyle de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En basit konuşma diliyle, kafiyesiz, vezinsiz de şiir yazıyorum. Sevdadan da, barıştan da, inkılâptan da, hayattan da, ölümden de, sevinçten de, kederden de, umuttan da, umutsuzluktan da söz açıyorum, insana has olan her şey şiirime de has olsun istiyorum. İstiyorum ki, okuyucum bende, yahut bizde, bütün duygularının ifadesini bulabilsin...” diyerek şiirin gücünü vurgular.

İlk şiirlerinden itibaren halk edebiyatından gelen epik söyleyişten ve biçimlerden istifade eden Attila İlhan’ın şiir evreni konu bakımından oldukça zengindir. Özellikle ilk şiirlerinde Kurtuluş Savaşı, Kuvayi Milliye ruhu, Anadolu izlenimleri, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkileri halk edebiyatının söyleyiş özellikleri kullanılarak toplumcu gerçekçi bir hava içinde işlenir. “Sisler Bulvarı”, “Yağmur Kaçağı”, “Ben Sana Mecburum” ve “Bela Çiçeği” kitaplarında yine toplumcu temaların yanında daha çok bireyi işleyen temaları; metropolün izbe ve karanlık ortamlarını, liman ve rıhtımlarını, düşkün insanlarını arka planda ele almış; kentsoylu devrimci insanın korkularını, yalnızlığını, hayalî kadınlarını ve imkânsız aşklarını, serüvenci ruhunu öne çıkarmıştır.

Yukarıda şiirle ilgili düşüncelerini dile getirdiğimiz şairlerimizin şiir anlayışlarının bir yansımasını görmek mümkün Karapınar’ın şiirlerinde. Kendisi de bir söyleşisinde, “Benim etkilendiğim şairler oldu dönem dönem. Cahit Sıtkı, Sezai Karakoç, Nazım Hikmet, Fuzuli, Şeyh Galip, Yunus Emre… Fakat ikisi daha uzun soluklu etkilenmeler: Necip Fazıl ve Attilâ İlhan. İlk gençlik dönemimde Necip Fazıl’dan, üniversite yıllarında uzun bir süre Attilâ İlhan’dan etkilendim. Hatta Attilâ İlhan’a şiirlerimi gönderdim, telefonla iki kez konuştum. Onun tavsiyeleri hâlâ hafızamda. Bana halk şiiri ve divan şiirini iyi öğrenmemi, bolca okumamı, takip eden sürede kendi yeteneklerim doğrultusunda üslubumu bulacağımı söylemişti. Ben de dediklerine uydum. Hiçbir sınırlama yapmadan heceyi de, aruzu da, serbest şiiri de denedim. Bugün de aynı düşünceyle şiir neyi gerektiriyorsa, o şiirin formatı neye uygunsa o tarz yazıyorum.” diyerek ifade ediyor bu durumu. Kendisine en yakın olarak Attila İlhan’ı gördüğünü anlıyoruz bu söyleşisinden.

“Sis vardı şehirde

Sarhoşlar perde perde dağılmışlardı

Yoksul pencerelerde umutlu bakışlar

Kibirsiz yakarışlar vardı” mısralarında Sisler Bulvarı şiirinde Attila İlhan’la birlikte yürürken görüyoruz şairi.

Yine “Yazmayı ben ilahi bir dürtüyü açığa çıkarmak olarak görüyorum.” diyen Karapınar’ı şiiri mutlak hakikati aramak işi olarak gören Necip Fazıl’la paralel şiir anlayışıyla şiirler kaleme aldığını, aynı kaynaktan beslendiğini tespit edebiliyoruz.

“Bir girdaptır ki dünyam, içine girilmeyen

Dert dikeni beynimde, feryadımı kemirir
        Humma içinde serap, çöllerde bilinmeyen
        Cehennem aynasında kayboluşum belirir
        Bir girdaptır ki dünyam, içine girilmeyen”
 

  “Şiirlerimde zaman zaman musikiden yararlandım. Kısmen Parnasçılar gibi kelimelerle resim çizmeye çalıştığım mısralarım da olmuştur. Yine şiirlerime bazı roman kahramanları, müzisyenler, makamlar, ressamlar sızdı. Daha doğrusu etkisinde kaldığım kişilere dizelerimde yer verdim. Sanırım vermeye de devam edeceğim.” sözleriyle Karapınar parnasyenlerden etkilendiğini söylese de biz onun Ahmet Haşim gibi şiiri sözle musiki arasında bir yere yerleştirdiğini de anlayabiliyoruz bu söyleşiden ve şiirlerinden:

