Yılların müzik insanı ve hatta ülkemizin ilk piyanist şantörüsünüz. Uzun zamandır da sizi göremiyoruz. Bu kopuşun sebebi nedir?

Merhabalar. Öncelikle bu röportaj davetiniz için size çok teşekkür ederim, beni Eskişehirli müzikseverlerle buluşturmanız büyük incelik.
Benim müzikten kopmam değil mesele, bu asla olmayacak bir şey sadece bir süredir TV ve yazılı basın açısından medyada yokum ve göz önünde değilim. Pandemi başlayana kadar İstanbul ve yazlık bölgelerde dönüşümlü olarak, hafta sonları sahne çalışmalarım devam ediyordu. Şimdi ise grup ve orkestra çalışmalarım sürüyor. Pandemi sonrasına hazırlanmakla meşgulüz. Fakat bizim mesleğimizde hep vitrinde olmak zorundasınız. Eğer göz önünde değilseniz hemen unutuluyorsunuz ve yeni gelen nesil sizi tanımıyor. Biz çok çabuk tüketiyor ve eskitiyoruz maalesef.

Müzik kariyeriniz nasıl başladı? Sizi yönlendiren biri oldu mu? Ailenizin size desteği nasıldı? Müzikte kendinize örnek aldığınız kimseler var mıydı?

Müzik kariyerim 1970’li yıllarda başladı yani üretmeye, plak yapmaya başladığım yıllar.  1974 yılında rahmetli Esmeray'ın “Unutama Beni” adlı şarkıyla 1. olduğu ‘Toplu İğne Beste Yarışması’na katıldım. İlk derecelere giremesem de o günlerde popüler olan arkadaşlarımla birlikte olmak, o deneyimleri yaşamak çok güzeldi ve bu beni kamçıladı. TRT’ de ilk çıkışımdı. Ailem önceleri bu mesleği profesyonelce yapmamı hiç istemedi ama babamı içki içen bir müzisyen olmayacağıma ikna ettikten sonra bana destek olmaya başladılar. Müzikte örnek aldığım pop grupları vardı. Beatles, Shadows gibi Caz müzisyenleri vardı. Frank Sinatra, Nat King Cole gibi. Müziğe başladığımda hem gitar hem de piyano çalıyordum.

Taverna Müziği ne demektir? Kökeni ve gelişimi nereden nasıl olmuştur? Türk Müziğine etkileri ne şekildedir sizce?

Meyhane ya da taverna, yemekli ve müzikli bir içkili eğlence mekânıdır. Meyhanelerde genellikle meze türü yemekler yenir. Osmanlı’ya meyhane kültürü Bizans’tan geçmiş. İstanbul’un fethinden sonra Galata’da çok büyük ve ünlü meyhaneler olduğunu okuyoruz kaynaklardan. Kısaca çalgılı meyhane diye biliyoruz. Taverna müziği daha çok Yunanistan’da vardı Müziğin yapıldığı eğlenilen lokantalar diyebiliriz. Ülkemizde 60’lı 70’li yıllarda İstanbul’daki Rumların gittiği mekânlar meyhanelerdi. Türkiye’de o yıllarda Restoran müziği yaptığımız hiç bir yerin tabelasında Taverna yazmazdı ya meyhane, lokanta ya da restorandı buralar, bazılarında müzik yapılırdı maalesef şimdi o da kalmadı yâni kısaca yaptığımız müzik türü de değişti ister istemez. Türk Müziğinin etkileri Yunan Müziği makamsal yönleri hemen hemen aynıdır. Klasik Türk Musikisini saymazsak bazı şarkıları biz mi onlardan almışız onlar mı bizden halâ bilmiyoruz. Grek şarkılara biz nasıl Türkçe söz yazmışsak onlar da bizim şarkılarımıza söz yazmışlar, iki ülke tek ruh gibi olmuşuz. Türkiye’deki ilk Tavernacılar; Yorgo Vapuridis, Ali Poyrazoğlu, Hayko, Kupa Üçlüsü

Ülkemizin değerli bir sanatçısı olarak Türk Sanatının ve sanatçılarının bulunduğu yeri nasıl değerlendirirsiniz? Özellikle sizin müziğe başladığınız yıllardan bu yana neler değişti?

