“Yaşayan Son Meddah” lakabıyla anılan ülkemizin çok önemli komedi ustasısınız. Meddah ne demektir? Meddahlık nedir? Bu tanıma göre de siz meddah olarak kendinizi tanımlar mısınız?

Evet ben bir meddahım. Meddah bir olayı, bir duyguyu, bir düşünceyi, gülerek gülümseyerek, gülümseterek anlatan ve onu yorumlayan kişidir. İnteraktif program yapar. Bunun batıda da karşılığı şovmendir. Yani Showmen çıkar sahneye bir sandalyesi vardır, peşkiri vardır kafasında bazen fes bazen takkesi vardır. Benim el aldığım en büyük ustam 1990'lı yıllarda Erol Günaydın, bana takkesini, peşkirini ve asasını verdi. ‘Fatihçiğim Allah rahmet eylesin Ferhan Şensoy’da kavuk var bende de meddah takkesi var. Sen meddahsın sana bunları veriyorum bunları devam ettir’ dedi. Ben de hayatım boyunca 400'e yakın kahvehanede birebir bu geleneği sürdürmeye çalıştım. Meddahlar 16. 17. yüzyılda Haliç etrafında bu kahvehanelere gider orada hikâyeler anlatırlar insanı güldürerek, gülümseterek bir mesel dediğimiz yani içinden bir mesaj çıkan bir olayı anlatarak o insanlara bazı şeyleri anlatan hoşça vakit geçirten insanlar. Tabii o zaman da Enderun mektebinden olanlar, yazarlar çizerler gelirmiş ve hattatlar gelirmiş. Sonra bu yaygınlaşıyor ve Fatih tarafına kadar geliyor. Fatih'te Direklerarası dediğimiz Şehzadebaşı’nda olmaya başlıyor. Sonra sonra meddahlık geleneği bu şekilde yürüyor. Tabii burada gayrimüslimlerin çok önemi var. Yahudiler, Ermeni ve Rumlar ilk tiyatronun ateşlenmesini bize yapıyorlar. Daha sonra darülbedayi açılıyor. Burada işte bizim yine çok değerli ustalarımız orada yetişiyor. Kavuklu Hamdi’ler Hazım Körmükçü’ler. Ondan sonra işte Naşit’ler, büyük Naşit Efendi’ler, Kel Hasan Efendi, İsmail Dümbüllü. Ha bu arada unuttuğum bir şey var geriye döneceğim. İsmail Dümbüllü de ben 7-8 yaşlarında iken bizim komşumuz vardı. Ohannes abi. Ermeni bir komşumuzdu. Benim bu yeteneğimi fark edince Fatih'te kurulan bir bayram yerine gitmiştik. Orada çadır tiyatrosu vardı. O tiyatroda ilk defa orta oyunu seyrettim. Yine böyle bir etkinlik esnasında sahnenin arkasında dolaşıyordum. İsmail Dümbüllü beni gördü; ‘’Ne istiyorsun evladım’’ dedi. ‘Vallahi ben de senin gibi olmak istiyorum’ dedim.  İşte hayali Küçük Ali ile gidip tanıştım. Karagöz Hacivat oynatıyorum ama dedim senin gibi sahneye çıkmak istiyorum. Gel o zaman, bugün sahne tozunu yutacaksın dedi. Belime bir kuşak bağladılar, bir de çarık geçirdiler. O gün o oyunu oynayacak çocuk gelememiş anladığım kadarıyla. Şimdi dedi sahneye çıkacaksın dedi. Senin omzuna dokundukları zaman çıkacaksın ama dedi. Bana name getireceksin yani bir mektup getireceksin. Ben sahne arkasında sıra beklerken bana bir de teneke atacaksın dedi. Şaşırmıştım. Eskiden kavuklular çıkmadan önce, sanki bir efektmiş gibi insanların dikkatini çekmek için sahneye teneke yuvarlarmış. Ben o tenekeyi de yuvarladım. Bir de köpek taklidi yapmıştım. Alkışlar kıyamet gibi. İlk sahne tozunu böyle yutmuştum.

Taklit yeteneğiniz nasıl keşfedildi? En belirgin şekliyle ne zaman dikkat çekici taklitler yapıyordunuz?

