Fransa’da 1800’lerde ünlü avukat Pierre-Antoine Berryer fakirlik içinde ölürken genç meslektaşları: 'Üstat, demişler, ayaklarınızın altına hazineler koymuşlardı, neden almadınız?' Berryer; “Almak için eğilmem gerekiyordu” yanıtı verdi.

Cumhuriyet döneminin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Peygamberimiz Hz Muhammed’in hadisine dayanarak bir devlet adamı portresi çiziyor: Bozkurt; “Devlet adamları fakir ölmelidirler ki idare ettikleri milletler zengin ve mesut olsunlar. Devlet adamları cep doldurmaya kalkarlarsa millet fakir, bedbaht olur, dava hezimete uğrar. Fakirlik içinde ölmek, devlet adamının, hele ihtilal şeflerinin süsüdür…” Atinalı hatip ve politikacı Isokrates; “Bir politikacı politikayı bıraktığında başladığından daha fakir bırakmalıdır” demiş.

Peki ülkemizde fakir ölen devlet adamları var mı? Bu konuda aklıma ilk gelen isim Adnan Kahveci’dir. 5 Şubat 1993’te Bolu Gerede’de şüpheli bir trafik kazasında eşi (Füsun) ve kızıyla (Aslıhan) birlikte yaşamını yitiren eski Maliye ve Gümrük Bakanı Adnan Kahveci’de siyasette cebini doldurmayan büyük bir şahsiyetti. Kaza sonrasında ayaklarında tabanları yırtık Sümerbank ayakkabı çıktı. Kazadan yaralı olarak kurtulan oğlu Cihan ve o gün araçta olmayan evladı Mehmet’e miras olarak, para kutuları değil, borç bıraktı. Ama kocaman onur bıraktı. Dürüstlüğü, çalışkanlığı ile öne çıkan Kahveci halk tarafından çok seviliyordu. Ölmeseydi Özal’dan sonra ülkenin Başbakanı o olurdu.

1986 MALATYA MİTİNGİ

Peki ülkemizde Adnan Kahveci gibi dürüstlüğü ile öne çıkan başka bürokratlar var mıydı? 1979-1982 yılları arasında Eskişehir Valiliği yapmış Naim Cömertoğlu bu konuda ilk aklıma gelen isim. Efsane Vali Recep Yazıcıoğlu’nu zaten herkes biliyor. ‘Vali çökerse devlet çöker’ diyerek; dönemin en güçlü lideri merhum Turgut Özal’a posta koyan hükümetin değil de devletin valiliğini yapan Naim Cömertoğlu’nun yaşadığı bu olayı Görünüm’de yer veriyorum. Yıl 1986. Turgut Özal Başbakanlık koltuğunda oturuyor. En debdebeli, en güçlü dönemini yaşıyor. Başbakan Özal Malatya'da bir miting düzenliyor. ANAP’ın bütün önde gelen isimlerinin katıldığı bu miting Özal’ın gövde gösterisine dönüşecek. Planlar ona göre yapılmış. Partinin miting otobüsü Malatya meydanına geliyor. Turgut Özal otobüsün üzerine çıkıp konuşacak. Protokol gereği kendisini karşılayan Malatya Valisi Naim Cömertoğlu’na direktif veriyor; Gel, sen de çık otobüsün üzerine benimle!” Valinin;Efendim ben devletin Valisiyim, orada bulunmam uygun kaçmaz!” demesi hiçbir işe yaramıyor ve Başbakanla birlikte otobüsün üzerine çıkmak zorunda kalıyor.

