On üç Aralık 1980 günü Ankara Merkez Ulucanlar cezaevinde bir telaş vardı. Yargıtay tarafından 2 kez iptal edilmesine karşın, Milli Güvenlik Konseyinin ısrarı ile kesinleştirilen bir infaz yapılacaktı. İnfaz yapılacak kişinin ismi, Erdal Eren’di. Eren 16 yaşındaydı ama yaşı resmi kaynaklarda 18 olarak görülüyordu. Nede olsa 16 yaş çocukluk yaşı idi ve idam için uygun değildi. Suçu ise darbe öncesi bir inzibat erini öldürmekti. Çocuk yaşta birine neden böyle bir ceza verildiği sorulduğunda, dönemin en büyüğü Kenan Evren’in söylediği “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü asla belleklerden silinmedi.

Ama 2015 yılı gazeteleri Evren’in belleği ile ilgili pek de iyi şeyler yazmıyordu. Buna göre 12 Eylül davasında müebbet hapis cezasına çarptırılan ve rütbeleri sökülen Kenan Evren, GATA da Alzheimer tedavisi görmekteydi. Evren 98 yaşındaydı ve bu hastalıktan dolayı duruşmalara katılamıyordu. Tedavisi GATA da “generaller katında” yapılıyordu. Yatağa bağlıydı, üstelik Evren'le birlikte yargılanan dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Şahinkaya'nın da yatağa bağlı olduğu ve ihtiyaçlarını gideremediği söylentiler arasındaydı. Elbette Evren’in ölüm nedeni Alzheimer değildi. Kimse bu hastalıktan dolayı ölmezdi. Hastalık ölümcül değil ancak gerçek yaşamdan koparıcı bir bela hastalıktı. Oysa ölüm, bu hastalık ile beraber görülen ve yaşamı tehdit eden diğer durumlardan- enfeksiyon, kırık/çıkık gibi- ötürü olurdu. NETEKİM (Kenan Evren’i tanımlayan sembol bir kelime olarak hala hatırlanır), internet tarandığında, Alzheimer tanılı Evren’in ölüm nedeni olarak “yaşlılığa bağlı solumun yetmezliği”  yediği yiyeceğin akciğere kaçması ve kalça kırığının yol açtığı komplikasyonlar olabileceği iddia ediliyordu. Bu nedenler aynı zamanda bir dönem Evren’in, kendini yargılamak için kurulan mahkemelere çıkmaması için bir sağlık gerekçesi olarak da kullanılmıştı.

Kimdi Kenan Evren? Türk yakın tarihin en karanlık ve kanlı olayı olan 12 Eylül askeri darbesinin 1 numaralı ismi olarak anılıyordu.1917 yılında Manisa'nın Alaşehir ilçesinde doğdu. Maltepe Askeri Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1938'de Kara Harp Okulu'nu, 1949'da Harp Akademisi'ni bitirdi. Ordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan sonra 7 Mart 1978'de Genelkurmay Başkanlığı'na atanan Evren, bu görevi sırasında 12 Eylül 1980'de gerçekleştirilen askeri darbeyle diğer görevlerinin yanı sıra Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanlığı görevlerini birlikte yürüttü. 

Türkiye’nin etkisini uzun yıllar hissedeceği 12 Eylül 1980’de o dönemin tek kanalı olan TRT’den ulusa seslenen Kenan Evren "kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kaldığını" söylüyordu. 12 Eylül 1980 darbesi, toplumun bazı kesimler tarafından, sağ ve sol olarak adlandırılan kaosun sona ereceği umuduyla memnuniyetle karşılanırken, bazıları için ise uzun yıllar hatırlanacakve pek çok kişinin kaderini değiştirecek yılların başlangıcı idi. Demokrasi tarihine uzun bir mola verildi, siyasi partiler yasaklandı, liderleri de yargı karşısına çıkarıldı. Hazırlanan yeni anayasa ise 1982 yılında halkoylamasında aldığı yüzde 91,37 evet oyuyla kabul edildi; bu oylama Evren’i ülkenin 7. cumhurbaşkanı yaparken, darbe liderlerinin yargılanmasının da önünü kesti. Evren, 9 Kasım 1989'da görev süresini tamamlayarak cumhurbaşkanlığından ayrıldı.

