Fyodor Dostoyevski, tüm zamanların en büyük romancılarından biridir.  Birçok eleştirmenin de söylediği üzere, eserlerinde insan psikolojisini en iyi sergileyen kişidir.  Norveçli Nobel Ödüllü Knut Hamsun, "Hiç kimse karmaşık insan yapısını Dostoyevski kadar analiz etmemiştir" diye yazar.

Romanlarındaki karakterler çoğunlukla, sefil, yoksul, ahlaksız, suçlu ve psikolojik olarak çökmüş kişiler olarak tasvir edilir.  “Suç ve Ceza”, “Budala” ve “Karamazov Kardeşler" benzer özellikli eserlerin başında gelir. Ön yargılı okuyucular, olay ve kişilerin o günün Rusya'sının sosyal, politik ve ekonomik ortamından bir kesitini yansıttığını düşünse de aslında yazarın verdiği mesaj kendi hayatı ile ilgilidir.

Dostoyevski 1821'de Moskova'da doğar, 1849'da gizli bir örgüte üye olmaktan tutuklanır ve infazdan kıl payı kurtulur. Serbest kaldıktan sonra gazeteci olarak çalışmaya başlar. Yazarın kumara olan bağımlılığı da aynı dönemlere rastlar. Hatta bu uğurda servetini kaybederek, para dilenmek zorunda da kalabilir. Ölümü ise 1881 de yakalandığı bir akciğer hastalığından olur. 

Dostoyevski'nin bir epilepsi hastası olduğu herkes tarafından bilinir. Bu hastalığının ne zaman ve nasıl başladığı bilinmese de ilk nöbetini nedeni ve zamanı olarak, babasının 1839 da öldürülmesi ile ilgili haberi aldığı an olarak kayıtlarda bulunur. Dostoyevski'nin babasıyla olan ilişkisine dair çeşitli açıklamalar vardır. Ünlü psikiyatrist Freud, Dostoyevski’yi teorik olarak incelediğinde, nöbetleri ile ilgili olarak şu sonuca varır. Yazarın çocukluğundan itibaren, babasından nefret etmekte ve onun ölmesini dilemektedir. Babasının ölüm anında ortaya çıkan sara nöbetleri ise yazarın suçluluğun fiziksel tezahürü olabilir. Kısacası Freud’a göre Dostoyevski’nin epilepsisi psikolojik kökenlidir.  Ancak daha sonraları bu durum aksine pek çok görüş öne sürülmüştür. Nöbetinin nedeni olarak çok farklı kaynaklarda farklı bilgiler de mevcuttur. Babasının da nöbet geçirdiği, ailede çok sayıda psikiyatrik hasta olduğu, 3 yaşındaki oğlunun 1880 de epilepsiden öldüğü ve bu hastalığının genetik olabileceği de bildirilir.

Epileptik nöbetleri auralı nöbetlerdir yani nöbetinin geleceğini hissetmektedir. Aura tarzı hoş kokular, ışıklar tarzındadır. Sonrasında nörologlar bu nöbetleri beynin yan tarafından çıkan temporal lob epilepsi olarak tanımlarlar. Yazar kendisi ile ilgili bu durumu hiç saklamaz “ben epileptiğim” der.  Bazı nöbetlerini kendisi günlüğünde tarif eder, "Uzun bir süre konuşamadım. Yazarken kelimelerimde hatalar yaptım" der. 1863 de arkadaşına yazdığı mektupta ise "Gittikçe kötüleşen ve beni umutsuzluğa iten epilepsi hastasıyım. O kadar çok hekime gittim ki, sadece Rusya’da değil çok farklı ülkelerde‘de uzmanlara gittim. Onların tavsiyeleri çelişkilerle dolu, artık tüm inancımı kaybettim." cümleleri ile yorgunluğunu anlatır.

Ölümünden önceki son 20 yılda nöbetlerinin daha çok geceleri ortaya çıktığı, kol ve bacağının istemsiz şekilde durmaksızın atması ile karakterize tonik-konik tarzda olduğu yazılı kaynaklarda dikkat çekmektedir.

Dostoyevski, "Sahip Edilenler, Karamazov Kardeşler, Hakaret Edilenler ve Yaralılar, Budala" adlı romanlarından en az dördünde epilepsi hastası karakterlerini yaratır. Aptal isimli romanın baş karakteri Prens Mışkin, bu konuda en göze çarpan örnektir. Bazı yazarlar, Dostoyevski'nin bu karakterleri tasvir ederken zihninde iki fikir olduğuna inanırlar: Epilepsiden mustarip insanların iblis olmadığını teyit etmek ve genellikle diğerlerinden daha büyük bilişsel, felsefi, ahlaki ve dini başarılara sahip olduklarını açıklamak.

