Sosyal medyanın keşfedilmediği, tek kanallı televizyonun yayın yaptığı, gazetelerin kapıların altından atıldığı günlerde, birbirine itiraf edemese de ev ahalisinin en merakla takip ettiği haberler çoğunlukla magazin haberleriydi.  Bu haberlerin takibini, televizyonlar için cumartesi ve pazarın öğleye yaklaşan saatlerinden, gazeteler için ise spor sayfasından bir önceki ya da bir sonraki sayfasından yapabilirdiniz.  Magazin basını adı da verilen bu alanı, yazısı az, resmi bol, genellikle eğlence ve spor dünyasında tanınmış kişilerin yaşantılarıyla ilgili haber ve yorumlar olarak tanımlamak mümkündü. 1980 darbesi sonrası, magazin basını, siyasi sessizliği fırsat bilerek o kadar çok büyümüştü ki örneğin Fahrettin Aslan ismi ya da daha iyi bilinen lakabıyla, “Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan”, Edirne’den Ardahan’a kadar herkes tarafından biliniyordu. Hangi gazinosunda hangi assolist şarkı söylüyor, kimi dövdü, kimden boşandı, kiminle evlendi, hangi oğlu ile kavga etti gibi haberler, günlük sıradan meraklarımızı oluşturuyordu. 4 kez evlenmişti ve en sansasyonel eşi 4 ay evli kaldığı Behiye Aksoy’du.

Gazinolarda assolist olmanın Nobel ödülü almaktan daha değerli olduğu o günlerde, yaptığı bu ayrıcalıklı evlilikle tanınan Behiye Aksoy ileriki yıllarda Altın Platin Taçlı Assolist olarak da magazin basınının malzemesi olacaktı. Behiye Aksoy 19 Eylül 1933’da İstanbul Üsküdar’da dünyaya gelmişti. Asıl adı Behiye Tetiker’di. Savaş sonrası bir ülkede sadece ayrıcalıklı ailelerin çocuklarına yaptırılan enstrüman eğitimi küçük Behiye için de ailesi tarafından teşvik edilmişti. Bunun sonucu olarak Ankara radyosunun ses sanatçısı sınavını kazandı ve 1948 yılında henüz 15 yaşında iken Ankara Radyosu’nda önce stajyer sonrada kıdemli ses sanatçısı olarak çalıştı. Sahne ile Ankara’da, Göl gazinosunda tanıştı. Maksim gazinosunun ilk kadın assolisti oldu ve Zeki Müren ile bir yarışa girdi. Plakları çok sattı, altın plak alması gerekirken, saçları platin renginde olduğu için, platin tacı aldı.  Unutmadan söylemek lazım, Behiye Aksoy film de çevirdi. Yine o döneme has bir gelenek, assolist olmak mutlaka film çevirmeyi gerektirirdi.

Evlilik deneyimlerini çalıştığı alandan, ancak 3 farklı pozisyondaki kişi ile yaptı. İlki, bestekar, ikincisi yapımcı, üçüncüsü ünlü ‘Gazinocular Kralı’ idi. Bununla beraber ömür boyu çocuğunun babası olan ilk eşinin soyadını taşıdı. Son evliliği muhtemel en travmatik olandı. Fahrettin Aslan’ın oğlu bir gazeteye verdiği röportajda bu evlilikle ilgili şunları söylüyordu; “Babam annemle evliyken Behiye Aksoy ile aşk yaşamaya başladı. Behiye Hanım’ın boşandığı eşi üzüntüden kanser oldu. Bu ilişkiyi öğrenen annem babamdan boşandı. Babamla Behiye Hanım 17 yıl nikahsız yaşadılar. Behiye Hanım babama çok iyi baktı. Buna rağmen babam onunla nikahlanmadı. Nikah kıyılmamasına sinirlenen Behiye Aksoy tuvalet penceresinden kaçıp kendi 2.eşi ile evlendi. Babam üzüntüden hastalandı ve ortalığı ayağa kaldırdı. 19 günlük evli Behiye Aksoy’u boşattı ve sonrasında evlendiler. Ama babam 4 ay sonra Behiye Hanım’ı haberi olmadan patates mührüyle (Sahte evrakla) boşadı.”

Bu hikâye okuyucu için sıradan bir hikâye olmakla beraber, yaşayan için inanılmaz yaralayıcı idi. Aksoy’un toplum yargılarını hiçe sayan yaşam tarzı muhtemel kendine zor bir süreç yaşatmıştı. Evli ve çocuklu iken başka biri ile evlilik dışı bir ilişki yaşamak, o yılların Türkiye’si için bir ayıp unsuru idi.  Gelecekte şarkıcılığı dışında magazin basınına konu olacak hastalığı için muhtemel ilk temeller o gün atılmaya başlanmıştı.