Kenan Evren ülke genelinde çok tartışıldı. Toplumun bir kesimi için ‘ülkeyi uçurumun eşiğinden döndüren’ bir devlet adamı, bir başka kesimi için ise, binlerce insanın ölümünden ve işkence görmesinden sorumlu bir darbeci olarak tanındı.

Daha sonraki yıllarda kayıtlara geçen TBMM verilerine göre, 12 Eylül 1980 darbesi, “650.000 kişinin gözaltına alındığı, 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği, 230 bin kişinin yargılandığı, 517 kişiye idam cezasının verildiği ve 50'sinin asıldığı” bir tarihsel süreçti.  Evren bu kararlarını savundu. İdamlarda adalet duygusunu korumaya özen gösterdiğini vurgularken "Bir sağdan bir soldan astık" diyecekti. Yıllar sonra, 2006 yılında bir televizyon programında ise şöyle söylüyordu; "Vicdan azabı çekmedim. O idam edilenlerin niçin idam edildiğini bir bilseniz. Elim titremedi, elimiz titremedi."

Darbe liderlerine yönelik, yargı muafiyetinin anayasadan kaldırılmasının ardından hakkında hazırlanan iddianamede ise biraz daha farklı konuşuyor ve işkence ile ilgili şunları söylüyordu. “Evet, itiraf ediyorum. Hapishanelerde işkencelere engel olamadık. Birçok insan bu yüzden sakat kaldı, öldü. O kadar rica ettik. Yapmayın filan diye. Ama bizi dinlemediler. O gardiyanlar yok mu; ah o gardiyanlar... Onlar yapıyorlardı (...) İşkence yaptılar. Fena muamelede bulundular. Çok rica ettik, yapmayın falan dediysek de maalesef dinletemedik, bu müessif olaylar oldu."

Gelelim Evren niye Alzheimer olmuş olabilir, risk faktörleri neler idi diye bir özgeçmiş araştırmasına.!  Bununla ilgili yazılı veriye ulaşmak çok zor görünüyordu. Ailesinde benzer bir hastalık, depresyon, kötü beslenme, hareketsizlik, travma olup olmadığına ilişkin gazetelerde bir sağlık verisi görünmüyordu. Rastlanılan yegâne verilere, 2012 yılına ait CNN Türk arşivinden ulaşılıyordu. Darbeye ilişkin davayı yürüten Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı doğrultusunda, tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ne en yakın Üniversite hastanesi olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne sevk edilen Evren'e psikiyatrik, nörolojik, kardiyolojik, kulak-burun-boğaz, ürolojik, solunum sistemi, sindirim sistemi ve geriatri alanlarında 8 ayrı değerlendirme yapıldığı ve bu değerlendirmelere göre çok sayıda hastalığının varlığına rastlandığına dair kayıtlar bulunuyordu.  Bu kayıtlardan elde edilen rapora göre Evren hekimlere hasta olduğunu, günlük yaşamını sürdürmede zorluk çektiğini söylüyordu. Hekimler Evren’in, bilincinin açık, yer zaman bilgisinin tam olduğu ancak düşünce içeriğinde ve aktivitelerinde yavaşlama ve anlık belleğinde bozulma olduğu kanaatine varıyorlardı.  Raporda, Evren'in düşünce içeriğinde geçmişte yaşadığı bir konuya takıldığı yani perseverasyonunun olduğu belirtilse de bu konunun ne olduğuna yer verilmiyordu. Raporun sonu ise "Kabaca bunama yok ancak kendisinin uzun süre ayakta durması ve yürümesi mümkün değil" şeklinde bitiyordu. Hekimler,  Evren'in 20'den fazla hastalığı olduğu, hipertansiyon, kalp hastalığı, derin toplardamar tıkanıklığı, akciğer embolisi, barsak tıkanması öyküsü bulunduğu13 adet sürekli ilaç kullandığını belirtiyor. “Gaita ve idrar problemleri, tremoru (el titremesi) sosyal, fonksiyonel ve psikolojik durumunu bozmaktadır. Bu durumları göz önüne alındığında kendisinin tıbben duruşmaya katılması uygun değildir" denerek hastalıklarını hukuksal bir gerekçede kullanmayı tercih etmişlerdi.
Buradan Alzheimer ile ilgili risk oluşturabilecek hipertansiyon, kalp hastalığı verilerine ulaşabiliyoruz. Ancak 2012 de hastalığın kesin varlığından bahsedilmese de kısa belleğin hasarı ve takıntılı ruh yapısı nörologlar için o günün koşullarında Evren’in izlenmesi için bir neden oluşturabilirdi.  .

