Cem Bey merhabalar. Bize kendinizden bahseder misiniz? Nerede doğdunuz? Ailenizden ve çocukluğunuzdan bahseder misiniz?

Devlet memuru ebeveynlere sahip bizim neslin çoğunda olduğu gibi farklı şehirlerde büyüme hikayesi ile başladı yaşamım. Erzincan doğumluyum ama yaşama dair ilk anı kareleri Merzifon’a ait. Babam nahiye müdürü, annem ilkokul öğretmeni iken 4 yaşıma kadar orada, sonrasını da Ordu Merkez’e uzak yüksek bir dağ köyüne tayin olan annem ve 3 kardeşin ortancası ben; en çok hatırladığım ve özlediğim boyumu aşan kar manzaraları ile ilk çocukluğumu geçirdim. Ardından ilkokula başka bir köy okulunda başladım ve nihayet 4. sınıfa başlarken şehir merkezine taşındık. Liseyi bitirene dek Ordu’da beni ben yapan birçok sosyal faaliyetin içinde oldum. Müzikle ilkokulda hafta sonları gittiğim mandolin kursu ile tanıştım. Ortaokulda iken halk oyunları ile tanıştım ve hem okulda hem derneklerde peşini hiç bırakmadığım coşkulu bir uğraş oluverdi birden. Bu sırada resim öğretmenim ile müzik öğretmenim onların branşlarını seçmem için beni ayrı ayrı şartlandırıyorlardı. Bir yandan okul korosu, bir yandan halk eğitim merkezi korosu, halk oyunları ekipleri, resim atölyesi ve yarışmaları ile oldukça yoğun bir sosyal uğraş içinde idim. Resim yapmayı da çok seviyordum. Ordu Lisesi’ne kayıt yaptırmaya gittiğimde o zamanlar okulun ve Ordu’nun müzik hocası; şimdi Ordu Konservatuarı Dekanı Prof. Dr. Sabri Yener, beni annemin yanında görüp ‘müzik bölümüne kayıt yaptırın’ deyiverdi. Böylece daha yoğun ve bilinçli bir müzik eğitimini hocanın sayesinde aldım. Tabi tüm diğer faaliyetlerimi de devam ettiriyordum ki okulun atletizm takımına bile girmiştim.

Ankara Üniversitesi DTCF Halk Bilimi Bölümü mezunusunuz. Diğer bir yanıyla da Folklor araştırmacısı olduğunuzu biliyorum. Böyle bir dalda çalışmaya nasıl karar verdiniz? Sizi etkileyen şeyler nelerdi?

O yıllarda, üniversite tercihleri sınavdan önce listelenip bildirilir ve sonra puanınızın yettiği sıralamadan bir okula hak kazanırdınız. Yani teoride ne istediğinizi bilmeniz gerekirdi. Genelde ilk sıralara sizinle alakası olmayan şeyleri ebeveynler koyar, en altlara da açıkta kalmasın diye çok düşük profiller yazılırdı. Orta sıralarsa size kalır… Ayrıca güzel sanatlarla ilgili bir yere gitmek için bu listeden bir okul kazanamamış olmanız gerekir ki sonra yetenek sınavlarına giresiniz. Müzikle, resimle, halk oyunları ile yoğun bir şekilde uğraşan benim, tüm bunlara uygun olabilecek tek bir fakülte tercihi yapmamı sağlayan abim İrfan Gürdal’ın öngörüsüne hep şükran duymuşumdur. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Halkbilimi Bölümünü 7. sıradan listeye yazdık ve tüm bu birikim ve merak alanlarımı değerlendirebileceğim bir fakültede eğitimime 1986 yılında başladım ve 1990 da bitirdim. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi Türk Halkbilimi bölümünde de yüksek lisansımı tamamladım. Mezun olduktan bir yıl sonra Kültür Bakanlığında folklor araştırmacısı olarak sözleşmeli çalışmaya başladım ve bu süreçte birkaç alan araştırmasına da katıldım. Okul yıllarında ve özellikle bu çalışmalar sırasında tanıştığım fotoğraf-video teknolojileri gerçekten ilgimi cezbetti. Hatta hemen ardından katıldığım birkaç fotoğraf yarışmasından ödüller aldığım da oldu. Derken 1993 yılında TRT’nin açtığı sınavı kazanıp 2000 yılına dek TRT Ankara Televizyonunda çalıştım ve bu alanda kendimi yetiştirme fırsatım oldu.

Folklor ne demektir? Ülkemizde doğru algılanıyor mu? Sadece halk oyunları olarak algılamak doğru mudur? Türk Folkloru hak ettiği yerde mi sizce? Genç neslin ilgisi ne durumda?

