Caz Müziğin efsane ismi Ömür Göksel Haberes Dergisi’nin Mayıs sayısının konuğu oldu.

Yazarımız Cem Aksu’yle keyifli sohbet eden Göksel; “Eskişehir tam bir Avrupa şehri. Sanat ve estetik dolu harika bir şehir. Her geldiğimde daha gelişmiş ve modernleşmiş bir şehir görüyorum. Ayrıca Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen gönlümün başkanı. Eskişehir’i seviyorum. Ve buradan tüm Eskişehir halkını sevgiyle selamlıyorum” dedi.

 Ömür Göksel hoş geldiniz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Nerede doğdunuz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Ailenizin müzikal hayatınıza etkisi ne şekildedir?

1942 yılının 2 Mayıs Cumartesi günü İstanbul’da dünyaya gelmişim. Ama neredeyse hastane yerine, o zamanki adıyla Şeref Stadı’nda oynanmakta olan Galatasaray-Vefa Maçında. Şimdi Beşiktaş’taki Çırağan Oteli’nin bulunduğu yer. Tek çocuktum. Çok zaman yalnızlıktan canım sıkılırdı. Anneme canımın sıkıldığını söylediğimde “şarkı söyle Ömür” cevabını alırdım. Canım o kadar sıkılmış olacak ki sonunda şarkıcı oldum. Son elli yedi yıldır canım profesyonelce sıkılıyor. Hem de çok! Ama çok uzun yıllar sonra yalnızlığın da zaman zaman bir lüks olduğunu anladım, ailemin mutluluğu bana yansımıştı. Saygı, sevgi, hoşgörü, şefkat, insana değer vermeyi anne ve babamdan öğrendim. Adımı Ömür koymuşlar. Severim ismimi. Oksijenle ilk tanıştığımız andan son nefesimize kadar olan yaşam serüvenidir Ömür. Bu arada Tanrı içime haberim yokken bir hediye yerleştirmiş. Sanatsal duygular. Fazla oyuncağım yoktu, örneğin babamın aldığı futbol topu tek oyuncağımdı diyebilirim. Bana oyuncak tabanca hediye eden bir arkadaşına babamın “Keşke tabanca yerine gitar getirseydin” serzenişi dün gibi aklımdadır.

 İyi bir futbolcu olduğunuzu biliyorum. Sanatçı olmasaydınız futbola devam eder miydiniz?

Dayım Faruk Barlas nam-ı diğer Majino Faruk, Galatasaray ve Milli Takımımızın kaptanı ve savunma oyuncusu olduğundan annem ve babam her zaman olduğu gibi onu izlemek için stadyuma gidiyorlar. Maç esnasında annem birden sancılanıyor ve hastaneye zorlukla yetiştiriliyor. Bu arada hemen belirteyim ki çocukluğumdan itibaren, aşağı yukarı 1997 yılına kadar izlemediğim futbol maçı yok gibidir. Hatta hafızamda dakikalarına kadar kayıtlı kalmış maçlar mevcuttur. Futbol topu en iyi arkadaşımdı bir vakitler. 1955’te Galatasaray genç takımında futbol oynamaya başladığımda henüz on üç yaşımdaydım. 1956’da basketbola başladım. 1957’den itibaren oyuncuları arasında daha sonraları başkanımız olan Özhan Canaydın’ın da bulunduğu takım kaptanlığını yaptığım Galatasaray Genç Basketbol Takımı üst üste beş yıl şampiyon olmuştu. 1961’de geçirdiğim sakatlık Allah’tan ayağımda olmuştu. “Ya bu sakatlık kafamda olsaydı” diye şükreder dururum bazen. Ancak şaka bir yana bu zamansız ve talihsiz sakatlanma olayı büyük sporculuk hayallerimin sonu olmuştu.

Uzun zaman yurt dışında yaşadınız tekrar ülkemize döndüğünüzde müzikal anlamda nelerin değiştiğini gördünüz? Bu sizi nasıl etkiledi?

