Korkunun Ötesine Geç

Bazen hiçbir şey yapmak istemez insan. Ne başlamak gelir içinden ne de devam etmek. Sadece bekler. Nedeni bile tam açıklanamaz. Ne bir isyan vardır içinde ne de umut. Sanki bütün sesler birer birer susmuş, geriye yalnızca durgun bir bakış kalmıştır. O hâl, yabancı değildir çoğu kişiye.

Kimileri bu durumu “tembellik” zanneder. Ama aslında o hâl, içsel bir durgunluktur. Dışarıdan görünmeyen, ama içeride bir duvar gibi yükselen bir durgunluk. Kıpırdamaz. Kımıldamaz. İçinde ne istek vardır ne de direnç.
Sanki bir duvarın önünde durulur. Ve insan sadece bakar: Nereye gideceğini bilmeden, nereye döneceğini de hatırlamadan.

"Hiçbir şey yapmak istemiyorum" cümlesi böyle anlarda düşer dudaklardan.
Ve bu cümle söylendiğinde garip bir rahatlık bırakır ardında. Sanki kimse bir şey beklemiyordur artık. Sanki sorumluluklar, beklentiler, yükler kısa bir süreliğine askıya alınmıştır. Ama o rahatlığın içinde kıpırdayan başka bir şey daha vardır: Başarısız olma korkusu. Denememek, korur çünkü. Denenmeyen şeyin sonucunda hayal kırıklığı da yoktur.
Ve iç ses fısıldar:
“Denemezsem, kötü hissetmem.”

Ama sonra, başka bir soru belirir zihin duvarlarında:
“Peki ya beş yıl sonra?”
O korunma hâli, o zaman da işe yarayacak mı?

Zamanın içinde hareketsizce durmak, bir çözüm değildir. Bugün koruyucu gibi görünen o kalkan, ileride bir pişmanlığa dönüşebilir.
Ve sonra sorulur:
“Zamanı nereye bıraktım?”

O suskunlukta aslında iki ses birlikte yaşar: Biri, başarısız olmaktan korkan ses
diğeri ise bir zamanlar başarmak isteyen, inanan bir ses.

Ve çoğu zaman, o inanan taraf susturulmuştur. Bir destek eksikliğinde, bir küçümseyici bakışta, ya da yalnızca yanlış bir zamanda sarf edilmiş sıradan bir cümlede... O sessizleşen ses, bir kenara çekilmiş olabilir. Ama tamamen kaybolmaz. Bir yerde bekler. Ve bazen beklediği tek şey, doğru bir sorudur.

“Gerçekten ne hissediyorum?”
“Bu düşünce bana mı ait, yoksa bir zamanlar bana söylenmiş bir şey mi?”
“Korkum beni koruyor mu, yoksa beni durduruyor mu?”
“Bugün hiçbir şey yapmazsam, yarın içimde ne kalır?”

Bu sorular terapi değildir. Ama insanın kendine açtığı birer küçük penceredir.
Cevaplar hemen gelmeyebilir. Ama o sorular zihne yerleştiğinde, bir şeyler değişmeye başlar. Duvar çatlar, ışık bir yerden içeri sızar.

Bazı insanlar çocuklukta ya da gençliğin ilk yıllarında susturur içindeki inanan tarafı. Mesela bir yarışmaya katılmış, umutla hazırlanmış, ama destek görememiştir. Kimse ona inanmadığında, o da kendine inanmamayı öğrenmiştir. Ve o andan sonra, “denememek” güvenli bir alan olur.

Ama yıllar sonra, o ana dönülse, o hâle bir cümle söylenmek istense, belki şöyle denir:
“Devam et. Başkalarının inanması gerekmiyor. Senin inanman yeter.”

Bu cümle, birçok içsel dönüşümün başlangıcı olabilir. Çünkü kimse, yetersiz olduğu için adım atmıyor aslında. Çoğu zaman, farkında bile olmadan yazılmış bir içsel senaryoya sıkıştığı için hareketsiz kalıyor.
Ve bu senaryoyu fark etmek, çoğu zaman tek bir dürüst soruyla başlıyor.

Bu durum, yalnızca sıradan hayatlarda yaşanmıyor.
Bugün dünyanın tanıdığı pek çok isim de bir zamanlar bu duvarların ardında yaşadı.
Steven Spielberg, lise yıllarında reddedilen bir öğrenciydi. Film okullarına kabul edilmedi. Ama bir gün, kendi senaryosunu yeniden yazdı.
J.K. Rowling, ilk kitabını yazarken hem parasızdı hem de yalnız. Defalarca reddedildi. Ama vazgeçmedi. Bugün milyonlarca insan onun hayal gücünde yazdığı dünyaya sığınıyor.

Bu hikâyelerin gücü, başarıda değil.
Kendileriyle ilgili içsel cümlelerini değiştirmelerinde.


“Ben yapamam” diyen sesi, “Yine de denemeliyim” diyen sese çevirmelerinde.

Yetersizlik hissi, çoğu zaman gerçekten yetersiz olmaktan kaynaklanmaz fark edilmemiş korkulardan kaynaklanır. Ve bu korkular, kişiyle o kadar uzun süre yaşar ki, artık sorgulanmaz. Ama sorgulanmayan her düşünce, zihin içinde sessizce büyür.
Ve sonunda:
“Olduğu yerde kalmak” bir tercih değil, görünmeyen bir teslimiyete dönüşür.

Toplumun başarı tanımları, ailelerin beklentileri, sosyal medyanın sürekli karşılaştırmaları… Hepsi bir araya geldiğinde, bir gencin kendi potansiyelini fark etmesi zorlaşır. Ama insan doğası gereği içinde birçok cevherle gelir dünyaya.
O cevheri görmek bazen kendi gözüyle değil, yargılamadan sorulan tek bir dürüst soruyla mümkün olur. Bugün bir duvarın önünde sessizce bekleyen nice genç var.
Belki de içlerinden biri sadece şu soruyu duymaya ihtiyaç duyuyor:
“Bu sessizliğin ardında ne var?”

O sorunun ardından belki küçük ama gerçek bir cevap doğar: “Korkuyorum.” Ama işte o anda bir şey olur. Çünkü fark edilen her korku, artık o kadar güçlü değildir. Zihin sustuğunda değil, anlaşıldığında iyileşir. İnsanın en derin arzusu başarılı olmak değil; anlaşılmak, görülmek, desteklenmektir. Bir adım atmak için bazen dev cesaretler gerekmez. Bazen sadece bir düşünceyi fark etmek yeterlidir. Bir duvarın önünde olduğunu anlamak, duvarın ötesine geçmenin ilk adımıdır. Ve bazen, ilk cümle her şeyin başlangıcı olur: “Devam et.”
Başkalarının inanması gerekmiyor.
Senin inanman yeter.

Sevgiyle Kalın....