Bugün 24 Ocak. Bugün Gazeteci Yazar Uğur Mumcu’nun 28’nci ölüm yıldönümü.
Sakıncalı Piyade
Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirmişti. O çok şey bilen bir sakıncalı piyadeydi. Çok şey bildiği, karanlığı aydınlığa kavuşturacağı için onu katlettiler. Aradan 28 yıl geçmesine rağmen, onu katledenler ve o emri verenler hala bulunamadı.
Özlemle Anacağız
Türk Halkı Mumcu’nun kıymetini bildi. Adını unutmadı, unutturmadı. Bugün tüm Türkiye genelinde yapılacak etkinlikler ve törenlerle büyük gazeteci Uğur Mumcu’yu özlemle anacağız. Bedri Rahmi Eyüpoğlu, aslında Nazım Hikmet için yazdığı ve ölümünden sonra hep Uğur Mumcu için söylenen ‘Yiğidim Aslanım’ Türküsü’ndeki “Ne bir haram yedin ne cana kıydın/Ekmek gibi temiz su gibi aydın/Hiç kimse duymadan hükümler giydin/Döşek diken diken yastık batıyor/ Yiğidim aslanım aman burda yatıyor” dizelerindeki gibi “Ekmek gibi temiz su gibi aydındı.”
“Öyleyse Vurun Beni”
Uğur Mumcu, “'Ben, Atatürkçüyüm. Ben, Cumhuriyetçiyim. Ben, laikim. Ben, anti-emperyalistim. Ben, tam bağımsız Türkiye'den yanayım. Ben, özgürlükçüyüm. Ben, insan hakları savunucusuyum. Ben, terörün karşısındayım. Ben; yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiç bir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın! Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır!'' demişti. Türkiye’yi karanlığa götürmek, bölüp parçalamak isteyenlerin cirit attığı şu günlerde; Uğur Mumcu'nun bu çivi gibi sözleri, hep aklımızda kalmalı ve kulaklarımızda çınlamalıdır…

//////////////////////////////////////////////

“3310 Şehit Oldu”

Tarih 24 Ocak 2001. Yer Diyarbakır. Akşam televizyon haber bültenlerinde Bir telsiz görüşmesi. “Saat 18.50: Merkez, merkez. saldırıya uğradık, saldırıya uğradık /Merkez :olay yeri neresi?/ Yaralı Polis: Şehitlik Mevkii/Merkez : zaiyat var mı, zayiat var mı?/Yaralı polis: şehidimiz var./ Merkez : Sayın 3310'un durumu ne? /Yaralı polis: başımız sağolsun...”
Hain Saldırı
3310 Diyarbakır Emniyet Müdürü merhum Ali Gaffar Okkan’ın telsiz anonsuydu. O günden beri 3310 anonsunu her duyduğumuzda Ali Gaffar Okkan aklımıza geliyor. 1986-1993 yılları arasında Eskişehir’de önce Asayiş Şube Müdürü, sonra Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Okkan, 20 yıl önce hain bir saldırı sonucu şehit edildi. Eskişehir’de Polisgücü Hentbol takımını kuran Okkan, spor ile halkı bütünleştirmeye çalıştı. Eskişehir’de başarıyla görev yaptıktan sonra 1993 yılında Kars Emniyet Müdürü oldu. Oradan 18 Kasım 1997 yılında Diyarbakır’a atandı. Okkan burada, Hizbullah'ın çökertilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Kadın polisler Diyarbakır'da ilk kez onun emriyle sokağa çıkarak, trafiği yönetti. Okkan; İki küçük otomobil aldı ve mavi-beyaza boyattı, İkişer kadın polis görevlendirdi. Bir otomobil kaybolan çocukları toplayıp ailelerine teslim ediyor, diğeri de yürümekte zorlanan yaşlılara yardım ediyordu.
Huzur Getirdi
Havaalanındaki kadın polisler yaşlı yolcuların bilet işlemlerini yaptı, uçağa kadar götürdü. Havaalanına tekerlekli sandalye aldırdı. Okkan'ın ilklerinden biri de şehrin kritik noktalarına kurdurduğu kameralardı. Gece yarılarına kadar makam odasındaki dev ekranda sokakları gözlerdi. O’nun sayesinde Diyarbakır’a huzur geldi. Artık halk akşamları rahatça sokakta dolaşabiliyordu. Diyarbakırspor’a büyük destek verdi. Diyarbakırspor sevgisiyle halkın gönlünü fethetti. Çok sevdikleri Emniyet Müdürü'nün öldürülmesine tepki gösteren Diyarbakır halkı, cenazenin olduğu gün kepenk kapattı ve şehrin sokaklarında protesto yürüyüşü yaptı. Diyarbakır’da hiçbir Emniyet Müdürü O’nun kadar sevilmedi. O’nun cenazesini memleketi Sakarya Hendek’e 100 binlerce Diyarbakırlı uğurladı. Bu cinayet hâlâ çözülmedi. Hizbullah’ın yaptığı iddia edildi. JİTEM suçlandı. Aradan 20 yıl geçti. Ama failleri hala yakalanamadı. Okkan’ın bugün ölüm yıldönümü. O’nu rahmetle anıyorum. Mekanı Cennet olsun...

