Son zamanlarda şu cümle sık sık dilimin ucuna geliyor;
“Eskiden böyle miydi?”
Bu, sadece yaş aldıkça doğan sıradan bir nostalji değil. Aksine, değişen toplumu anlamlandırma çabası. Bir tarafım çocukluğumun sokaklarını, okul sıralarındaki ciddiyeti, büyüklerin sözlerindeki ağırlığı hatırlıyor. Diğer tarafım ise bugünün hızlı, gürültülü, dağınık gerçeklerine bakıyor. Ve ikisi arasında derin bir uçurum oluştuğunu görüyorum.
Bir zamanlar toplumun ortak bir sözlüğü vardı. Herkes saygıyı benzer bir anlamda kullanırdı. ‘’Ayıp” ortak sınırdı ve “sorumluluk” kişiden kişiye değişmezdi. Bugün ise her kavram çeşitli yorumlara bölünmüş durumda. Herkes kendi değer tarifini yapıyor, kendi algısının etrafında bir dünya kuruyor.
Toplumsal değerlerin çözülüşü
Bu değişim bir anda olmadı elbette. Yıllar içinde küçük çatlaklar birikti, görmezden gelindi, sonunda koca bir duvar yıkıldı. Mahallenin öğreticiliği, okulun disiplinli omurgası, ailelerin yol gösteren tavrı. Hepsi önce zayıfladı, sonra yerini belirsizliğe bıraktı. Toplumsal sözleşmenin satır araları silindi.
Peki, ne aldı onların yerini?
Yeni bir otorite. Ne mi?
‘’Dijital Kültür’’
Artık çocuklar güne okul ziliyle değil ekran ışığıyla başlıyor. Gençler kimliklerini arkadaş çevresinden çok algoritmaların yönlendirdiği içerik akışından alıyor. Yetişkinler bile haber okumayı değil, akış kaydırmayı tercih ediyor. Dijital dünya yalnızca eşlik etmiyor, yönlendiriyor, biçimlendiriyor, hatta çoğu zaman belirliyor.
Bunun elbette önemli katkıları var. Bilgiye erişim kolaylaştı, fırsatlar çoğaldı, farklı kültürlere temas mümkün hale geldi. Fakat her güç gibi dijital güç de kontrolsüz kaldığında hükmeden bir alana dönüşüyor.
Bugün her şey bir hız yarışı içinde. İçerik, duygu, haber, fikir. Her şey bir çırpıda tüketiliyor. Ayıplama kültürü çökerken, yerine ölçüsüz bir özgürlük algısı yerleşiyor. İnsanlar davranışlarının doğruluğunu değil, aldığı beğeni sayısını önemsiyor. Sosyalleşme “gerçek hayat ”tan ekranlara taşınınca ilişkiler yüzeyselleşiyor, tartışmalar sertleşiyor, empati zayıflıyor.
Kimse yanlış yapmak istemiyor ama kimse sorumluluk almak istemiyor. Dijital dünyanın anonimleşmiş dili, toplumdaki ortak bağları giderek inceltiyor.
Tüm bu karmaşa bizi kaçınılmaz bir yere getiriyor.
Ahlaki dönüşüm
Bugün konuştuğumuz mesele, ahlakın yok olması değil ahlakın şekil değiştirmesidir.
Eskiden toplumun ortak değerleri vardı. Bugün bireysel değerler çoğaldı. Dijital kültür, popüler olanı doğru olandan daha görünür hale getirdi. Böyle olunca sabit bir ahlaki pusuladan söz etmek zorlaşıyor.
Aynı davranış bir platformda övülürken, diğerinde yeriliyor. Bu belirsizlik hali, “Eskiden böyle miydi?” sorusunu daha da anlamlı kılıyor.
Peki çözüm ne olabilir?
Çözüm, geçmişe tamamen dönmek değil. Bugünü reddetmek hiç değil. Çözüm, dengeyi yeniden kurmak.
Aile, okul ve toplum yeni bir rol paylaşımına ihtiyaç duyuyor. Eğitim, sadece ders başarılarını değil, karakter ve değer eğitimini yeniden merkezine almalı. Dijital dünyanın yasaklanması değil, doğru kullanılabilmesi için bilinç oluşturulmalı. Dijital okuryazarlık artık lüks değil. Sosyal bir gereklilik.
Toplum ise yeniden ortak bir sözlük kurmak zorunda. Hem modern dünyanın gerçeklerine uygun hem de geçmişin sağlam değerlerini içinde barındıran bir sözlük.
Ve final…
Belki de bugünün kaosu, bir çöküşten ziyade yeni bir düzenin sancılarıdır.
Evet, eskiden böyle değildi. Ama bu, yarının daha kötü olacağını söylemiyor. Eğer dijital kültürü araç olarak kullanabilir, eğitimi değerlerle güçlendirebilir, toplumun ortak bağlarını yeniden örmeyi başarabilirsek…
Bir gün bu soruyu yeniden soracağız.
“Eskiden böyle miydi?”
Ve inanıyorum ki o gün, cevabımız şöyle olacak:
“Hayır… Artık daha iyi.”
Saygılarımla.