Ülkemizde henüz televizyon yayını başlamamıştı. 1967 yılıydı. Radyoda Frank Sinatra’nın bir parçası çalındı. İkinci şarkının anonsu ise şöyleydi: Şimdi de bizim Frank Sinatra’mız ‘Kadife Sesli Romantik Prens’imiz Ömür Göksel söylüyor.” Radyonun başındaydım. Galiba ünlenmem için ilk adım atılıyordu. Gözlerim dolu dolu olmuştu. Unutulmaz bir andı benim. Adeta radyonun içine girmiş yorumumu dinlemeye başlamıştım. İçerideki odada da kendi radyosunu dinleyen annem “Ömürcüğüm radyoda şu anda seni anons ettiler, sen söylüyorsun” diye seslenmişti. Benim odama doğru koşarak gelmişti. Sesi titriyordu, heyecanlanmış, benim gibi onun da gözleri dolmuştu. Anneciğimin gözlerindeki heyecan unutulur gibi değildi, o da başarmıştı. Çünkü şarkı söylememi en az benim kadar o da istiyordu, üstelik o güne kadar hep bana destek olmuştu. Galiba başarı zincirinin ilk halkasını yakalamıştım. Çocukluğumdan beri yıllarca başkalarının plaklarını biriktirip çalarken artık radyolar benim plağımı çalıyorlardı.

1960’lı yıllarda 4 dilden 1000’in üzerinde şarkı repertuvarı olan özel bir sanatçısısınız. Bu repertuvarı nasıl oluşturdunuz?

İngilizce ve Almanca konuşur, İtalyanca ve İspanyolcayı konuşamaz ama anlarım. Fransızcaya ise tam Fransız’ım ne anlar ne de konuşurum. Profesyonel Şarkıcılığa başladığım 1965’lerde Türkçe Sözlü Batı müziği şarkıları arasında sadece tangolar vardı, ayrıca günün popüler şarkılarının yanı sıra, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca şarkıları da tabii ki repertuvarımdaydı. Bas bariton ses özelliğimin ve de çok geniş bir repertuvar hazinesine sahip oluşum o devirlerde müziğin kalbinin attığı İstanbul’da çalışan birçok orkestra şefi tarafından duyulmuştu. Ve daha askerliğim bitmeden çeşitli orkestralardan teklifler yağmaya başlamıştı. Yolum belli olmuştu, profesyonel şarkıcılık yapacaktım. Yeni, eski ne kadar sesime giden şarkı varsa, onları da çok geniş olan repertuvarıma eklemeye başlamıştım.

Albümlerinizden ve Ödüllerinizden bahseder misiniz?

1968 Mutluluk, 1972 Sevemem Artık, 1973 Yanıyorum, 1976 Yaşadım mı Öldüm mü Anlayamadım Altın Plak ödüllerim oldular. 1979 da dünya Hilton otellerinden aldığım bir teklif ile bir yıl için ülkemden ayrılmıştım. Amerika, İtalya Almanya derken ülkemi tam 19 yıl yurt dışında temsil ettim, yani bu ayrılık 19 yıl sürdü, Döndüğümde beni tanımayan bir nesille karşılaştım, ancak anne ve babalar Ömür Göksel şarkılarıyla tanışmışlar birbirlerini sevmişler evlenmişlerdi. Döner dönmez yaptığım İngilizce cd’ler beni bu kez gençlerin ve anneannelerin sevgilisi yaptı. 2006 2016 yılları arasında tam 10 cd’im müzik marketlerinde yar aldı. Yaşam boyu başarı ödüllerimin yanı sıra yılın caz şarkıcısı, yılın şarkıcısı vs gibi 50’yi aşkın ödüle sahibim. Tam 60 yıllık sahne hayatımı satırlara sığdırmak kolay olmuyor. Anılarımı geçen sene yazdığım Cebimde Saklı Şarkılar isimli kitabımda topladım.

Eskişehir’i nasıl buluyorsunuz?

Eskişehir tam bir Avrupa şehri. Sanat ve estetik dolu harika bir şehir. Her geldiğimde daha gelişmiş ve modernleşmiş bir şehir görüyorum. Ayrıca Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen gönlümün başkanı. Eskişehir’i seviyorum. Ve buradan tüm Eskişehir halkını sevgiyle selamlıyorum.