Gazinocular Kralı Fahrettin Arslan’ın 1985 yılında Maksim’de sahne alması için ısrarla yaptığı teklifi kabul etmeyen Melihat Gülses, Haberes Dergisi'nin Haziran sayısına konuk oldu.

Yazarımız Cem Aksu’ya bu konuyla ilgili; “O gün bu teklifi kabul etmiş olsaydım belki de bu gelmiş olduğum bu yerde ve bu sanatçı duruşum olamayacaktım. Bu gün düşündüğümde de ne kadar doğru bir karar aldığım için çok mutluyum” dedi.

 Bize kendinizden bahseder misiniz lütfen? Nerde doğdunuz, çocukluğunuz nerede nasıl geçti? Nasıl bir ailede yetiştiniz? Müzikle ilginiz küçük yaşta mı başladı? Siz yönlendiren oldu mu?

1 Ekim 1958 Konya Akşehir doğumluyum. 3 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak dünyaya geldim. Annem ev hanımı babam ise bir bankada memur olarak görev yaptı. İlkokula kadar Akşehir’de yaşadık ve o yıllar benim için unutulmayacak güzellikte geçti. Babamın sesinin güzelliği kadar bir de iyi bir Kanun icracısı olmasıydı. Ve o yıllarda Akşehir’de belli günlerde Gezek adı verilen müzikli toplantılar ve meşkler yapılırdı bizde ailecek bu toplantılara katılırdık. Ben babamın dizinin dibinde oturur ve şarkıları öğrenmeye çalışır, onlarla meşk etmeye çalışırdım. Müziğe ilgim bu yaşlarda başladı. Düşünün ki 7-8 yaşlarında Selahattin Pınar şarkılarını okuyan bir çocuktum.

Konservatuar eğitiminiz ve TRT İstanbul radyosuna girişiniz nasıl oldu?

İstanbul’a geldiğimiz yıl İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarının kurulduğunu ve sınav açtığını duyunca Babamın rıza göstermemesine rağmen 8 Sene sürecek olan Şan Bölümü serüvenim başlamış oldu. Konservatuarda tanıştığım ve birlikte uzun yıllar çalıştığım arkadaşım Tanburi Necip Gülses ile hayatımı birleştirdim ve bu gün TRT İstanbul Radyosu Kemençe sanatçısı olan kızım Neva Gülses dünyaya geldi. 1980 yılında TRT‘nin açmış olduğu sanatçı sınavını kazanarak İstanbul Radyosunda göreve başladım. Radyoda o yıllar görev yapan çok önemli sanatçılarla da birlikte olarak birçok neşriyatlara katıldım. 1981 yılından itibaren Radyoda solo bantlar yapmaya ve TV programlarına katılmaya başladım. 2019 yılına kadar İstanbul Radyosunda görev yaptım ve emekliye ayrıldım.

Türk Müziğinin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk Müziği hak ettiği yerde mi sizce?

Türk Müziği için yaratılan suni bir algı neticesinde sanki Türk Müziği gündemden düşmüş gibi gösterilse de durum hiç de öyle değildir. Bugün sadece İstanbul da 300 tane Türk müziği derneği faaliyet göstermektedir. Bunu tüm Türkiye’ye yaydığınız zaman binlerce musiki dernekleriyle karşılaşmış olursunuz ve her dernekte faaliyet gösteren kişileri ve ailelerini de düşündüğünüz zaman Türk Müziği ile ilgilenen insan sayısı tahmin edemeyeceğiniz kadar çok olur. Özellikle gençlerin dinlemediğinden dem vurulsa da durum hiç öyle değildir. Gençler artık çok bilinçlidir ve seçici oldukları için bu konuda iyi icracıları takip etmektedir. Örneğin benim dinleyicilerimin yüzde 60 dan fazlası 20 -35 yaş arasındadır. Dolasıyla Müziğimiz belki popüler kültürün ve müziğin gerisinde gibi görünse de bütün özellikleri ile yaşamaya devam edecektir.

Klasik tavrın önemli mihenk taşlarından birisisiniz. Bu tavrı nasıl oluşturdunuz?  Gazinoların altın çağında gazino sahnesinde olmak istememiş ve Fahrettin Aslan’ın sahneye çıkaramadığı bir isim olmuşsunuz. Kabul etmiş olsaydınız, bu tavır ve üslûbunuz kalır mıydı?

