Eskişehir Baro Başkanı Barış Günaydın Haberes Dergisi’nin 61’nci sayısına konuk oldu.

Haberes Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ayhan Aydıner’in sorularını yanıtlayan Günaydın; “Biz hukukçulara düşen görev, bu adaletsizlik iklimine alışmamak. Unutmamalıyız ki; adalet, suskunluğun değil, cesaretin meyvesidir” dedi.

13 Ekim 2024’de yapılan seçimlerde Eskişehir Baro Başkanlığına seçildiniz. 7 aylık süreç Eskişehir Barosu ve sizin için nasıl geçti? İleriye yönelik projeleriniz neler?

Göreve geldiğimiz 13 Ekim, bizim için sadece bir seçim tarihi değil; bir değişimin, bir umut yolculuğunun başlangıcıydı. Bu 7 aylık süreçte, Baro’nun duvarlarını daha çok meslektaşımızın sesiyle, emeğiyle ve fikriyle doldurmaya çalıştık.

İlk olarak şeffaflık ilkesini hayata geçirdik. Atamalarda, duyurularda, etkinliklerde eşitlik ve katılımcılığı esas aldık. Teknoloji tarafında büyük bir adım attık. Mesleki açıdan günümüz teknolojilerini de kullanacağımız dijital uygulamamızı hayata geçirdik. Hem mesleki hem de sosyal yaşamda kolaylıklar sunan bu uygulama, dayanışma kültürünü teknolojiyle birleştirdi diyebilirim.

Meslektaşlarımız için en önemli problemlerden biri olan Adliye yakınındaki otopark sorununa çözüm ürettik, hemen adliyemizin yanında yer alan otoparktan 3 saat ücretsiz olarak yararlanmalarını sağladık.

Elbette yolun başındayız. Daha yapılacak çok iş var Önümüzde iki temel hedef var: Biri dijitalleşmeyle mesleki süreçleri kolaylaştırmak; diğeri ise baroyu sadece bir idari yapı değil, aynı zamanda kültürel, entelektüel ve sosyal bir merkez haline getirmek.

Ayrıca uluslararası barolarla kurduğumuz iş birliği köprülerini daha da güçlendirmek istiyoruz. Tabi barolara yasal olarak yüklenen görevlerimiz de var bu anlamda toplumsal olaylar ve gündeme dair de müzakere ve mücadele sloganıyla bu süreçleri de takip edeceğiz. Bu sürecin en kıymetli yanı ise birlikte üretmenin gücü. Çünkü biz inanıyoruz ki: “Baroda değişim zamanı” dedik, ama bu değişimi tek başımıza değil, hep birlikte gerçekleştireceğiz.

Barış Günaydın nasıl bir çocuktu? Çocukluk yıllarınızda en büyük hayaliniz avukat olmak mıydı? Avukatlık mesleğini neden tercih ettiniz?

Çocukluğum Eskişehir’in kenar mahallelerinden birinde geçti. Mahalle kültürünün hâlâ yaşadığı, dayanışmanın, paylaşmanın çok kıymetli olduğu bir ortamda büyüdüm. Çok soru soran, hep nedenini merak eden ama hep hayal kuran bir çocuktum. Birlikte olmaya, üretmeye çok önem verirdim.

Dürüst olmam gerekirse en büyük hayalim avukat olmak değildi aslında. Hep diplomat olmayı Uluslararası İlişkiler okumayı çok istemiştim. Ama içten içe hep adalet duygusuna karşı büyük bir hassasiyetim vardı. Babamın en büyük hayali ise Hukuk okumaktı, onun da tercihlerimde etkisi oldu aslında. Ama iyi ki Hukuk okumuşum diyorum.

Üniversite yıllarımda, bir komşumuzun haksız yere işten çıkarıldığını ve hiçbir hakkını alamadığını gördüm. Ailesi perişandı beni çok etkilemişti.

