Bu yıl Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 82.yıldönümü. Çağdaşlığın ve bilimin öncülüğünde cehaletin karanlığından kurtuluş mücadelesinin özgün simgesi olan Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’ta hayata geçirildi. Türk aydınlanmasının temeli eğitim devriminin üç önemli ayağı vardı. Bunlardan ilki 3 Mart 1924’te gerçekleştirilen Öğretim Birliği Yasası, ikincisi, 1 Kasım 1928’de yapılan Harf Devrimi’dir. Cumhuriyetin öncü kadroları, devrimlerin kalıcılığının ve sürdürülebilmesinin halkın tümü tarafından benimsenmesine bağlı olduğunu biliyorlardı. Bu durum nüfusun yüzde 80’ini oluşturan köylü yurttaşların eğitilmesini gerektirmekteydi. Ülke genelinde yüzde 6-7 civarında olan okuryazarlık oranının köylerde çok daha düşüklüğü ve yaklaşık 40 bin köyden çoğunun öğretmensiz oluşu önemli bir sorun oluşturuyordu.

Bu sorunun çözümü için ilk çalışmalar “Köy Eğitmen Kursları” açılarak başlatıldı. Böylece eğitim devriminin üçüncü ayağının temeli atılmıştı. Ancak, Gazi’nin ömrü projeyi tamamlamaya yetmedi.

2.Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri Yasası kabul edildi.
YAPARAK YAŞAYARAK EĞİTİM

Anadolu’nun dört bir yanında kurulan 21 Köy Enstitüsü, bulundukları bölgenin coğrafi özelliklerine göre verdikleri eğitim ile birlikte tarımsal üretimde de mucizeler yarattılar.
Bu okullarda eğitim alan köy çocukları, köy öğretmeni ve sağlıkçı olarak bulundukları yörenin eğitilmesine ve aydınlanmasına büyük katkı sağladılar.
İdealist ve “çok yönlü becerili” olarak yetiştirilen öğretmenler, gelişimi kırsaldan kente doğru taşıma hedefinin öncülüğünü yaptılar.
Köy Enstitüleri’nde uygulamalı teknik derslerin yanı sıra kültür sanat ağırlıklı bir eğitim modeli uygulanıyordu. O tarihe kadar okuryazar bile olamayan köy çocukları okuyor, yazıyor, üretiyor; uygar birer yurttaş olarak ülke kalkınmasına katkı sağlıyordu.

KİMLER NEDEN KORKTU?

Anadolu kırsalını soyup sömüren, geri bırakan, din istismarından beslenen toprak ağaları, şeyhler ve mütegallibe ile onların temsilcisi gerici siyasetçiler Köy Enstitüleri’nden çok korktular. Bunun arkasından “toprak reformunun” geleceğini anlamışlardı. Üstelik uygulanan sistem ile yetişen yurtsever nesil; gözünü Türkiye’ye dikmiş emperyalistlerin sömürü planları için  “tehlike arz ediyordu.”

Uzun yıllar milletvekilliği yapan Kinyas Kartal, Köy Enstitüleri’nin kapatılması için yapılanları bir gazete röportajında tüm içtenliği (!) ile anlatıyordu;
“Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra köylerime ‘Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler’ geldi ve bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer!
Öyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki bütün ağaları topladım. Bir de batıdan buldum. Sonra Menderes’le pazarlığa gittik. (1950 seçimlerinin olacağı zaman) Dedik ki; Köy Enstitüleri’ni kapatırsan toprak ağalarının oyları sana. Kapatmazsan oy yok. Oylarımızı verdik, Köy Enstitüleri’ni kapattırdık.”
“ÇİÇEK AÇARKEN BUDANDILAR”…

 Köy Enstitüleri, “dünya için bir örnek, ülke için kurtuluştu.” Çünkü, enstitülerde uygulanan sistem, salt “özgün bir eğitim modeli” ya da bir öğretmen yetiştirme modeli değildi. Köy Enstitüleri, Anadolu halk kültürü ile evrensel bilgilerin harmanlandığı, kültürler arasında bir köprü, Cumhuriyetin kazanımlarından tüm yurttaşların eşit yararlanmasını amaç edinen sosyoekonomik bir kalkınma hamlesiydi.

1946 yılında, Köy Enstitüleri’nin kurulmasında büyük emekleri geçen Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı görevinden uzaklaştırıldı, İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretim Genel Müdürlüğü görevinden alındı. Ardından enstitülerin temel ilkeleri ortadan kaldırılmaya başlandı.
1947 yılında Yüksek Köy Enstitüsü,1954’te de Köy Enstitüleri kapatıldı.
 
 DÜNYA İÇİN ÖRNEK, ÜLKE İÇİN KURTULUŞTU...” 

Cumhuriyetin aydınlanmacı ve ilerici karakterinin en özgün uygulaması olan Köy Enstitüleri, Sabahattin Eyüboğlu’nun deyişiyle “Çiçek açarken budandılar”. 

2. Dünya Paylaşım Savaşı’nın hemen ardından kurulan “yeni dünya” düzeninde Amerika (ABD) ile dost ve müttefik olmanın, Marshall yardımları almanın karşılığında feda edilen ilk kurban Köy Enstitüleri oldu. Çağdaşlık, akıl ve bilim yolundan giden kurumları kapatmak, aydınları karalamak için “yerli işbirlikçileri” bulmak ise çok kolay oldu…