Deniz'in köpüklerinden güzeller güzeli bir kız çocuk dünyaya geldi. ona "köpük" anlamına gelen Afrodit adını verdiler. 

Batı edebiyatının ilk büyük ozanı olarak bilinen ve Smyrna (İzmir) bölgesinde yaşadığı iddia edilen Homeros, “İlyada ve Odysseia” isimli eserinde, tarihin ilk güzellik yarışmasının M.Ö 2000 de bugünkü Kaz Dağı olarak bilinen İda dağında yapıldığından bahseder. Yarışmacılar, Eris, Hera, Athena ve Afrodit’tir. Seçen jüri üyesi ise Paris’tir.

En güzel olarak seçilmeye aday olan bu dört kadının hepsi Yunan tanrıçalarıdır. Anlaşmazlık ve uyumsuzluk tanrıçası Eris, doğum ve evlilik koruyucu tanrıçası Hera, zeka, sanat, ilham ve barış tanrıçası Athena, aşk tanrıçası Afrodit, Truvalı Paris’in karşısında heyecan içinde beklemektedir. Paris ödül olarak elinde tuttuğu elmayı Afrodit’e verir. Bunun karşılığı olarak Afrodit, Paris’in aşık olduğu Yunan Kralı Menelaos’un eşi Spartalı Helen’i kaçırmasına yardım eder ve 10 yıl sürecek Truva savaşının çıkmasına neden olur.

Sonu savaşla bitse de bilinen ilk güzellik yarışmasının kazananı Afrodit’tir ve o günden sonra aşk ve güzellik tanrıçası olarak anılır. Roma mitolojisinde ismi “Venüs” olarak geçer.

Orta çağ dönemi, kilisenin kadın güzelliği ile ilgili taraflı yargıları nedeniyle, bu tip yarışmalara kapalı dönemdir. Güzel olma tanımı günah ile eş kabul edilir. Kilise ''Tenlerini ilaca boğanlar, yanaklarını kırmızıyla lekeleyenler, gözlerini siyaha boyayanlar, Tanrı'ya karşı günah işliyorlar, doğal olan şey Tanrı'nın yaratısıdır, yapay olansa şeytanın'' gibi keskin söylemleri ortaya atar. Hatta kadınlar hapis ve öldürülme riskinden dolayı makyaj ve benzeri bakım malzemeleri kullanmayı azaltırlar.

Rönesans dönemi fiziksel güzelliğin yeniden itibar kazandığı bir dönemdir. İlk modern güzellik yarışması 1888 tarihinde Belçika’da yapılmış ve 18 yaşındaki Bertha Soucaret ilk güzellik kraliçesi olmuştur. İlk resmî ve uluslararası yarışma 14 Ağustos 1908 tarihinde İngiltere Folkestone şehrinde, ilk Dünya Güzellik Kraliçesi yarışması ise 19 Nisan 1951 tarihinde Londra Festivali kapsamında düzenlenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sonrası ilk güzellik yarışması 1926 yılında düzenlenmiş ve yarışmayı Matmazel Araksi Çetinyan kazanmış olsa da bu yarışma daha sonra geçersiz sayılmıştır.  Bunun gerekçesi o dönem için bilinmezler arasındadır. Daha sonraki dönemlerde, kazanan Çetinyan’ın sinemalarda yer gösterici olarak çalışan biri olmasının halk ve basın tarafından yadırgandığı ve böyle bir yarışma yapılacak ise galibinin mutlak “Namuslu bir Türk kızı olması” algısının egemen olması nedeniyle bu karara varıldığı söylentisi yayılır.

İlk ciddi ve resmî organizasyon 1929 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifiyle Cumhuriyet gazetesi tarafından düzenlenmiştir. Yarışma öncesi yapılan duyurularda 16 ila 25 yaş arası her namuslu Türk kızının iştirak edebileceği ve bar kızlarının yarışmaya alınmayacağı açıklanmıştır.

Yarışmanın jüri üyeleri, Halit Ziya Uşaklıgil, Peyami Safa, Cenap Şehabettin, Abdülhak Hamit, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Vasfi Rıza Zobu, Bedia Muvahhit, İbrahim Çallı, Zekeriya ve Sabiha Sertel gibi tanınmış pek çok kişiden oluşmaktadır. Aynı yılın 2-3 Eylül tarihlerinde yapılan yarışmayı “Orta boylu, lepiska saçlı, altın gözlü, beyaz tenli, zarif endamlı, beyaz krep satenden bir elbise giymiş” olarak tarif edilen 19 yaşındaki Feriha Tevfik (Dağ) kazanmıştır.