Avukatlık sadece bir geçim kapısı değil benim için; aynı zamanda bir vicdan meselesi. Hukuku, sadece kitaplardaki kurallar değil, insan hayatına dokunan, adalet duygusunu besleyen bir alan olarak görüyorum. Bugün baro başkanı olarak attığım her adımda da bu çocukluk inancının izleri var: Adil olmak, hakkı savunmak ve kimseyi yalnız bırakmamak.

Baronuza kayıtlı avukat sayısı ne kadar? Eskişehir nüfusuna göre fazla mı?

Bugün itibariyle Eskişehir Barosuna kayıtlı Avukat sayımız 2000’e yaklaştı. Tabi diğer illerde de geometrik olarak bir artışın olduğunu görüyoruz. Nüfusa ya da ekonomik göstergelere göre bu sayının fazla olduğunu düşünüyorum. Avukat sayısı artışına paralel olarak bunu destekleyecek diğer argümanlarda aynı artış söz konusu değil maalesef. Bir de sadece Avukatların yapabileceği iş alanların yasal düzenleme ile genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hem vatandaşların hak kayıplarını önleyecek hem de özellikle genç meslektaşlarımız için fayda sağlayacaktır.

Ülkemizde Hukuk Fakültelerinin artmasının avukatlara etkileri nasıl oluyor?

Hukuk fakültelerinin sayılarının niceliksel olarak artması niteliği artırmadığı sürece olumsuz olarak bir etki yaratmaktadır. Bazı fakültelerdeki öğretim üyesi ve fiziksel olanakların yetersizliği eğitim kalitesini de düşürmektedir. Tabi bu durum Avukat sayısında da az önce söylediğim gibi geometrik ve hızlı bir artışa da neden olmaktadır. Avukat sayısındaki artış, özellikle genç avukatlar arasında iş bulma zorluğu ve düşük gelir seviyeleri gibi sorunlara neden olmaktadır. Benim görüşüm Hukuk eğitiminde kalitenin artırılması ve hukukta uzmanlaşmanın artık zorunluluk haline geldiği noktasındadır.

Ülkemizde avukatların en büyük sorunu nedir?

Bence Türkiye’de avukatların en büyük sorunu, mesleğin itibar kaybı ile birlikte gelen ekonomik güvencesizliktir.

Bugün bir genç avukat stajını bitirip cüppesini giydiğinde, yalnızca hukuki bir mücadele değil, aynı zamanda geçim derdiyle de mücadele ediyor. CMK ve Adli Yardım ödemeleri aylarca gecikiyor, serbest çalışan avukatlar emeğinin karşılığını alamıyor, bazı özel alanlarda ise meslek dışı kişi ve kurumlarla adeta rekabet etmek zorunda kalıyor.

Bunun yanında bir de mesleğimize yönelik sistematik bir itibarsızlaştırma var. Savunma makamı, yargının kurucu unsuru olmasına rağmen, uygulamada çoğu zaman ötekileştiriliyor. Avukata yönelik fiziksel şiddet, tehdit ve saygısızlık da bu sürecin parçası. Oysa avukat, sadece müvekkilini değil, aynı zamanda adaleti savunur.

Bizler, bu mesleğin onurunu korumak için barolar olarak sadece hukuki değil, sosyal ve ekonomik politikalar da üretmek zorundayız. Genç meslektaşlarımız için daha güvenli, daha saygın ve daha dayanışmacı bir meslek ortamı inşa etmeliyiz diye düşünüyorum.

Çünkü adaletin sesi ancak avukat özgürse yükselebilir. Avukat varsa hala umut var.

Türkiye’de hukuk nasıl işliyor? Bir Baro Başkanı olarak Yargının bağımsız olduğuna inanıyor musunuz?

Hukuk, kağıt üzerindeki kanunlardan ibaret değildir. Hukuk, aynı zamanda toplumun adalete olan inancıdır. Türkiye’de yasalar çoğu zaman yeterli gibi görünse de uygulamadaki adaletsizlikler, yargıya olan güveni ciddi şekilde zedeliyor.