Folklor kelimesi çok zaman yalnızca halk dansları için bir karşılıkmış gibi kullanılsa da günden güne bu yanlış düzeliyor bence. Özellikle halk oyunları yerine halk dansları denilmeye alışıldıkça bu yanlış kullanım terkedilmeye başlandı. Folk= halk ve Lore = bilim kelimelerinin birleşimi ile türetilmiş ve Türkçede Halkbilimi olarak kullanılmaktadır. Halkların kültürlerinde yüzyıllar boyunca yer edinmiş, halk müziği, halk oyunları, edebiyatı, el sanatları, inançları, gelenek ve görenekleri derinlemesine inceleyen akademik bir disiplindir. Türk Halkbilimi özellikle bağımsız Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerimiz de artmaya başladıktan sonra bu alanda yetişmiş çok fazla bilim insanı sayesinde her geçen gün daha fazla üretimle ve genç nesil arasında daha büyük bir ilgi ile gelişerek büyüyor. Bana göre yeni nesil Türk gençleri “Türk Kültürü” kavramının sadece Anadolu sınırlarından ibaret olmadığını çok daha iyi biliyor.

Tar sazını seçmenizin özel bir sebebi var mı? Bu enstrümandan bahseder misiniz bizlere? Tarihsel yapısı ve gelişimi nasıl olmuştur?  Türk Halk Müziğinde kullanım şekli nasıldır?

Tar sazı gerçekten Türk mızraplı çalgılarının belki de en duygulu sese sahip olanı diyebilirim. Belki de bunun sebebi önüne gerilen yürek zarıdır. Romantik bir yorumla o zarın çıkardığı titreşim yüreklerimizle aynı frekansı yakalıyor olması olabilir. Tabi ki Azerbaycan geleneksel müziğinin lirik etkisi tarı bizlere sevdirmiştir. Benim bu çalgıyı seçmemden ziyade o beni seçti. Zira Türk Dünyası müziği yaparken gerek ben gerek orkestra arkadaşlarım tar dışında da pek çok enstrümanı kullanmaktayız. Bunlar bazen Kazak Dombrası, bazen Kırgız Komuzu, bazen Özbek ya da Türkmen Dutarı, bazen tar, bazen bizim bağlamamız olabiliyor. Tarı da çok güzel çalan arkadaşlarımız olmakla birlikte ihtiyaç durumuna göre iş bölümü yaptık diyebilirim. Son halini 19. Yüzyılda almış bu çalgının Azerbaycan, Nahçıvan, Gürcistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Türkiye de yaygın olarak kullanılan türü Azerbaycan Tarıdır. Bir de İran tarı türü vardır. Aslını sorarsanız Azerbaycan tarı için sadece Türk Halk Müziği değil dünya müziğinin de rahatça icra edilebildiği, gelişimini tamamlamış bir çalgıdır diyebilirim.

1991 yılında İrfan Gürdal ile ‘’İpek Yolu Türk Müziği’’ topluluğunu kurdunuz. Bu topluluk dünya üzerinde Türkçe konuşulan tüm bölgelerin müziklerini araştıran ve icra eden bir topluluk oldu. Nasıl oluştu bu topluluk? Kimin fikriydi ve Türk kültürüne ne şekilde katkısı oldu?

Aslını sorarsanız İpek Yolu Türk Müziği topluluğu o yıllarında öncesine gider. 1988-89 yıllarında 3 kişi ile konserler verdiğimizi bilirim. Türkiye’de Türk Dünyası Müziği fikrinin ilk uygulanışları o yıllarda başlamıştı. Tabi ki ilgisi olanların bilgisinin olabileceği çok sınırlı bir başlıktı o yıllarda.  Ancak Türkiye dışından gelmiş öğrenci ya da çeşitli tarihlerde Anadolu’ya gelmiş Kırım, Kazak, Kırgız, Özbek göçmenleri kendi kültürlerini yaşatmaktaydı. O yıllarda Sovyetler Birliği henüz kapalı kutu iken bizlerde Anadolu dışında yaşayan Türklere ait müzik kültürünü bu tür kaynaklardan öğrenmeye çalışıyorduk. Özellikle adını anmak istediğim M. Sabir Karger ile İrfan Gürdal’ın yollarının Ankara’da kesişmesi dönüm noktası olmuştur.  Bu tarzda geleneksel müziği sahneye taşıma fikri ile kurulan İpek Yolu Türk Müziği topluluğu ve onların icraları ile hızla bir “Türk Dünyası Müziği” kavramı ülkemizde duyulmaya başlamıştır.

Pandemi döneminden bahsetmek istiyorum birazda. Bu dönem sizin hayatınızı nasıl etkiledi? Pandemi döneminde zor durumda kalan sanatçılar için bazı çalışmalar yaptınız. Bunlardan bahseder misiniz?