Ben 8 Yıllık bir eğitim gördüm Konservatuarda. Ve orada çok önemli sanatçı hocalardan istifade ettim. Bekir Sıtkı Sezgin, Tülûn Korman, Tülin Yakarçelik, Alaeddin Yavaşça gibi Türk Müziğinin duayenleri ile çalıştım. Bu hocalarımızın hepsi sanatın ne kadar yüksek bir ilim olduğunu, sanatçının nasıl bir kimlik olması gerektiği konularında da bizleri eğitiyorlardı. Onların sanata bakış açılarından çok etkilenmiş ve bir gün bende bir ses sanatçısı olduğumda onlar gibi davranmam gerektiğine inandım. Benim sanatımı icra edeceğim yerler belli olmuştu. Ya TRT radyoları ya da Devlet Toplulukları idi. Ben 1980 yılında TRT İstanbul Radyosunu kazanınca en büyük dileğim yerine gelmişti. 1985 yılında Televizyonda bir canlı konser yayınında ‘Memo, memo naziresi’ denilen bir eseri okurken, Müzeyyen Senar hanımefendi beni dinliyor ve anında Fahrettin Bey’i (Arslan) arayarak hemen televizyonu açmasını ve beni dinlemesini söylüyor. Sonucunda Fahrettin Bey hemen bir araştırma yapıyor ve o sırada Maksim Gazinosunda çalışan radyo sanatçısı Vedat Çetinkaya’dan ismimi öğreniyor ve kendisiyle de bana haber göndererek görüşmek istediğini bildirdi. Ancak benim yerimin radyo mikrofonları ve konser salonları olmasını düşündüğüm için Fahrettin beyle eşim görüştü ve nazik bir dille kendisine düşüncemizi ilettik. Oysaki o gün bu teklifi kabul etmiş olsaydım belki de bu gelmiş olduğum bu yerde ve bu sanatçı duruşum olamayacaktım. Bu gün düşündüğümde de ne kadar doğru bir karar aldığım için çok mutluyumdur.

Geriye dönüp baktığınızda hayal ettiğiniz yerde misiniz, neler yaptınız?

Şükürler olsun ki hayal ettiğimden daha güzel bir yerdeyim. Gelecek nesillere kalacak birçok projeler, konserler ve albümler yaptım. Mesela Her albümde farklı şeyler yaptım. "İstanbul’dan Atina’ya türküler" türkülerimizin Rumca ve Türkçe okunuşuydu. İncesaz, yeni şarkıları yeni bir solukla gençlere ulaştırma çabasıydı. "Beyaz Köpükler" Batı enstrümanlarının yer aldığı bir çalışmaydı. Narçiçekleri, geleneksel ürünler.  Ayrıca birçok proje konserler yaptım. Lübnanlı sanatçı Ghada Shbeir ile “Şark Bülbülleri” isimli konserde Arapça ve Türkçe şarkılardan oluşan bir konser, Almanya’dan Soprano Anne Steffen ile “Gönül Köprüsü” isimli konserde Klasik Türk Müziği ve Klasik Batı Müziği bestecilerinin eserlerini seslendirdik, “Semai kahvehanesi”, “Gül ile Bülbül” isimli konserimde sanatçı Bekir Ünlüataer ile özel yazılmış düetler konseri yaptım. Daha bu şekilde bir çok konsept içeren çalışmalarım oldu. Bugünlerde yeni çalışma içine girmiş bulunmaktayım. Yine özel ve çok farlı bir albüm çalışması ile gençlerin çok sevebilecekleri bir çalışma olacaktır diye düşünüyorum.

Bir dönem İnce Saz grubunun solistliğini yaptınız. Yollarınız nasıl kesişti.

Eşimin öğrencisi olan grubun Tanbur Sanatçısı Murat Aydemir, Grubun kurucusu olan Cengiz Onural’ın benimle tanışmak istemesini söyledi. Böylelikle tanışmış olduk. Cengiz şarkılarını benim sesimden duymak ve bir albüm yapmak teklifinde bulundu. Ben de şarkılarını  büyük bir keyifle okudum ve “İnce saz Eylül Şarkıları” meydana geldi ve bu CD gençlerin çok sevdiği bir albüm oldu.

Türk Müziği ile ilgilenen bunu meslek olarak yapmak isteyen gençlere neler tavsiye edersiniz?

Hangi işi yaparsanız yapın eğitimin şart olduğunu düşünerek, sanatta da mutlaka eğitim alınması gerektiğini düşünüyorum. Eğitim sonrası çok çalışmak, çok dinlemek, sebat etmek ve uygulamada aldığı eğitimin doğrultusunda hedefini iyi belirlemelidir.

Türk Müziğini nasıl değerlendiriyorsunuz gelişmesi için neler yapılmalı sizce. Amatör Koroların Türk Müziğine etkisi nedir?

Yukarıda da belirttiğim gibi medya organlarının gerekli desteği vermemesi, popüler müziğin ön planda olması sanki Türk Müziğinin güncelliğini yitiriyormuş fikrini getiriyor. Oysa aşağı yukarı tüm Üniversitelerde kurulan ve Türk Müziği eğitimi veren konservatuarlar sayesinde pek çok genç sanatçılar yetişiyor ve bu sanatçılar Devlet Topluluklarında ve TRT de istihdam edilerek Türk Müziğine büyük katkı sunuyorlar. Amatör koroların müziğimize etkisi düşünülemez. Çünkü bu topluluklar adı üstünde amatördürler. Ancak bu toplulukların Türk Müziği eserlerinin unutulmaması konusunda büyük katkıları vardır.

Eskişehir’e en son ne zaman geldiniz. Şehrimizle ilgili neler söylemek istersiniz?

Zannediyorum 3-4 yıl önceydi. Belediye Başkanımız Büyükerşen’in daveti üzerine geldim. Konserimden sonra da Eskişehir Balmumu Müzesi için yapılacak olan Balmumu heykelimin ölçüleri alındı. İnşallah en kısa zamanda bu müzede bende bir Türk Müziği sanatçısı olarak yer almış olurum.