Ama içi kan ağlayarak çocuklarına hep aynı öğüdü verir:
“Aman evladım, siz bu işlere bulaşmayın, gidin. Ben çektim, siz çekmeyin.”
Dünyada Çiftçinin Yeri
Gelişmiş ülkeler çiftçisini korur, sahip çıkar.
Gençlerini köyde tutmak için destek verir, hayvancılığı teşvik eder, hangi ürün hangi iklimde daha verimli olur diye planlama yapar. Bir nevi üretim haritası çıkarır, tarımını ona göre yönlendirir. Çünkü bilirler ki bir ülkenin bağımsızlığı önce tarlada başlar, sofrada biter.
Bizde de bir zamanlar böyleydi.
1960’ta kurulan Planlama Teşkilatı, Türkiye’nin hangi ürüne ne kadar ihtiyacı var belirler, devlete yol gösterirdi. Çiftçi, önünü görürdü. Ama 2011’de kapatıldı. “Size gerek yok, ben ekonomistim” diyen zihniyet çıktı sahneye. “Ben çiftçiliği de bilirim” dedi. Ve ekledi: “Sen ekme, ben ithal ederim.”
İthalatın Gölgesinde
Bugün geldiğimiz nokta ortada:
Soframıza gelen ekmek, pirinç, mercimek, nohut… Çoğu ithal.
Çiftçi kazanamıyor, tüketici ucuz ürün göremiyor.
Peki kim memnun?
Bir avuç ithalatçı yandaş!
Çiftçi biliyor ki toprağa düştüğü gün, geldiği yere dönecek. Ama bir de inancı var:
“Çiftçinin, emekçinin hakkını yiyeni toprak bile kabul etmez.”
Son Söz
Bu toprak, nice medeniyet görmüş, nice savaş atlatmış, nice kıtlığı yenmiş. Çiftçinin sabrı büyük, tevekkülü derin. Ama sabır taşının çatladığı gün geldiğinde, bu ülkenin kaderi sofradaki ekmek kadar ağır olacak.
Çünkü unutmayalım:
Çiftçi sadece tarlada değil, bu ülkenin bağımsızlığında da nöbet tutar. Ve o nöbetin düşmesi, hepimizin geleceğini karartır.