Dünyada böyle değil ama Türkiye'de usta sanatçılara belli bir zamandan sonra çok da değer verilmiyor. Unutuluveriyorsunuz ne yazık ki. Hem şarkıları hem de sanatçıları çok çabuk eskitip unutup yerine süratle yenilerini çıkartıyoruz. Hele o yenilerin hiç şansı yok. Birkaç yıl içinde esemesi bile okunmuyor. Şimdilerde bu eskime daha da hızlandı. Fakat gözlemliyorum son günlerde yeni bir akım başladı. Eski şarkılara ve eski sanatçılara rağbet pek fazlalaştı. Nostaljik bir değişim söz konusu bu da güzel bir değişim elbette. İnşallah bu akım sürer gider. Ülkemizde uzun zamandır her şey duygular, şarkılar, resimler ve sanatın bütün dalları bir dejenerasyon sergiliyor. “Bir Bahar Akşamı Rastladım Size”, “Vücut İklimimin Sultanı Sensin”, “Unutturamaz Seni Hiç Bir Şey” gibi anlamlı şarkılardan sonra (Allah müstahakkını versin, Bodrum'a gitçez, Yatçaz kalkcaz ) gibi şarkılar yapıldı, bu müzik adına çok üzücü. Müziğe ilk başladığımız yıllarda usta çırak ilişkisi ve en önemlisi mesleğe ve dinleyiciye saygı vardı.

80’li yılların başında “Gözler Kalbin Aynasıdır” ile önemli bir başarı yakaladınız. Bu beste nasıl oluştu? Sözleri ve bestesi kime aitti? Bence bu eseri sizden daha iyi okuyabilen olmadı. Bunun sırrı nedir? Biraz bahseder misiniz?

1982 yılında “Gözler Kalbin Aynasıdır” adlı albümü yaptım. Bir yıla yakın plak listelerinde ve plakçı vitrinlerinde liste başı yerini hep muhafaza etti. Çok sattı diyebilirim. Beste & Selami Şahin / Söz & Ahmet Selçuk İlkan. Bu şarkıda arabesk motifler de vardı. Ben TRT denetiminden geçirmek için düzgün lehçeyle okudum. Birkaç sene önce de şarkıyı tekrar yeni enstrümanlarla yeni yorumla yeniden okudum. Başka yorumcular farklı lezzetlerde yaptılar ama ben halâ bu şarkıyla akıllardayım. Bu da beni tabi ki çok mutlu ediyor. Samanyolu denilince nasıl Berkant anılıyorsa ‘Gözler Kalbin Aynasıdır’ denilince de ben akla geliyorum.

Taverna Müziğinde ülkemizin en önemli ilklerindensiniz. Bir ilk olmanın kolaylıkları ve zorlukları nelerdir?

Taverna diye adlandırılan aslında Lokanta ve Lokal müziği diyerek buraya bir kez daha parmak basalım. 1969 yılları o zamanlar Ankara’daydım. Erken saatlerde bir Restoranda piyanoyla yemek müziği yapıyor şarkı söylüyordum geç saatlerde ise orkestramla bir otelde çalışıyorduk. Yaşar Güvenir, İlham Gencer, Şevket Uğurluel, Ergun Özer, Şefik Uyguner Trio şeklinde oteller ve restoranlarda müzik yapıyorlardı. Biz de bunu Ankara’da sürdürüyorduk. 1978 yılında rahmetli Ferdi Özbeğen piyanist şarkıcı olarak bir plak yaptı ve bir devri açarken ben de peşinden bu tarzda ilk albümümü çıkardım. 1975 yılı, 1976, 1977 art arda yaptığım 45’lik plaklardan sonra Long Play albümler ve kasetlerim devam etti. 10. albümden sonra müzik tarzının güncel POP’a dönüşmesi başladı ve sonra albüm yapmadım. Ancak bu günlerde yeni albüm çalışmaları içindeyim.

Geçmişe dönüp baktığınızda neler düşünüyorsunuz? İyi ki yapmışım dediğiniz neler var mesela; ya da keşke yapmasaydım?