O yıl uluslararası yarışmayı kaçırdığı için gelecek yıl tekrar katıldığı yarışmada ise ikinci olabilmiştir. Feriha Tevfik sonrası dönemde kısa bir süre yurt dışında bulunmuş, sinema ve tiyatroda şansını aramıştır. Oynadığı filmler arasında; 1929 yılı Kaçakçılar, 1932 yılı Bir Millet Uyanıyor, 1933 yılı Leblebici Horhor Ağa, Karım Beni Aldatırsa, 1934 yılında Milyon Avcıları, 1935 Aysel Bataklı Damın Kızı,  1939 yılında Bir Kavuk Devrildi,  Tosun Paşa, Allah’ın Cenneti bulunuyor.

Feriha Tevfik, üç kez evlenmiş ve tek çocuk sahibi olmuş, 81 yıllık hayatının son yıllarını yalnız geçirmiştir.

1991 yılında rahatsızlanması sonucu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılır. Birkaç gün sonra biraz toparlar, Ramazan Bayramı (16-17-18 Nisan) için evine gidebileceği söylenir, ancak yalnızlıktan korktuğu için hastanede kalmayı tercih eder. Hastanede tedavisi sürerken, 22 Nisan sabahı yaşadığı beyin kanaması sonrası hayata veda eder.  Arşivlerde Feriha Tevfik’in niçin beyin kanaması geçirdiğine dair bir bilgi yok görünüyor. Bununla beraber 81 yaşında olması nedeniyle bu hastalığı yaşamasının nedeni, hipertansiyon, diyabet, kalp hastalığı, travma, aşırı kan sulandırıcı risk faktörlerinden bir yada bir kaçı olabilir diye düşünülebilir.  Feriha Tevfik’in bu risk faktörlerine sahip olup olmadığı veya hangilerine sahip olduğu ile ilgili bilgi belki hastane arşivinde olabilir ama medyaya çok yansımamıştır. 1991 yılları tomografi ve diğer görüntüleme yöntemlerinin ülkemize ilk geldiği dönemlerdir. O nedenle beyin kanaması tanısı konmuş ise bu tanı bir görüntüleme yöntemi ile kesinleştirilmiş olmalıdır. Yani ölümü, risk faktörlerini bilemediğimiz beyin içi bir kanamadır.

Dünyaya gelen, yaşayan ve ölen herkesin bir öyküsü vardır. Feriha Tevfik ise ilklerin bir örneğini yaşayan filmin kahramanıdır. Yaşadığı öykü gerçekten kendi ile mi ilgilidir, yoksa ülkenin değişen sistem yapısı mı ona bunu yaşatmıştır bilmek gerçekten zordur. Eski Balıkhane Nazırlarından Mehmet Tevfik Bey'in torunu, Mehmet İbrahimzade'nin kızı olarak başladığı seviyeli kimliğini yaşamı boyunca korumaya çalışmış, ara sıra sendelemiş, yeni yaşamlar aramış ve farkındalığını hiç kaybetmemiştir.  1939 da film, tiyatro gibi topluma yönelik tüm aktiviteleri terk eder. Kırgındır, üzgündür. Neye veya kime karşı olduğunu asla söylemez.

Yarışmanın üzerinden 35 yıl geçtikten sonra verdiği bir röportajda kraliçe seçildiği günü şöyle ifade eder; Son defa beni salona sokarak masanın üstüne çıkardılar. Ne olduğunu anlamama vakit kalmadan Türkiye Güzeli seçildiğimi ilan ettiler. Tahmin edeceğiniz gibi, şaşkınlığım büyük oldu. Birden başım döndü ve kendimi kaybettim. 60 kişilik jüri heyetinin bu kararı oy birliğiyle verdiğini öğrenince şaşkınlığım büsbütün artmıştı. Nedense bu sıfata kendimi asla layık görmüyordum… O neticeye bugün bile hayret ederim… Galiba insan kıtlığında beni seçtiler.”

Feriha Tevfik, savaşların yaşandığı, sınırların yeniden çizildiği, kadının ismini duyurmaya çalıştığı yıllarda kendine bir yol çizmiştir. Bugünün kadınları olarak geçmişe baktığımızda cesaretleri başlı başına bir övgü konusudur.

Saygı ve minnetle...