5 yaşındayken ilk defa Karagöz Hacivat oynatmaya başladık biz kömürlükte. O kömürlükten topladığım paralarda ilk profesyonelliğim de öyleydi. Beşer kuruş topluyorduk. Ondan sonra ben mahallenin tiplerini onları ve birer eskiz olarak kesip biraz sopaya yapıştırıp anneannemin başörtüsünü tül yaparak ön tarafa koyuyorduk ve bir limon sandığını içerisinde kömürlüklerde karagöz oynatmaya başladım. Karagümrük'te bayramyerinde ‘’Hayali Küçük Ali’’ ile tanıştım. O’nu görmüştüm. Oradan sonra ben de bu işi yapabilirim diye kendi kendime düşündüm ve bu şekilde yapmaya başladım. Daha sonra da ilk olarak yine Türkiye'nin en büyük kavuklusu olan büyük ustalarla çalıştım. Daha sonra işte Münir Özkul ile ilk defa filmler çevirdim ama ondan önce ben daha böyle biraz yavaş gitmek istiyorum. Pertevniyal Lisesi'nde okurken o zamanlar Halkevleri vardı. Fatih Halkevi, Kocamustafapaşa Halkevi oralarda tiyatro çalışmaları yaptım. Tabii ilkokuldayken falan okul müsamerelerine çıkıyorum. Bu aralarda da kütüphanelere gitmeye başlamıştım. Değişik bir çocuktum. Herkes derdi bana “Sen değişik bir çocuksun senin dünyan değişik sen öyle olacaksın böyle olacaksın” Tabii eleştirenler de vardı anlamayanlar da vardı. Bütün sanatçıların hepsinin başına gelmiştir bu. Annem benim mesela Doktor olmamı çok istiyordu. Ondan sonra ben Tıp Fakültesini kazandım. Fakat sonra bir yarışma programı olan ‘Gülünüz Güldürünüz’ yarışma programında 30.000 kişi arasından ilk 5000'e, 5000’den ilk 100 derken ben o yarışma programının birincisi olmuşum. Toto Karaca’larla, Adile Naşitler, Erol Günaydın’lar, Uğur Böcekleri, Kayhan Yıldızoğlu, Huysuz Virjin. Bunlar bizim jüri üyelerimizdi. Bunların hepsi aynı zamanda bizim hocalarımızdı. Ben yarışmadan sonra Öztürk Serengil ile ki benim ustamdır, 4-5 sene birlikte ikili olarak çalıştık. Sonra tek çalışmaya başladım. Öztürk abi Finlandiya’ya gitmişti. O tek çalışmalarımda Müzeyyen Senar’lar, Zeki Müren’ler Neşe Karaböcek’ler ile çalıştık. Sonrasında yıllarca hep turnelere çıktık.  Güzel Eskişehir'e yıllar önce İbrahim Tatlıses ile gelmiştim. O meşhur sinemanız vardır. Orada program yaptık. Onun dışında yine Eskişehir'de birçok yerde program yaptık. Şaban Kızıldağ hocam birlikte geldim. O Eskişehirlidir. Babası falan da oradadır. Annesini de orada rahmetle anıyorum.

Bize ailenizden ve çocukluğunuzdan bahseder misiniz? Nerede doğdunuz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

1954 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluğum, Fatih’te çok güzel bir mahallede geçti. Arnavutların, Lazların, Tatarların, Çerkezlerin, Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin beraber olduğu bir platonun içerisinde geçti. Fatih Şehremini'de doğdum.

Biraz da şarkıcılık kimliğinizden bahsedelim. Nasıl başladınız şarkıcılığa? Bestecilik yönünüzden bahseder misiniz?

1981 yılında ilk defa LP çıkaran komedyen benim. Fakat ondan önce Türk folklor kurumunda folklor eğitimi aldım. Onun dışında Tıp Fakültesinde okurken Orhan Dağlı ile bağlama ve halk müziği korolarında çalıştım. Sevgili Coşkun Demir ile Timur Selçuk‘tan solfej dersleri aldım ve korosunda çalıştım. O yıllarda belediye konservatuvarı sınavını kazandım. Yıldız Kenter hocam oldum. 1970 ve 1980 yılları arasında siyasi olaylar ve çatışmalar her şeyi birbirine kattığı yıllarda program yapmaya devam ettim. İlk defa 1981’de fuarda sahne aldım. Kamuran Akkor, Edip Akbayram gibi değerli sanatçılarla çalıştım. 1983’te Eskişehir’de Ekici Över ile çalıştım. Neşe Karaböcek, Barış Manço, Nil Burak ile şovlar yaptık. O aralar Demirel’in, Ecevit’in ve o dönemki siyasetçilerin taklidini yapıyordum. Süleyman Demirel bana şapkasını Turgut Özal’da kravatını hediye etmişti. 1986’da Aşure adında bir albüm çıkarttık. Emre Plaktan 1994 yılında Deniz Gözlüm adlı albümümü çıkarttım. 2013 yılında en son albümün çıktı. Ben sahnede şarkı hep söylüyordum.

Yeni nesil taklit ve şov programlarını nasıl buluyorsunuz? Sizi güldürenler kimlerdir?

Cem Yılmaz’ı çok severim. Ata Demirer’i severim. Ben Metin Akpınar’ın devamıyım. Çünkü tek başına taklit yapıyorsun tek başına meddahlık yapıyorsun. Böylelikle bana çok destek vermiştir. Ata Demirer’de benim devamımdır. Hem konuşur hem de müzisyendir. Uğur Böceği Yalçın vardır. Çok severim.