Bir baro başkanı olarak şunu net bir şekilde söyleyebilirim: Yargının yapısal bağımsızlığı, Anayasa’da açıkça tanımlanmış olsa da, uygulamada bu bağımsızlığın ciddi şekilde aşındığına tanıklık ediyoruz.

Özellikle yüksek yargı organlarının atama süreçlerinden tutun da hâkim ve savcıların mesleki güvenliğine kadar birçok alanda, yürütmenin etkisi gözle görülür hâle geldi. Bu durum, sadece hukukçuların değil, halkın da adalete olan güvenini zedeliyor.

Yargı bağımsızlığı, sadece hâkimlerin değil, aynı zamanda savunmanın yani biz avukatların da özgürce görev yapabilmesiyle mümkündür. Avukatlar baskı altında, tehdit altında, itibarsızlaştırılmışsa; bu sadece mesleğin değil, adaletin de çöküşüdür.

Umutsuz değilim. Çünkü Türkiye’de hâlâ hukuka inanan meslektaşlarım var. Ayrıca binlerce genç hukukçu yetişiyor. Barolar, sivil toplum örgütleri ve bilinçli yurttaşlar bu konuda büyük bir mücadele veriyor. Yargının tam bağımsızlığı, bir gün mutlaka bu toplumun kazanımı olacaktır. Bizim görevimiz o güne kadar susmamak, vazgeçmemek, geri adım atmamaktır.

Başta Ekrem İmamoğlu ve Ümit Özdağ olmak üzere ülkemizdeki siyasi tutuklamalar ile ilgili düşünceleriniz neler?

Türkiye'de son dönemde yaşanan siyasi gelişmeler, özellikle siyasilerin tutuklanması, yargı bağımsızlığı ve demokrasi açısından ciddi endişelere yol açmıştır.

Tabi siyasetçilerin tutuklanması sadece bir bireyin özgürlüğünün kısıtlanması değil, aynı zamanda demokratik süreçlerin ve halk iradesinin zedelenmesi olarak değerlendirilmiştir. Yargı bağımsızlığı ilkesinin ihlali, hukuk devleti anlayışına zarar vermekte ve toplumda adalet duygusunun sarsılmasına yol açmaktadır.

Bu tür olaylar, Türkiye'nin demokratik değerler ve hukuk devleti ilkeleri konusundaki taahhütlerini sorgulamakta ve uluslararası alanda ülkenin itibarını zedelemektedir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir ve bu ilkenin korunması, hem bireysel özgürlüklerin hem de toplumsal barışın teminatıdır.

Sonuç olarak, Türkiye'de yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi ve demokratik süreçlerin korunması, hem iç hukuk düzeni hem de uluslararası yükümlülükler açısından hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, tüm siyasi aktörlerin ve kurumların, hukuk devleti ilkesine bağlı kalarak hareket etmeleri gerekmektedir.

Bu nedenle hukuki dayanaktan yoksun siyaseten gerçekleşen bu hak ihlalleri hukuk devleti ilkesini derinden zedelemektedir.

Ülkemizde kanunlar hazırlanırken, Baroların görüşleri alınıyor mu?

Ne yazık ki Türkiye’de kanun yapım süreçlerinde baroların görüşleri sistematik ve kurumsal biçimde alınmıyor. Anayasa’nın ve yasama etiğinin öngördüğü “katılımcı demokrasi” ilkesi, uygulamada büyük ölçüde devre dışı kalmış durumda.

Oysa barolar, sadece meslek örgütü değil; aynı zamanda anayasal düzlemde kamu kurumu niteliğinde kuruluşlardır. Toplumsal adaletin ve hukukun üstünlüğünün sesi olan baroların, özellikle Ceza Muhakemesi, Avukatlık, İcra-İflas, Kadın ve Çocuk Hakları gibi alanlarda çıkarılan yasalarda aktif biçimde katkı sunması gerekir.

