Nedense bir fotoğrafa bakarken, hep çekilene dikkat kesiliriz. Fotoğrafın arka fonunda, kıyısında köşesinde, belki de tesadüfen çerçeve içine düşene dikkatlice bakmak kimsenin aklına gelmez.
“Stefan Zweig”in bize sunduğu “İnsanlığın Yıldızının Yükseldiği Anlar” kitabını bilindik tarihi olayların bize öğretilen başkişilerini değil de gölgede kalan kişileri, mekânları ve olayları tanıma imkânı buldum desem, yeridir. Zweig, bu kitabında tarihe mal olmuş ama arka sayfalarda kalmışlara odaklanmış.
Sayfalar arasında işte “o” insanlar var; adı bilindik dahiler kadar, bir tutkunun, bir serüvenin hem peşinden koşan, hem de peşinden koşturtan “o” insanlar.
Doğrusu bu ya; “o” insanların insanlık tarihindeki yerlerini ve öykülerini okurken zaman zaman karşılaşılan bazı tuhaf ve gizemli anların gerçekliği, henüz baş göstermiş ya da göstermekte olan başka bir gerçekliğe doğru kaydırılışı, yazgıların nasıl değiştirildiğini okurken insanın bilgisi de, algısı da sarsılmaya başlıyor.
***
Zweig'i genellikle öykü tadındaki ince kitaplarıyla tanırız. Elimde, psikolojik tahlillerini tarih arabasına yükleyip okuruna taşıyan, kısa tarihi öykülerden oluşan bir kitabı var. Öykülerinin en güzel yanı, sadece başarı öyküleri değil, bazılarının başarısızlık öyküleri olması.
“Bazen tek bir evet, tek bir hayır, biraz erken davranma veya biraz gecikme bu anı yüzlerce kuşak boyunca geri dönülmez biçimde erteler ve bir bireyin, bir halkın, hatta bütün yazgısını belirler.” Zweig böylesi anları insanlığın yıldızının yükseldiği anlar diye adlandırmış.
Adından da anlaşılacağı üzere kitap okura geçmişten günümüze; insanlık için, sanat için, tarih için, bilim için ve daha birçok şey için önemli olan olayları ve dönüm noktalarını tarihi öyküleriyle birlikte bize anlatmakta. Bazen sanatçıların, bazen tarihi kişiliklerin dünyalarına girmekte ve benliklerini, şöhretlerini nasıl kazandıklarını veya nasıl kaybettiklerini, bu süreçte zor anlardan nasıl geçtiklerini, verdikleri kararların hayatlarına nasıl yön verdiği anlatılıyor.
Bizler, genellikle tarih yazarlarının politik çıkarların öne ittiği kahramanlarla meşgul olduğumuzdan, pekiştirebileceğimiz bilgilerin yanında, -eğer özel ilgi alanımıza girmiyorsa- aktarılan bilgileri hiç duymamış olabiliriz.
Zweig’in biyografi yazma konusundaki ustalığını, sıkı takip edenler bilirler. Bu kitapta da bu konuda ustalığını konuşturarak en iyisini yapmaya çalıştığından emin olabilirsiniz.
***
Kitap toplam 14 bölümden oluşmakta.
“Ölümsüzlüğe Kaçış”ta yeni kıta keşif yolculuğuna kaçak yollarla çıkan, orada yıldızı yükselen, Büyük Okyanus’u ilk gören olma şerefini kazanmasına rağmen sistem gereği canından olan Balboa’nın öyküsüne eşlik ediyoruz.
Fatih Sultan Mehmet’i övüyor mu, gömüyor mu tam olarak anlayamadığım “Bizans'ın Fethi” öyküsünde surlarda açık unutulmuş bir kapı nedeniyle fethin gerçekleştiğini yazması bana ilginç geldi. Sanırım öyküyü yazarken kullandığı gözlükleri Bizans’tan almış.
Felç olup kişisel mücadelesiyle iyileşen büyük bir müzisyenin, müzik dünyasına geri döndükten sonra hayatının bestesini yapması “Georg Friedrich Haendel'in Dirilişi”nde azmin ve kararlılığın zaferi olarak karşımıza çıkıyor.
Fransa’nın milli marşı “Marseillaise”nin, ilham perisiyle bir gecelik aşk yaşayan isimsiz bir yüzbaşı tarafından bestelenişi “Bir Gecelik Dâhi”de anlatılıyor.
“Waterloo'da Yazgıyı Değiştiren An.” Waterloo Savaşı’nda destek için gelmesi gerektiği halde, verilen emre sadık kalarak yerinden kıpırdamayan generalin kararsızlığı üzerine Avrupa’da tarihinin akışının nasıl değiştiği gösteriliyor.
“Marienbad Ağıdı”nda kendi kızından küçük birine âşık olan Goethe’nin bir araba yolculuğu esnasında gelen ilhamla başyapıtını yaratışına tanık oluyoruz.
Yeni kıtaya hücum eden Avrupalı batmış çıkmış maceraperestlerin altın peşinde yaşadıkları başarılar ve karşılaştıkları uğursuzluklar “Eldorado'nun Keşfi”nde anlatılıyor.
“Bir Kahramanlık Anı”nda Dostoyevski’nin kendi eseri Karamazovların idam sehpasından dönüşü için yazdığı şiiri görüyoruz.
“Okyanusu Aşan İlk Sözcük”te Atlas Okyanusu’na döşenen ilk telgraf kablosu için yapılan mücadeleye tanık oluyoruz.
Tolstoy’un son günlerini anlatan “Tanrı'ya Sığınış”ta, altı çizilecek önemli düşüncelerin bolca yer aldığı bir tiyatro metni ile karşı karşıyayız.
Silik bir donanma kaptanının Güney Kutbu’na yaptığı ama biraz geç kaldığı keşfe, “Güney Kutbu İçin Mücadele”de birlikte çıkıyoruz.
Rus devrimini başlatmak üzere Zürih’ten yola çıkan “Mühürlü Tren”de Lenin’e eşlik ediyoruz.
İyi bir hatip ve demokrasi savunucusu “Cicero”’nun cesaretinin yanında, tam tersi davranışlarıyla da doldurduğu hayat yolculuğunda Roma tarihine birlikte göz atıyoruz.
“Wilson Başarısızlığa Uğruyor”da Wilson’un Avrupa’daki savaş sonrasında barış için verdiği ama başarısızlıkla sona eren mücadelesini okuyoruz.
***
Sonuç olarak, insanların tarihi değiştiren deneyimleriyle donatılmış, insanlığın yıldızını yükselten yaratıcı bireylerin benzersiz anlarını anlatan bir kitap var elimizde.
İnsan var öykülerde; keşfeden, yaratan, fiziksel koşulların koyduğu sınırları aşabilen ama zaafları ve yetersizlikleri de olan insan.
Eğer tarihin bilinenin yanında çok da bilinmeyen yönlerine merakınız varsa mutlaka okuyunuz. Genel kültür anlamında okunmasını ise kesinlikle tavsiye ederim.
***
“Yazgıyı belirleyen böylesi anlar, duraksayanları küçümseyerek geri iter, yalnızca yeryüzünün farklı tanrıları olan yüreklileri ateşten kollarıyla kucaklayarak göklerdeki kahramanlık katına yükseltir.” (s.113)