Bugün geriye dönüp baktığınızda hayal ettiğiniz yerde görüyor musunuz kendinizi?

Hiçbir zaman bir sanatçının hayaline eriştiğini duymadım. Hep yapılmamış en son beste hiç yapılmamıştır. 8 yaşında babamı kaybettim. Çok zorluklar çektim. Hem çalıştım hem okudum. Kütüphaneye çok giderdim. Ragıp Paşa, Beyazıt Kütüphanesinde kitap okumak çok hoşuma giderdi. Jules Verne “Aya Seyahat” kitabından tutunda Marquez “YüZ Yıllık Yalnızlık” “Küçük Prens” Efraim Kişon ve tabii ki Aziz Nesin okudum.  Şimdi birkaç üniversitede derslere gidiyorum. Kendi tiyatro grubumu kurdum. Çeşitli TV kanallarında çalıştım. Birçok usta ile çeşitli programlarda çalıştım. Mustafa Yolaşan, Halit Kıvanç, Orhan Boran benim için çok değerli ustalarımdı. Pekcan Koşar, Abdurrahman Palay, Sadettin Erbil’i de anmadan geçemem. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın, Atilla İlhan’ın sohbetlerine katıldım. Necip Fasıl Kısakürek’i bir toplantıda dinledim. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt ile sohbetlerim oldu.

Oyunculuk Kariyeriniz nasıl başladı?  

1983-84 yıllarında ilk defa Altın Kelebek ödülü aldım. Yılın en iyi komedyeni seçildim. İlk defa 1977 senesinde TRT'nin ilk dizisi olan Tarık Buğra'nın “İbiş'in Rüyası” adlı oyununda bir Rum delikanlısını oynamıştım. Münir Özkul ve Meral Zeren başroldeydi. Onun dışında film olarak Yılmaz Atadeniz ile ‘Çaycılar Kralı’ ve ‘Gemilerde Talim Var’ diye iki tane filmde başrol oynadım yine Ümit Efekan’ın yönetmenliğini yaptığı Küçük Emrah ile “Can Evimden Vurdular” filminde oynadım. “Bay E” isminde bir filmde oynadım. Bunun dışında birçok yan rollerde oynadım.

Yılların komedyeni olarak yorumlarsanız Türk toplumu en çok nelere gülüyor?

Türk Toplumu dünyanın mizaha en açık olan ülkesidir. Her tür kitleden mizaha açık insanlar vardır. Bu tabii toplumun kültürüne de bağlıdır. Mesela kahve komiği vardır. Kasaba komiği vardır, köy komiği ve uluslararası komik vardır. Hepsinin yeri ayrı ayrıdır. Şehrin komiğine ‘komik-i şehir’ şehrin en komiği demektir. Mesela Naşit Efendi’nin unvanıdır. Bazı insanlar belden aşağı şeylere gülüyor. Adile Naşit çok geçerli bir şey değil derdi. Zamanı gelince çok avama kaçmadan yapılabilir. Espriyi yaparken toplumun kültürünü iyi analiz etmek lazımdır. Örneğin; Cervantes okumamış birine Don Kişot ile ilgili bir espri yapmak çok anlaşılır olmayabilir. O yüzden espri yapmak ve izleyicilerin gülüşlerine göre oyunu yönlendirmek önemli bir tecrübedir.

Eskişehir’e hiç geldiniz mi? Nasıl buluyorsunuz şehrimizi?

Eskişehir Anadolu'nun en güzel şehirlerinden biri. Özellikle de belediye başkanı ile o kadar güzel özdeşmişler ki; o Porsuk Çayı'nın etrafında yapılan, hatta plajlar bile yapıldı. Hani derler diye Eskişehir'e Deniz getireceğiz. Yani Büyükerşen Eskişehir'e Deniz getirmiş oldu. Eskişehir’i çok seviyorum. Tekrar gelmek gezmek istiyorum. Odunpazarı’nı gezmek istiyorum. Bir de tek kişilik bir oyunum var. “Son Meddah Stres Savar” oyunumu sergilemek isterim. 6 kişilik grubum var. Benim yazdığım çok güzel bir oyunum var “İşte Mizahı Yok Başka izahı” bunu sergilemek isterim. “Antika Hayatlar” adlı oyunumu sergilemek isterim. Eskişehir’e kucak dolusu sevgiler. Böyle bir röportaj için sana çok teşekkür ederim sevgili Cem kardeşim. Değerli ustalarımı ve sanatçı büyüklerimi sevgi ve de saygılarımla selamlıyorum. Tüm müzisyenlere ve Yılmaz Büyükerşen hocamıza çok selam olsun. Bu arada Es Es Es Ki Ki Ki … Bu sloganı hiç unutmadık. İnşallah Eskişehirspor’da eski şaşaalı günlerine dönecektir…

Editör: TE Bilişim