Ancak pratikte, kanun teklifleri çoğu zaman TBMM komisyonlarına ya da genel kurula çok kısa sürede indiriliyor ve meslek örgütlerine, barolara görüş bildirme fırsatı tanınmıyor. Hatta bazı düzenlemeler, doğrudan baroları ilgilendirmesine rağmen bizimle paylaşılmadan yasalaştırılıyor.

Bu durum, sadece baroların değil, halkın hukuk sürecine katılımının engellenmesi anlamına gelir. Çünkü bizler meslektaşlarımızın yaşadığı sorunları doğrudan görüyor, sahadaki gerçekliği birebir yaşıyoruz. Bu tecrübenin yasa yapımına yansıtılmaması, hem hukuk kalitesini düşürüyor hem de uygulamada sorunlara yol açıyor.

Demokrasi sadece sandıkta değil, karar alma süreçlerine katılımda da görünmelidir. Barolar, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları olmadan sağlıklı bir hukuk sistemi inşa edilemez.

Türkiye’nin adalet konusunda içinde bulunduğu durumu bir hukukçu olarak hukuk sistemi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de adalet mekanizması uzun süredir ciddi bir stres altında. Hukukun üstünlüğü ile iktidarın gücü arasında bir gerilim hattı oluşmuş durumda. Yargı, hem siyasal etkilerden arınamıyor hem de iç denetim mekanizmaları yeterince işlemiyor. Adil yargılanma hakkı, yargının bağımsızlığı, savunma makamının güvencesi ve hak arama özgürlüğü gibi evrensel ilkeler, uygulamada çokça zedeleniyor. Özellikle belli davalarda alınan kararlar, kamu vicdanını derinden yaralıyor. Ama bu tablonun içinde karanlık kadar umut da var. Çünkü hâlâ görevini büyük özveriyle yapan yargıçlar, savcılar, avukatlar var. Hâlâ adaletin yalnızca mahkeme salonlarında değil, halkın vicdanında da yeşerdiğine inanıyoruz. Türkiye’nin bir hukuk devleti olabilmesi için öncelikle yargının yapısal bağımsızlığı sağlanmalı. Hâkim ve savcı teminatı güçlendirilmeli, savunma makamı sistemin asli unsuru olarak kabul edilmeli ve baroların görüşü yasa yapım süreçlerine dahil edilmelidir. Biz hukukçulara düşen görev ise, bu adaletsizlik iklimine alışmamak. Unutmamalıyız ki; adalet, suskunluğun değil, cesaretin meyvesidir.

Türkiye’de adaletin gerçekten yerleşeceğine inanıyorum. Çünkü bu topraklarda hak, hukuk, adalet talebi her dönem güçlü olmuştur. Bizler de bu talebin hem sesi hem taşıyıcısı olmaya devam edeceğiz.

Avukat olmak isteyen gençlere bir mesajınız var mı?

Sıkça katıldığım genç hukukçularla bir aradayken, ruhsat törenlerinde de hep dile getiriyorum. Avukatlık sadece bir meslek değil, bir duruş, bir cesaret ve bir vicdan meselesidir. Gündelik zorluklarına rağmen, başkalarının sesi olmak, bazen bir çocuğun hayatına dokunmak, bazen bir kadının umudu olmak, işte bu mesleğin gerçek ödülüdür.

Tabi şunu da bilmeleri gerekir. Bu yol kolay bir yol değil. Sabır, mücadele ve özveri gerektirir. Tabi bu süreçte bazen yalnız hissedersiniz, bazen görülmezsiniz. Ama unutmayın; her adımınız bir başkasının adalet yolculuğuna güç katıyor.

En çok da kendiniz olmaktan, farklı olmaktan korkmayın. Çünkü bu meslek, ezber bozanlara, yeni yollar arayanlara, değişimi isteyenlere her zaman ihtiyaç duyacak. Şunu söyleyebilirim Avukat ya bir yol bulur ya da yeni bir yol yapar.

Son sözüm ise şu olabilir. Avukatlık, kalemle yapılan bir mücadeledir. Ama o kalemin mürekkebi, cesaretiniz ve vicdanınızdır.

Çok teşekkür ederim.