“Aşk geldi bu minvâl üzre anbean âşıklar geldi

En yakan nağmelerle ruha şarkılar geldi

Mazinin sahnesinden değme hülyalar geldi

Geldi canan geldi yarân cümle ahbaplar geldi

Fevkalade cilvelerle nazlı mâşuklar geldi

Kuruldu sazendeler meclis kıvama geldi “

“Belli anlar, kişiler, ortamlar, manzaralar beynimde donar. Onları buzdolabında saklar gibi kafamın bir köşesinde saklarım, vakti geldiğinde de kullanırım. Yine bazı etkileşimleri kâğıtlara, o anda ulaşabildiğim defter, kitap, ajanda ne varsa yanımda bir yerlere yazarım. Bu, bazen bir mısra, bazen birkaç mısra, bazen bir şiirin büyükçe bir bölümü olabilir. Bu şiir parçacıklarını kaybetmem; bilirim bir yerlerde tekrar canlanacaktır bu parçalar ve bir şiir olarak tamamlanacaktır. Bu huyumdan hiç vazgeçmedim. Çünkü bir kelime bile başlı başına bir ilham kaynağı olabiliyor. Özellikle çarpıcı bir dize bulduysam hazine bulmuş gibi seviniyorum. Bu dize bir kaynaktır ve ondan istifadeyle şiir oluşur. Örneğin “Mana okyanusundan gelse gelse payımıza bir damla gelirdi” dizesini ilk yakaladığım an çocuklar gibiydim. Bu dizedeki anlam yüklemesiyle ilgili kitap bile yazabilirdim. İşte sadece bu imgeden ve anlamından yola çıkarak “Kaybolmuş Baharlar” diye tam dört şiir peş peşe oluşuverdi.” sözlerinde, şiiri nasıl yazdığını, ilham gelmesiyle ilgili anlattığı, ifade ettiği sıkıntıların tıpkı Yahya Kemal Beyatlı’nın bir sözcük için yıllarca beklemesindeki titizlik ve inceliği gördük Karapınar’da.

Mısralarının arı, duru ve yaşayan bir Türkçe kullanan şair, şiirlerinde özellikle imgelerden yararlanmış,

“Kesemde berduş kılıklı kırık dökük bir ömür

Tespih gibi çekerim çileleri asırlardan damıtıp”

“Alırım künyemi facia yangınlardan koparıp”

“köprülerimi tutun düşeceğim

gerisin geri bir rüzgâr kesecek ayağımı”

“alnımda yalnızlığın kudurgan izleri bir kedi mırıldanarak yalıyor rüzgârımı” mısralarında imgelerin şiirdeki gücünü ortaya koyduğuna şahit oluyoruz.

“Bağdat seslendi ardımdan Nişabur/Semerkant

İbn-i Sinâ bereketinde kervansaraylarda sedalar

Harzemşah kralının sarayındaki nidalar

Hattatın fırçasında bir vav

Nakkaşta minyatür içre şifre”

“yeter ki çınlasın gök kubbede Davut’un sedası

Yeter ki görünmesin ufkumuzda ecdadın elvedası”

“Uzayan neşeler dağıldı birer birer ruhumuzdan

Ömür bitmekte tekrar eski günleri seren yok

Çalgı çengiyle geçti gençliğimiz geçmedi arzumuz

Arifane meyletti gönül bir gönülsüze şikâyetsiz

Fena yanıldık bahar bekleyen sözlerimiz kifayetsiz

Örümcek ağlarını peygambere ördü perdeledi

Ve dahi o gün bugündür bu aşk tülünü ören yok”  mısralarında şair dini ve mistik bir atmosfere götürüyor bizi. Telmih sanatıyla tarihe bir yolculuk yapıyoruz mısraların arasında.

“Yaşadığım, gezdiğim yerleri şiirlerime mutlaka koyarım: Eskişehir, İzmir, Ankara, Trabzon, Aksaray…” diyen Karapınar’ın aşağıdaki mısralarında şehirlerin ruhuna nüfus ettiğine şahit oluyoruz. Yaşadığı şehirleri şiirlerinde sadece bir şehir olarak görmeyen şair, şehirlerle hemhal olmuş bir durumdadır.

“Bilsen ey Ankara ne de meftunum

Ne de efkâr dolu derunum

Bir seslensen rüyalarım akacak”,

“Porsuk’ta zaman durmuştu

Kör imgeler kurulmuştu

Şiirlerime bir selam çaktım

Usulca Eskişehir’e aktım”

“Odunpazarı

Bir devriâlem

Kıyama kalkan cetlerimin nefesi

Bir içli tefekkür taş duvarlara sinmiş

İki büklüm ahşap evler

Çileli, her vakit zikirde

Sırlarıyla Arnavut kaldırımları

Efkârlarıyla konaklar, ardında kandilli akşamlar

Titrer vicdanın sesi, gözlerim buğulanır”

“İzmir’de kirli sakallarını gezdiren hırpaniler

Pek mümkün bir yalnızlığın rıhtımında

Güneşi giydirirler gölgeleri esaretten bunalır “

“Yıl 1999

Mevsimlerden ilkbahar

Aksaray’da akıyor zaman”

“Bu ömür

Bir demet Trabzon sundu bana

Gurbet ve hüzün

Yalnızlık ve titreyiş

Kemale eren çözülme

Haşin deniz tükürürdü yüzüme”

Şiirlerinde milli ve manevi değerleri de öne çıkaran şair uzunca bir süredir yaşadığımız terör olaylarını ve ihanetleri de şiirlerinde başarıyla dile getirmiştir.