'Budala’ da Dostoyevski, Prens Mişkin'in aurasını şu şekilde tarif eder:

“…Sara nöbetleri sırasında, daha doğrusu hemen öncesinde, tüm kalbi, zihni ve bedeni canlılık ve aydınlık içinde oluyor, neşe ve umutla doluyor ve tüm endişeleri sonsuza dek ortadan kayboluyor gibiydi; bu anlar, adeta, başına gelecek şeyin önsezileriydi."

Dostoyevski'nin epilepsi hastası olan diğer ana karakterlerinden bir diğeri Karamazov Kardeşler ‘deki Smerdyakovdur. Kendisi babasının zihinsel engelli bir fahişeye tecavüzünün ürünüdür. İçine kapanık ve çevresine düşmanca tutum sergiler. Onu hizmetçi olarak tutan babasını da öldürür. Smerdyakov, epileptik nöbet taklidi yaparak ve postiktal dönemdeymiş gibi davranarak cinayeti gizler. Sonunda suçunu itiraf eder ve intihar eder.

Arkadaşı Nikolay Strakhov, yazarın 1863'te nöbetlerinden birine tanık olur ve şöyle yazar.

"… odaya girdim. Yüce ve neşeli bir şey söylüyordu, fikrini şu ya da bu şekilde teşvik ettiğimde, coşkulu bir bakışla bana döndü, duygularının dorukta olduğunu gösterdi. Sanki düşüncesi için kelime arıyormuş gibi bir an durdu ve ağzını açmıştı. Ona dikkatle baktım, alışılmadık bir şey söylemek üzere olduğunu hissettim. Aniden, açık ağzından tuhaf, uzun, uzun ve anlamsız bir ses geldi ve bilincini yitirerek yere düştü. Bu sefer nöbet çok şiddetli değildi. Kıvrılması ve tüm vücudunun gerilmesi ile ağzı köpürdü. Yarım saat içinde bilinci yerine geldi ve beraber eve yürüdüm"

Dostoyevski nöbetleri ile yaşamayı öğrenmede, romanlarını aracı olarak kullansa da yaşamla ilgili çözemediği bazı sırları da var gibidir. Suçluluk duygusu içindedir. Birçok kusurunun ve yanlışlığının, etrafındaki insanlar tarafından fark edilmediğini düşünür.  Hastalığı ve hastalığına ilişkin felsefesi onun varoluş sırrıdır. Bir cümlesinde şöyle der;

“İnsan bir sırdır ve eğer tüm yaşamını bu sırrı çözmeye harcıyorsan o zaman boş yere yaşamış olmazsın. Ben bu sırrı çözmeye kendimi adadım, çünkü ben bir insan olmak istiyorum.” Bu cümle ile kendini özetler.

Müthiş bir psikolojik inceleme yeteneğine sahip olan büyük Rus edebiyatçısı Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin, dünya edebiyatının gelişimine katkısı, tartışılmazdır.  Yaşamı insan doğasını araştırma ile geçer insanı farklı durumlarda, farklı boyutları ile inceler.  Hastalığı her daim onunla beraberdir. Eserlerinde, hayatta kalabilmek için adaletsizliğe sessiz kalan karakterleri anlatırken, nöbet olguları karakterleri ile özdeşleşir.  Hastalığı ve romanları ile yaşarken yorulan yazarın eserlerine yansıyan zihinsel yoğunluk, yaşadığı toplumda oynadığı farklı rollerin yani benliğinin düzensizliğinin bir sonucudur.

İnsanlar ve hastalıkları, tarih boyunca yaşamlarının çekirdek alanlarını oluşturur. Onları ya gömer ya da daha çok üretim alanı içine sokar. Epilepsi bu hastalıklar içinde en sık görülenidir. Şekli, çıktığı yer, toplumda sergileniş şekli kişiye hastalı ile ilgili farklı bir yaşam tarzı yaratırdır. Geldiğimiz endüstri, nöbet kontrollerini sağlayan ilaçlar ile doludur. Bu durum artık epilepsinin, elle gösterilebilir bir hastalık olarak ünlü kişiler ile anılmasına da engel olmaktadır.

Sağlıkla kalın…