Geçmişe döndüğümde üzüleceğim tek bir şey yok. Sadece 1996 yılında Restoran müziğinin adamakıllı arabeskleşmesi üzerine Bodrum’a gidip Turgut Reis’te Clup Yelken adını verdiğim kendi Restoranımı açtım. Yazları beni sevenlerle dostlarımı ağırladım. Yat Turizmi yaptım ve çok keyif aldım. Kış sezonlarında ise dağ otellerinde, Ankara ve İstanbul’da sahne programları yapıyordum. İşte bu yüzden medyadan biraz kopmuş oldum. Hata mıydı bilemem belki bir tek bu kararımı sorgulayabilirim ama yine de pişman değilim. Sonuçta sevdiğim işleri yaptım hep üstelik sağlığım yerinde çok şükür en büyük servetim de bu zaten.

Son dönemde üretilen müziği nasıl buluyorsunuz? Sizce duygulara hitap eden etkileyici eserler besteleniyor mu? Yoksa aynı melodik formlarda dönüp duran şarkılar mı? 80’li ve 90’lı yılların müzik kalitesi ile karşılaştırırsanız neler söylerdiniz?

Son dönemlerde üretilen müziklerin 100’ünden sadece ikisi kalıcı oluyor. Birbirine benzeyen ritimler ve armonilerle şarkıların hepsi aynıymış gibi bir his bırakıyor. Genç kuşaklardan birine soruyorum (Nasıl memnun musunuz?) diye ama onlar da çoğunlukla nostaljik şarkıları dinlediklerini söylüyorlar. 80 ve 90’ların şarkılarında daha çok ruh ve sağlam bir orkestrasyon vardı. Şimdilerde hep merdiven altı imalâtı gibi çoğu şarkılar bilgisayar teknolojisiyle evde yapılıyor. Bu yüzden birbirinin aynısı soundlar çıkmaya mahkûm ne yazık ki aranjörler de fast-food üretime alıştılar.

Sahne hayatınızdan bahseder misiniz bizlere? İlk sahne tecrübeniz nerede başladı?

İlk sahne hayatım 1963’te İstanbul Pendik’te bir düğün salonunda başladı. O zaman orkestrayla dans müziği yapıyorduk ve ayrıca 3 gitar, bir bateri olmak üzere Pop grubumuz vardı. Sinemalarda ve partilerde müzik yapıyorduk. Askerlik çağı geldiğinde Orduevinde çaldım, daha sonra askerlik dönüşü Ankara’ya yerleştim, iyi orkestralarla çalıştım. 1981 yılında tekrar İstanbul’a döndüm.

‘Nostaljik Pop Korosu’ yine bir ilk değil mi? Böyle bir koro kurma fikri nasıl oluştu? Konserlerden bahseder misiniz?

2015 yılında Nostaljik Pop Korosu dönemi başladı. Kadıköy Belediyesine ait gönüllü merkezindeki arkadaşlarımın, Belediyenin bünyesinde yüzlerce T.S.M korosu olmasına rağmen Batı tarzında bir grup olmamasını eleştiren söylemleriyle harekete geçtim.  Benim de en iyi bildiğim tarz Türk Hafif Müziğiydi zaten. Eski ve eskimeyen besteci, söz yazarı ve yorumcuların şarkılarını yaşatmak amacıyla Kadıköy, Ataşehir ve Pendik Belediyelerine bağlı üç ayrı koro kurdum. Üçünde de eğitmenlik ve koro şefliği yapıyorum. Kültür merkezlerinde konserler veriyoruz, inanılmaz ilgiyle karşılanıyor her konser dolu dolu geçiyor ve hiç bitmesin isteniyor. 1970, 1980 ve 90’ların en sevilen eğlenceli şarkılarına yer veriyoruz. Ayrıca orkestram ve ben çok keyif alıyoruz. Her meslekten amatör arkadaşlarımızı yetiştiriyorum. Halk Konserlerimiz de ücretsiz oluyor. Bu çalışmalarımızın bana yaşattığı keyfi ve hazzı zaten anlatabilmem imkânsız sanırım. Pandemi biter bitmez korolarımızla yeniden çalışmalarımıza hızla başlayacağız inşallah.

Editör: TE Bilişim