Pandemi dönemi tüm dünyada ve her alanda olduğu gibi gerek psikolojik gerek sosyal, gerekse mesleki alanda bizleri de etkiledi tabi ki. Ancak ben ve özellikle eşim Çiğdem Gürdal’ın bu dönemde evimizden de olsa müzik için bir şeyler yapma çabamız hep diri kaldı. Daha önce bahsettiğim gibi müziğin ve görsel sanatların teknoloji alanına yatkınlığım sayesinde bu dönemde gerek kişisel gerekse halen sanat yönetmenliğini yürüttüğüm Ankara Türk Dünyası Müzik Topluluğu adına çeşitli klipler ve yayınlar yapmayı başardık.

Farklı kültürlerin yapılarını inceler misiniz? Sizi en çok etkileyen folklorik ve müzikal hangi ülke ya da ülkelerin kültürüdür? Kendi sanat hayatınıza ne şekilde katkı sağlıyor bu tür incelemeler?

Hani meşhur bir söz vardır ya “ne yersen osun” diye. Bu biyolojik anlamda söylenmiş bir sözdür tabi ama esas kültürel anlamda neyle beslenirseniz o olursunuz. Ben hem mizacım hem halkbilimci gözüm ve hem de sanatçı kimliğim ile bu yelpazeyi mümkün olduğunca geniş tutarak beslenmek isterim. Bugüne kadar kırkı aşkın ülkeye seyahat etmiş, kiminde sadece konser verip dönmüş ama pek çoğunda halkın arasında gündelik hayatı yaşama fırsatı bulmuş biri olarak en sevdiğim şeyin farklı kültürleri görmek ve alabildiğim kadar tecrübe almak olduğunu söyleyebilirim. Sanat hayatım Türkçe konuşan milletlerin etrafında yeşerdiği ve özellikle müzik kültürüne profesyonel yaklaşımım; tabi ki daha çok Türk Cumhuriyetleri ve Sibirya’dan Balkanlara Türk halklarının yaşadığı coğrafyalarda özel ve keyifli hissetmeme sebep olmaktadır. Bununla birlikte Endonezya halkının dinginliğinden, Kafkas halklarının vakuruna kadar pek çok güzelliği gözlemleyip içselleştirdiğim olmuştur. Müzikal anlamda ise sadece beni değil tüm dünya müzik insanlarını etkileyen Tuva ve Altay bölgesini zikretmeden geçemem.

Gelecekte sanat adına yapmayı planladığınız projelerinizden bahseder misiniz?

Yaklaşık otuz yıldır hizmet etmeye çalıştığımız kültürümüz ve Türk Dünyası’nın ortak müzik mirası için çalışmaya devam etmek en büyük dileğim. Gerek kurumsal kimliğimiz ile gerekse şahsi olarak hep çabaladığım gibi Türk halklarının en anlaşılır, en etkileyici ve en barışçıl ortak mirası olan müzik kültürünü birbirimize taşımak, bu yolla da gelecek nesillerin bugünden daha yakın ilişkiler içinde olmasını sağlamak adına çalışmalara devam etmek en büyük hedefim.

Eşinizin de sanatçı olmasının hem sanatsal hem de sosyal manada hayatınıza etkisi ne şekilde oluyor? Ortak paydada örtüştüğünüz ve ayrı düştüğünüz noktalar nelerdir?

Eşimin sadece sanatçı olması değil, hayran olduğum bir sanatçı olması diye başlarsak, benim için gerçekten sanatsal anlamda da sosyal anlamda da büyük katkıları olduğunu söyleyebilirim. En başta anlattığım tüm müzikal geçmişim her ne kadar beni bugüne getirdi ise de Çiğdem Gürdal gibi bir sanatçı ile 25 yıl geçirmiş olmanın katacağı sanatsal birikimi okuyucuların takdirine sunmam garip olmaz sanırım. Her ne kadar branşlarımız ayrı iken tanışmış olsak bile bu süre zarfında birbirimizden çok şey öğrendiğimizi söyleyebilirim.

Eskişehir’e geldiniz mi? Neler söylemek istersiniz Eskişehir için?

Ankara’da yaşıyor olmamız ve fiziki yakınlığımız sebebi ile Eskişehir hayatımızda yer alan önemli şehirlerden biri tabi ki. Bence Eskişehir’in bütün Türkiye’nin gözünde en yaşanılası şehirlerden biri haline getirmek için çalışan çok iyi yöneticilere sahip olması gibi bir şansı var. Gerek tarihi dokusu gerek kültür ve sanata, yeşile ve doğaya saygılı duruşu, gerekse tüm Türkiye’nin karmasını özünde barındırarak toplumsal barışa büyük katkı sağlayan eğitim kurumları ile Eskişehir ülkemizin gözbebeği illerden biri olmuştur.