2000 yıllarında adına düzenlenen geceye katılamadı ve katılanları da habersiz bıraktı. Oğlu annesinin "Antalya'daki evde dinleniyor" dediği esnada aslında Alzheimer hastalığı nedeniyle 5 ay önce bir huzurevine yatırılmıştı. Bakımevinin sahibi Behiye Aksoy için şu bilgiyi veriyordu “Behiye Hanım yaklaşık 5 aydır huzurevimizde kalıyor. Kendisi özel bir ambulans ile Antalya'daki yazlığından merkezimize geldi. Ailesi ve dostları her zaman yanında. Huzurevine terk edilmiş imajı doğru değildir. Alzheimer hastası olduğu için evde bakım yerine 24 saat doktor gözetiminde tutulması çok önemli. Behiye Hanım'ın evde iki bakıcısı varmış ancak buradaki tıbbi bakımı bulması mümkün değildi. Burada kendisi mutlu ve nezih bir hayat sürmektedir." Bakımevi sahibinin söylediği çok doğru idi. Aksoy Huzurevi bakımına geçiş yaparak bir başka deneyimi yaşamaya başlamıştı. Kendisi ve ailesi hastalığı ile ilgili, yeni bir ortam ve yaşam biçimi yaratmışlardı. Bakımevi bir çaresizlik miydi yoksa daha iyi bir çare miydi tartışılabilir ancak huzurevinin bakım felsefesinin dayandığı ilkeler çerçevesinde, Aksoy’un ve oğlunun bu kararını yargılamak doğru değildi, tam tersine,  huzurevi sakinlerine saygıyla davranılmasını, haysiyetlerinin her daim korunmasını ve mahremiyet haklarının daima muhafaza edilmesini temin edecek ilkeler doğrultusunda davranılmalıydı.

Ancak magazin basını bu mahremiyet ilkelerini çoğu kere deldi ve haberler yapmaya devam etti. “Behiye Aksoy huzurevinde yaşıyor", "Ünlü assolist huzurevine düştü", "Efsane assolist şimdi huzurevinde", "Ünlü yıldız şimdi huzurevinde", "Bir zamanların yıldızıydı! Şimdi huzurevinde yalnız!" gibi iç karartan haberleri üst üste veriyordu.  Bir keresinde de Aksoy’un oğlunun Alzheimer hastası olan annesi Behiye Aksoy'un özel bakımevine yatırılmasından sonra oluşan masraflarını karşılamak için, annesine ait Antalya'daki evi satarak parayı bakım masraflarında kullanmak istemesi de haber oldu. Bu o günün şartlarında çarpıcı bir haber olsa da herkesin başına gelebilecek sıradan bir durumdu. Ancak sadece Behiye Aksoy ismi olduğu için haber yapılmıştı. Allahtan Mahkeme, aynı zamanda vasisi olan oğlunun talebini kabul ederek evin açık artırma usulü satılmasına karar vermiş ve doğrunun bu olduğunu herkese göstermişti.

Bakım evinde uzun yıllar bakılan , enfeksiyon, solunum yetmezliği gibi nedenler ile birkaç kez hastaneye yatırılan, Platin saçlı sanatçı, Behiye Aksoy, yakalandığı Alzheimer hastalığı nedeniyle 2015 yılında 86 yaşında iken hayatını kaybetti.

Alzheimer hastalığı etkilediği insanın zihinsel fonksiyonlarının bozan, yeni bilgiyi almasını engelleyen bir hastalık olarak bilinir. Bellek, yaşam kalitesi ve davranışlar bozulur. Örneğin, ütüyü fişe takar unutur, LPG tüpünü açık bırakır unutur.  Hasta söylediklerimizi anlamaz, söylediklerini anlayamayız. Hasta yemek yiyemez, üstünü değiştirtmez, uykusu bozulur.  Kendine bakan insanlara karşı şüpheleri vardır.  Evinde tek başına ya da bakıcısıyla ya da yakınlarıyla yaşamını sürdüren bu hastaların güvenliğini sağlamak zordur. O zamanlar hastalar bakım evlerine yatırılır.

Huzurevi; belli bir yaşın üzerinde hayatını tek başına idame ettirmekte zorlanan yaşlıların 24 saat ve yaşam boyu bakımlarının yapıldığı, sosyal bir yaşam sunan ve çoğu zaman ücretli bakım merkezidir. Tarih boyunca yaşlılar ile ilgili hizmetler dinsel ve kültürel düşünce hareketleri ile toplumdaki refah düzeyine göre gelişmiştir. Almanya’da ilk kez 7. yüzyılda göçmenlerin de yer aldığı bir yaşlı bakımevi kurulmuştur. Anadolu’da yaşlılıkla ilgili hizmetlerin 2.yüzyılda Selçuklular zamanında başladığı bilinmektedir. Türkiye'de kurulan ilk huzurevi ise 2.Abdülhamid tarafından İstanbul'da kurulmuştur. Hali hazırda 300 üzeri huzurevi vardır. Hastalıklara ait bakım evleri ise yenidir ki, bir tanesinde Eskişehir’de olup, belediye Alzheimer derneği iş birliğinin bir sonucudur. Bu evleri eleştirmemek, desteklemek, içinde yaşayanlara ve çalışanlara yardım etmek, geleceğin bakım modeli olan bu kurumsal yapılarının daha ileri götürülmesi için önemli bir aşamadır.

Behiye Aksoy gibi ünlü ünsüz pek çok Alzheimer hastasına kurumsal bakım imkanının yaygınlaştırılması ve aile üyelerinin bu bakımı kabullenmeleri çok önemlidir. Bu kabul gelecekteki iyi ve daha iyi kurumsal hizmetlerin de yapılandırılmasına olanak sağlayacaktır.