“Bu topraklarda aman bulmaz ihanet

Kim ki mertliği bertaraf eder

Kim ki alçakça kutsalları zedeler

Karşısında asla eğilmez millet

Karşısında beni de bulur elbet”

“şehitler ölmez elbet

anaların dualarında ne saf sedalar büyür

 ihanet derman bulmaz bu topraklarda

‘dur’ diyecek bulunur bu meşum kalleşliğe

sen demezsen ben demezsem o demezse

tarihin altın sayfalarından

Kur’anla destur çekip şahlananlar gelir”

Üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçen, Türk’ün gücünü bütün dünyaya destanlaşarak gösterdiğimiz Çanakkale Savaşı da şairin şiirleri arasında başarılı bir şekilde yer almış durumdadır.

“Çanakkale geçilmedi, elbet geçilmez

 İçinde kor taşımayan, bu ruhu bilmez

Ecel en yakınımızda durur da

Gider bizi can evimizden vurur da

Zaman mekânın Azrail’idir gayrı

Gülümser menzile koşanlar

Gördükleri cenneti âlâ

Miskle sıvanmış tenleri

Gittikleri yer öyle değerlidir ki

Çağırsan hiçbiri gelmez”

Baki’nin mısraına yazdığı nazirede oldukça başarılı görünen şairin Divan Şiiri geleneğine de hâkim olduğunu bu dizelerden ve başka şiirlerinden de anlayabiliyoruz.

“ ‘Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır’

Ah ne büyük bir ürperiş, ne müthiş bir sedadır”

“Leyla göze görünmez ancak güzel bir kadın

‘Ben Leyla’yım’ der demez gözlerim aşkı döker

Tenine dokunurum nerdedir Leyla tadın”

Şiirlerinde dünden bugüne yetişmiş Türk şiirine damga vurmuş şairlere de sıkça yer veren Karapınar bu yönüyle halk şiiri, divan şiiri ve modern Türk şiirinin büyük şairlerin şiirlerinde bir araya ustalıkla getirmeyi bilmiştir.

Sen İstanbul nice şair seni anlattı

Seni yaşadı erkan senin iksirini tattı

Sen daim aşktın senle vardı kıssalar

Sen aşkın deryasında boğdun mısralar

Tıpkı Nefi’yi aldığın gibi koynuna

Fuzuli Bağdat’tan sevdi seni çıkarsız

Ya o Nedim kasırlarında bahçelerinde

Kayık sefalarında senle dertleşti

Bir Yahya Kemal kaptırdı gönlünü sana

‘Nice yüz bin senedir şarkın ışık mimarı’ derken

‘Mehtap, iri güller ve senin en güzel aksin’ derken

Ya Ahmet Haşim akşamında nefestin

Ya Tevfik Fikret şiiriyle “Sis”tin

Necip Fazıl aldı feyzin tadından

‘Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar

Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar’

Bir Attilâ İlhan geçti kapından”

“Ve Yunus’un ve Hacı Bektaş’ın ve Pir Sultan’ın

Ve ezcümle daha nice evliyanın önderi”

Karapınar şiirlerinde Batılı sanatçılara, dünya şehirlerine ve değişik ülkelere de ustalıkla yer vermeyi bilmiştir.

“Çin’de/Afrika’da/Peru’da/fark etmez

Duaların ihtişamı/muazzam koro”

“O vakit çanlar çalar/piyanolar delirir

Mozart/veya Beethoven/veya Çaykovski

O vakit cümle âlem yaşlanmak denen hikâyeyi anlar”

“Asrın en ihtişam saatlerinde bir sabahtı
Paris ayakları dibine çömelmiş”

“Gogol’ün cehennem parçalayan dudaklarıydı
Rüyaların en kâbus anına dağılan
Besteler çıldırmış, karanlıkları öpüyordu durmadan
Tolstoy’un köşkünde Anna Karanına ile oturmuştuk”

Filistinli çocuklara ve Kudüs’e de şiirlerinde yer veren şair bu yönüyle hem milli, hem de İslami referansları kullanmış oluyor, bu şekilde konu çeşitliliği yakaladığını da söylemek mümkün. Aforizma şeklinde ortaya çıkan mısraların oldukça etkili olduğunu söylemek mümkün.

