"Gül Hazin Sümbül Perişan”

Merhaba değerli sanat dostlarım. Bugün sizlere, güftesi Recaizade Mahmut Ekrem Bey’e, bestesi ise Rahmi Bey’e ait olan “Gül Hazin Sümbül Perişan” adlı şarkının hüzünlü hikâyesini anlatacağım.

Edebiyatımıza gurbet ruhunu taşıyan büyük üstat Recaizade Mahmut Ekrem’i elbette tanıyorsunuzdur. Ercüment Ekrem’in de babası olan Ekrem Bey’in sofrası, döneminin usta isimleriyle dolup taşardı; Tevfik Fikret, Kemani Tatyos Efendi, Bestekâr Rahmi Bey gibi şiir ve musikide maharet kazanmış nice sanatkâr onun meclisinde sık sık bir araya gelirdi.

Ekrem Bey iyi bir “akşamcı” olarak bilinse de Ramazan ayı geldiğinde içkiye hiç yaklaşmaz, hatta kimsenin içtiğini görmeye bile tahammül edemezdi. Hoş sohbeti, mütevazılığı ve terbiyesiyle çevresinin gönlünde taht kuran bu zarif üstadın, bir yandan da oldukça müşfik bir baba olduğu söylenir.

Ne var ki, en çok sevdiği ikinci oğlu Nejat’ın vefatı, Ekrem Bey’in dünyasını altüst etmişti. O güne dek her akşam yeni şiirlere ve yeni bestelerin doğduğu o neşeli meclis, bu büyük acının ardından uzun süre dağılmış halde kaldı. Ekrem Bey ise kırlarda tek başına dolaşırken yüreğinde kabuk tutmayan bu sızıyla baş başa kaldı. İşte “Gül Hazin” şiirini de o günlerde, büyük bir özlem ve yürek yangınıyla, sevgili oğlu Nejat’ın hatırasına yazmıştı.

Bu sırada Rahmi Bey, devlet görevinde yüksek mevkide bulunan bir memurdu. Bir gece, Ekrem Bey’in yakın dostlarından oluşan bir mecliste, üstat bu yeni güfteyi Rahmi Bey’e uzatmış ve bestelemesini çok arzu ettiğini söylemişti. Rahmi Bey, kendine has ağırbaşlı tavrıyla güfteyi cebine koymuş, fazla bir şey söylemeden yalnızca hürmetkâr bir baş eğişiyle karşılık vermişti. O dönem henüz büyük şairler arasında adı sık duyulmasa da güfte ve şiir konusundaki ustalığı üstatlar tarafından takdir edilirdi.

Aradan bir müddet geçtiğinde, evladının acısını hâlâ yüreğinde taşıyan Ekrem Bey, dostlarına dönerek:

“Acaba Rahmi Bey, lütuf buyurdular mı?” diye sormuştu.

Rahmi Bey utangaç bir edayla başını öne eğmiş, her zamanki tevazuuyla,

“Âcizane bir şey yaptım efendim… Emir buyururlarsa arz etmek isterim” diye mırıldanmıştı.

O gece mecliste Tevfik Fikret ve Kemani Tatyos Efendi de hazır bulunuyordu. Rahmi Bey, siyah pardösüsünün cebinden besteyi çıkarıp eline almış, uduyla birkaç pes ve tatlı perde dolaştıktan sonra Bayati makamında kalmış ardından titrek ama ruhu okşayan sesiyle

Gül hazîn, sümbül perîşan, bâğ-ı zârın şevki yok,

Dertnâk olmuş hezârın nağmenkârın şevki yok.

Başka bir hâletle çağlar cûy-i bârın şevki yok.

Âh eder inler nesîm-i bî-karârın şevki yok.

Geldi ammâ neyleyim sensiz bahârın şevki yok

Diye başlayan besteyi okumaya başlamıştı. Mısralar, Rahmi Bey’in füsunkâr nağmeleriyle adeta kanat takmış; o meclisin manevi ufkunda dolaşarak herkesin ruhunu büyülemişti.

Bugün hâlâ derin bir hüzün ve zarafetle dinlediğimiz bu güzel şarkının hikâyesi işte böyledir.