HALK ÇILGINCA ALKIŞLIYOR

Miting meydanı kalabalık. Otobüsün üzeri daha da kalabalık! Meydandakiler boyu kısa olan Özal’ı aşağıdan bakınca göremiyorlar. Meydandan otobüse doğru; ‘Çök, çök, çök!’ Sesleri duyulmaya başlıyor. Otobüsün üzerindekiler çökecek ki, meydandaki partililer başbakanlarını iyice görebilsin! Özal yanında duran bakanlardan, dayısının oğlu Hüsnü'ye (Hüsnü Doğan); Sen çömel bakalım Hüsnü!’ diyor. Mikrofon elinde, bu sözleri herkes duyuyor. Doğan çöküyor, yere çömeliyor. Birkaç kişi daha böylece çöküp çömeliyor. Özal bu kez yanında duran Vali Naim Cömertoğlu’na sesleniyor. Elinde mikrofon var. Kendisine özgü umursamazlıkla söylediği bu sözleri binlerce insan duyuyor; Vali Bey. Sen de çök! Çömel şuraya.” Vali Beyden gelen ve Malatya meydanına mikrofondan yankılanan ses aynen şöyle; Sayın Başbakanım, ben devletin valisiyim. Vali çökmez! Vali çömelmez! Vali çökerse devlet çökmüş olur! İzin verirseniz ben aşağıya ineyim!” Miting alanındaki halk Vali’yi çılgınca alkışlıyor. Hükümetin değil de devletin Valisi olduğunu Özal’a gösteren Cömertoğlu aşağıya iniyor. Devletin sahip çıkmanın bedelini de kızağa çekerek ona ödetiyorlar. 1986 yılında yaşanan bugün olsa; mitinge katılan kitle o valiyi alkışlar mıydı? Yoksa yuhalar mıydı? Ne yazık ki ikincisi yaşanırdı. Çünkü 35 yıl önceki insanlar devleti parti liderlerinin çıkarlarından çok daha fazla seviyordu. Ve daha bağlıydı. Cömertoğlu 30 Nisan 2013’de vefat etti. Umarım onun 35 yıl önce gösterdiği tavrı bazı valilerimiz kendilerine örnek alır.

////////////////////////////

Dişi Deveyi Erkekten Ayırt Edemeyenler

Bir gün Hz. Ali’nin taraftarlarının yoğun olduğu Küfe’den bir Arap devesiyle Şam’a gelmiş.

NE DERSE ‘EVET’ DİYEN
Şam sokaklarında dolaşırken biri ona yanaşmış: "Ver o dişi deveyi bana!" demiş. Tartışma büyümüş, Küfe’den gelen adam, “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir” diye itiraz etmişse de anlaşamamışlar. Konu Muaviye’ye yansımış.
Halk meydanda toplanmış... Muaviye, Küfe’den gelenle Şam’da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra, kararını açıklamış: "Bu dişi deve Şamlınındır!" Sonra toplananlara dönmüş ve sormuş: "Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?" Cemaat hep birlikte bağırmış: "Şamlınındır!" Küfeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakakalırken, Muaviye onu yanına çağırmış: "Ey Küfeli, dinle! Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Küfe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki: 'Ey Ali, Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk al!' ”

DÜN ‘AK’ DEDİĞİNİ BUGÜN ‘KARA’ DİYOR

Eskiden halklar, hükümdarların, diktatörlerin söyledikleri doğru olmasa bile ak dediklerine ak, kara dediklerine kara demek zorunda kalıyordu. Gerçek demokrasiyle yönetilen ülkelerde bu durum asla yaşanmamalı. Ne yazık ki ülkemizde insanlar oy verdikleri partilerin liderlerinin dediği ‘yanlış olsa bile’ onların her dediğini kabul ediyor. Haksızlıklarını, yanlışlarını doğru sayıyor. Parti lideri devamlı kandırılıyor. Her kandırılışta mağdur edebiyatı yapıyor. Bundan dolayı dün ‘ak’ dediğini bugün ‘kara’ diyor. Ama bunları yaparken, aynı kitle yine ‘ellerini patlatırcasına’ alkışlıyor. ‘Daha dün bunun tam tersini söylüyordun. Birileri bizi kandırsın diye size oy vermedik’ diyemiyorlar. İnsanlar nasıl oluyor da ‘yargılama, sorgulama ve düşünce yeteneklerini’ bir tarafa bırakarak, parti liderine körü körünü bağlanabiliyor? Bunu yaparak karşı tarafta olan birçok doğruyu ıskaladıklarının farkına bile varmıyorlar. Türk milleti asildir. Bundan dolayı Muavviye’nin adamları gibi yapılan adaletsizliklere, haksızlıklara körü körüne ‘Evet’ dememeliyiz. Bu halk zalim diktatör Muaviye’nin değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün halkı olarak kalmalıdır. Ve kalacaktır…