“Ellerinde ölüm büyütenlerin kini

Gözlerinde ölüm bekleyenlere vız gelir”

“Mağaralardan tütsüler yakarak sabırla bekleyen hahamlar

Asırlar süren intikamlarının izinde

Her bir masumun kanına girip

Parçaladılar

Lekeli mazilerinde sınırsız günahları örtüleri”

Halk şiirinin lezzetinden de şiirlerinde faydalanmış ve özellikle hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde biçim ve içerik yönünden halk şiir geleneğinin özelliklerini kullanmıştır. “Zaman zaman, özellikle hece ölçüsüyle yazdığım şiirlerimde biçim olarak da dil olarak da halk şiirine sadık kaldığım şiirlerim var.” demektedir.

“Sırt verdiğimi babam gitti yalnızım
Suyunu yitirmiş fidana döndüm
Boş verdim dünyaya kesildi hızım
Gayrı öz yurdumda yabana döndüm”

“Zaman ağır akar bu diyarlarda

Her karış toprakta izim var benim

Kâh yaşanan anda kâh rüyalarda

Kalbi pak olanda gözüm var benim”

Bazı şiirlerinde ikinci yenicilerin kapalı imgelerini görmek mümkündür. Nitekim kendisi bu durumu şu şekilde açıklamaktadır: “Bazı şiirlerim, konusu ve hitap edilen kitle itibarıyla dilde sadeliğe yönelse de genellikle şiirlerimde kapalı imgeler tercih ederim.”

“Sokaklar doldurdum ceplerime
Her iki yanımdan insanlar sallanıyordu
İnsanları kuruttum, güneş çıplaktı”

“Limanda gemiler paramparçaydı / gördüm

Sakallarını titreterek sallanan ağaçlar vardı / gördüm”

Aşk, şairin şiirlerinde vazgeçmediği temalardandır. Aşkı ilahi ve mecazi aşk olarak da başarıyla kullanmıştır.

“Ben bir pervaneyim

Bigâne kalmam ateşe

Aşk gönlümde şakır”

“benim gözlerimin siciminden toprağa düşen

senin gözlerinin durağında eğleşen

bu aşk sermayesi bizim

her ne kadar hüzünle yoğrulsa da

kelimelere ruh bahşeyleyen Yaradan hürmetine

titrek şiirlere hükümran eyledim sözlerimi”

“göz her gördüğünü güzel zannetmede pek de mağrurdur

güzel nedir göz ne görür ne hazin bir hikâyedir”

“Bir kız severdim fettandı lakin

Bilirim beni görmese efkârlanırdı

Ben onu görmesem fena olurdum”

“Bugünden arındım seni buldum

Geçmişe uzandım seni aldım”

“Güllerden gülüm buldum

Ötesi yalan bana

Aşksız sade bir çuldum

Ötesi yalan bana”

Karapınar, kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Şiir dilini kelimelerin izdivacı olarak görürüm, böylece iyi birliktelikler oluşturmaya çalışırım. Bazen iyi bir kelime grubu, bazen yakaladığım bir mısra bana upuzun şiirler yazdırır. Şiirlerimde daha çok aşk, yalnızlık, ölüm, şehir, gece, akşam, doğa, elem, maziye özlem, karamsarlık, umut… gibi etkilendiğim temaları seçerim. Çoğunlukla serbest tarzı tercih ederim, bu alanda kendimi daha özgür hissediyorum. Sanılanın aksine serbest tarzda şiir yazmak ölçülü şiire göre daha zordur. Çünkü her bir şiirin ayrı bir armonisi, bentlerin ayrı bir ahengi, imgelerin ayrı bir aroması vardır. Ölçülü şiirlere de zaman zaman vakit ayırırım.” şeklinde şiir hakkındaki görüşlerini okurlarıyla paylaşıyor.

Karapınar’ın şiirlerinde Anadolu coğrafyasını, doğup büyüdüğü Eskişehir’den başlayarak Anadolu köy, kasaba ve kentlerini canlı birer varlık olarak görüyoruz. Şairin şiirlerinde sokaklar, caddeler, evler tarihiyle, geçmişiyle birlikte nefes alıp verir.

Şiirine belli bir kalıp vermekten çok, her şiirin temasına ve ruhuna uygun bir heyecan katan; ölçülü, ölçüsüz şiirlerine kendine has imgeleriyle derinlik ve anlam kazandıran, daima bir arayış içerisinde kendini yenileyen bir şair İrfan Karapınar.

Türk şiirine yeni bir soluk getirmesi temennisiyle, çıktığı bu yolculukta başarılar diliyorum. Umarım değeri zamanında anlaşılan yazarlar, şairler arasında tez zamanda yer alır.