//////////////////////////////////////////////

Müzik Sizi Yalandan Kurtarır

O, bir zamanlar Polonya'nın en ünlü piyanisti ve bestecisiydi. Hem de Chopin'i en iyi yorumlayanlardan biri...Sonra diplomat oldu. Dahası siyasete girdi ve Polonya'nın Başbakanlığına seçildi. Bir gün Başbakan olarak Fransa gezisi sırasında Paris Üniversitesi müzik bölümünde okuyan bir genç yanına gelip; "Siz o ünlü piyanist Ignacy Jan Paderewski değil misiniz?" diye sordu. Paderewski; "Evet O benim" diye yanıtladı. "Fakat şimdi?" "Şimdi Polonya'nın Başbakanıyım işte" deyince genç; "Yaa öyle mi, ne büyük bir düşüş"diyerek, kinayeli bir cevap verir. Paderewski gencin bu sözünü hayatı boyunca kendine dert eder. Bir gün halka konuşurken şunları söyler; "Piyanonun tuşlarına hükmetmek devlete hükmetmekten zormuş meğer...! Başbakan iken ırmak geçmeyen yere köprü vaadedersiniz herkes inanır. Halkı kandırarak devlete hükmedebilirsiniz, ama yedi oktavlı bir piyanoda, fa sesine basıp do diye yutturamazsınız. Notalar sizi gerçeğe, yalnızca gerçeğe, matematiksel ölçüye, tartıya, armoniye, melodiye doğru sesi vermek için doğru tuşa basmaya mecbur eder. Müzik sizi yalandan, sahtelikten kurtarır."

//////////////////////////////////////////////

NOSTALJİ

Anadolu Üniversitesi’nde Bir Ağa

Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli işadamlarından birisi olan merhum Sakıp Sabancı 1984 yılında Anadolu Üniversitesi’nden Fahri Doktora almıştı. Beş yıl sonra (1989) tekrar Anadolu Üniversitesi’ni ziyaret eden Sabancı tarihi fotoğrafta; Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen ile Sivil Havacılık Yüksekokulu’nun Kurucu Müdürü Prof. Dr. Fevzi Sürmeli ile birlikte. Halk tarafından sevilen ve ‘Sakıp Ağa’ olarak da tanınan Sabancı 7 Nisan 1933 tarihinde, pamuk tâciri Hacı Ömer Sabancı ve Sadıka Sabancı’nın ikinci çocuğu olarak Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğdu. Küçük yaşta Adana’ya göç ettiler. Çocukluğunu Adana’da geçirdi. 1957 yılında teyzesinin kızı Türkan Sabancı ile evlendi. 1966 yılında, babasının vefatı üzerine, Sabancı Holding’in yönetim kurulu başkanlığına getirildi. Sakıp Sabancı, Amerikan Hastanesi’nde 10 Nisan 2004 tarihinde sabah 05:55 sularında böbrek tümörünün karaciğere atlaması sebebiyle hayatını kaybetmiştir. 12 Nisan 2004 tarihinde Sabancı Center’da düzenlenen devlet töreninin ardından yaklaşık 100 bin kişinin katıldığı cenaze töreniyle Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. 2004 yılında öldüğünde, Amerikan iş dergisi Forbes’in milyarderler listesinde 147. sırayı almıştı.

//////////////////////////////////////////////

//////////////////////////////////////////////

DÜNYA TARİHİ

Beyoğlu İkinci Dünya Savaşı’na Nasıl Girdi?
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmedi ama Pera Palas girdi. Sofya’daki İngiliz Elçisi Almanların Balkanlara inmesi üzerine 11 Mart 1941 tarihinde Türkiye’ye gelmişti. Diplomatlarıyla birlikte Pera Palas’a yerleşti. Ancak beraberlerinde savaşı da getirdiler. Muhtemelen Almanların trende patlaması için yanlarına gizlice koydukları bombalı bavullar, otelde patladı. Yangın yerine dönen Pera Palas, iki diplomatın, müdür dahil otel görevlilerinin ve iki polisin mezarı oldu.

//////////////////////////////////////////////

UNUTULMAZ REPLİKLER

“Saçını kestiren bir kadın hayatını değiştirmek üzeredir.” Coco Chanel’den Önce

//////////////////////////////////////////////

ÇİVİ

“Umutsuz yaşamak, hayattan istifa etmektir.” Fyodor Dostoyevski

//////////////////////////////////////////////

FIKRA

Fıstık Gibi Kızlar

Temel ile İdris interneti karıştırırken Victoria's Secret sitesine girmişler. Bakmışlar, fıstık gibi kızlar, hepsi birbirinden alımlı, çıldırtıcı iç çamaşırları içinde, yarı çıplak poz veriyorlar. Üstelik altlarında yazan fiyatları da sudan ucuz, 20 dolar, 30 dolar... Olur mu olur?. Temel ile İdris birer tane ısmarlamış, beklemeye başlamışlar. Aradan iki ay geçmiş, Temel hâlâ internetten sipariş ettiği kızı bekliyor… Yolda İdris'e rastlayınca sızlanmış… "Yahu paralar boşa mı gitti, nedir, benimki yok meydanda, seninki geldi mi?" İdris "Valla" demiş, "Benimki geçen gün donunu yolladı. Kendisi de bugün yarın gelir, herhalde!..”