////////////////////////////

Unutmadım Ama Geciktim

Sevgili dostum Salim’i (Kartal) 10 yıl önce 31 Ekim 2011’de kaybetmiştik. Üç gün önce onuncu ölüm yıldönümüydü. Eskişehir’in sevilen bir değeri olan Salim’i unutmadım. Ama bu yazıyı kaleme almada üç gün geciktim.

Ölümü kendisine hiç yakıştıramadığımız Salim’i 38 yaşında amansız bir hastalık sonrası kaybettik. Büyük Şair Enver Gökçe’nin “Kendisi için bir şey istemezdi/Yatak ölümü beklemezdi/Gitti vadesiz, gencecikken/Yigitken, güzelken, incecikken/Ölüm, adın kalleş olsun!” dizelerinde gibi 10 yıl önce aramızdan ayrıldı. Salim isminin anlamında olduğu gibi ‘sağlam, kalbi temiz ve kendinden emin’ bir kişiydi. Bundan dolayı çok seveni vardı. Ölüm haberini duyan herkes hastaneye koşmuştu. Herkes üzgündü. Ertesi gün cenazesinde büyük bir insan seli yaşandı.. Eskişehir’in başarılı genç işadamı, DYP eski Merkez İlçe Başkanı ve Eskişehirspor Yönetim Kurulu üyesi Salim Kartal gözyaşları ile ebedi yolculuğuna uğurlanmıştı. Şair Cezmi Ersöz’ün “Birini ay çağırır yanına, öbürünü uçurumlar, bir diğerini denizler… İyiler hisseder önce iyiliklerine bu hayatta yer olmadığını… Ama acı verir onlara iyiliklerini karanlık bir yerde gizlice terk etmek… Bu yüzden ne kadar acı verse de, ait olmadıkları bu dünyayı herkesten daha çok ciddiye alırlar… Geride kalanlar bilmeseler de onların incitilmiş kalpleri sayesinde yaşadıklarını… Sonunda iyiler erken ölür…” dizelerinde olduğu gibi kalbi temiz iyi insan Salim erken yaşta aramızdan ayrıldı. Cemal Süreya, “Özlemek, ölmekten sadece iki harf fazla be çocuk” demişti.  Mekanın Cennet olsun kardeşim...

////////////////////////////

ÇİVİ

“MemIeketIer parasızIıktan değiI, ahIaksızIıktan çökerIer.” Cicero

////////////////////////////

FIKRA

Veda Yemeği

Yaşlı rahip emekli olunca politikacı onun adına şehirdeki bütün ileri gelen aileleri davet ederek büyük bir veda yemeği vermiş. Kendi davete gecikince sıkılan kalabalığı oyalamak için yaşlı rahip mecburen kürsüye çıkmış, “Bu şehre ilk geldiğimde burası berbat bir yerdi” diye söze başlamış, “Bana ilk günah çıkartmaya gelen şahıs hırsızlık yaptığını, polise yalan söyleyerek hapisten kurtulduğunu, ailesini ve iş yerini dolandırdığını, patronunun eşiyle aşk yaşadığını itiraf etmişti. Çalışma ve çabalarımız sonucunda burası hayır dolu bir şehre dönüştü.” Rahip konuşmasını bitirir bitirmez politikacı koşarak içeri girip kürsüye fırlamış, “Geciktiğim için özür dilerim” demiş telaşla, “Sevgili rahibimizin bu şehre ilk geldiği günü dün gibi hatırlarım. Aranızda ona ilk günah çıkaran kişi olma onurunu ben taşıyorum.”