Kuşkusuz, Evren’in hayatının belli bir dönemine travması olduğunu tarif etmek zor-bir travma idi ve bu bilişsel fonksiyonlarını etkilemiş olabilirdi. Ki benzer hastalığa tutulmuş olan daha demokrat meslektaşları Ronald Reagan, Margaret Thatcher’ın da geçirdikleri travmalar ve yaşam olayları hastalıkları için bir risk olarak değerlendirilebilirdi.

Diğer taraftan Evren’in sanatla ilgisi herkes tarafından biliniyordu. Çevresinde bir resim sanatçısı olarak iyi bir görüntü sergilemeye çalışmıştı. Belki ki bu yeteneği hastalığını uzun yıllar ertelemiş ve NETEKİM koruyucu bir etki yapmış olabilirdi. Cumhurbaşkanlığı yıllarında Sakıp Sabancı ve Koç grubu da içinde birçok iş insanı tarafından yüksek fiyatlar ile alınan yağlı boya tablolarının daha sonraki yıllarda çok da alıcı bulmaması da ülkelerde desteklerin ne kadar hızlı değiştiğinin de bir kanıtı olabilirdi.

Gelelim Erdal Eren’e. Bir gençti ve önünde çok uzun bir hayatı var iken, varsayılan bir suçtan yaşı büyütülüp idam edilmişti. Suçu katıldığı bir gösteride bir kişinin ölümünden sorumlu olduğunun düşünülmesi idi. Gerçek olup olmadığı bile meçhuldü. Ölümünden önce annesi Şadan Eren’e yazdığı mektuba  “Ana” diye başlıyordu ve şöyle devam ediyordu;

Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında? Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor”

Son cümleleri ise okuyanın içini yakıyordu;

“Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol. Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.
Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim.

Erdal"

Ömrü elverse idi Alzheimer olur muydu? Kimse bunu bilemeyecek ama çok iyi şeyler olabilirdi. İyi bir evlat, iyi bir baba, iyi bir dünya insanı olabilirdi. Belki bir keşif yapıp dünyanın kaderini değiştirecekti. Beslemek zor olduğu için asılmıştı. Ne üzücü bir laftı, biraz bekleseler beslenirdi, bu ülke kimleri beslemedi ve beslemiyor ki!Sonrasında şarkılarda anıldı, hüzünle dinlendi.

Daha 17, 17 ve 17 idi.

Buna karşın tüm bu dönemin en büyük tanığı olan birinin Alzheimer olarak ve onun komplikasyonlarından biri nedenli vefatı ise literatüre bir katkısı olmasa da siyasi tarihe “bellek” tanımını yeniden farklı bir bakışla değerlendirme fırsatı vermek açısından çok önemli idi.

Sevgiler