Engellilik; kimi zaman doğuştan, kimi zaman hayatın ortasında karşımıza çıkan bir durum. Fakat ister doğuştan olsun ister sonradan olsa da asıl mesele engellilik değil, engellenmişliktir. Çünkü çoğu zaman insanların hayatını kısıtlayan şey onların bedenleri değildir. Toplumun, şehirlerin ve zihinlerin onlara açmadığı kapılardır.
3 Aralık, işte tam da bu görünmeyen kapıları işaret eder.
“Engelli bireyler için ne yaptık?” yerine
“Onları nerede, nasıl engelliyoruz?” diye sormamız gereken bir gündür.
“3 Aralık bir kutlama değildir.
Vicdanımızın önüne konmuş kocaman bir aynadır.”
Hiç dikkat ettiniz mi?
Bu ülkede engelliler genellikle engelli oldukları için zorlanmaz, engellendikleri için zorlanırlar.
Kaldırıma park eden bir araç, rampayı kapatan bir şey, engelliler için ayrılmış yere “iki dakika bir şey alıp çıkacağım” diyerek arabasını koyan biri.
İşte gerçek engel budur. Haksız mıyım?
Hiçbir engelli birey “öncelik” istemez.
Ayrıcalık da talep etmez.
Yalnızca hak ettiği saygıyı, özeni ve erişilebilirliği ister.
3 Aralık, acıma günü değildir.
“Biz neyi yanlış yapıyoruz?” diye kendimize hesap sorma günüdür.
Çünkü engellilerin yaşamını zorlaştıran şey engelliliklerinden ziyade bizim umursamazlığımızdır.
Engelli diye ötekileştirdiğimiz insanların, aslında dünyayı değiştiren başarılara imza attığını çoğu zaman unuturuz.
Mesela; Stephen Hawking, bedensel olarak neredeyse tamamen kısıtlıydı ama evreni anlamamızda devrim yaratan teorileriyle tüm insanlığın ufkunu açtı.
Helen Keller, görme ve işitme duyularını çok küçükken kaybetti ama yazarlığı, aktivistliği ve eğitimiyle milyonlara ışık oldu.
Beethoven duyma yetisini kaybetti ama tarihin en büyük bestelerini kulaksız duydu. Kalbiyle, aklıyla işitti.
Dünyada böyleyken, Türkiye’de de engellilikten değil, engellenmişlikten söz etmemiz gerektiğini gösteren sayısız isim var.
Öznur Alumur, görme engelli olarak paralimpik atletizmde dünya çapında yarıştı ve başarılar elde etti.
Sümeyye Boyacı, katıldığı tüm Türkiye şampiyonalarında birinci olmuştur. Daha sonra dünyanın birçok ülkesinde madalyalar kazanmıştır.
Özlem Kaya, paralimpik sporlar alanında engelliliğine rağmen üstün başarı göstererek topluma ilham verdi.
Ve nice müzisyen, sporcu, akademisyen, girişimci bedenindeki eksiklikle değil, toplumun engellerine rağmen verdiği mücadeleyle zirveye ulaştı.
Bu örneklerin hepsi aynı gerçeği haykırıyor.
Engellilik başarıya engel değildir ama biz insanların koyduğu engeller, başarıyı çoğu zaman geciktirir.
O yüzden 3 Aralık;
“Biz kimi engelliyoruz?” diye sormamız gereken bir gün.
Bugün dünyayı değiştiren insanlar, engelleri aşarak yürümediler. Engelleri umursamayan bir kararlılıkla yol aldılar. Onları durduramayan şey engellilikleri değildi öyle değil mi?
Ama bugün bir engelli bireyin önüne koyduğumuz her ihmal, her duyarsızlık, her rampayı kapatan araç belki de bir Hawking’in, bir Beethoven’in, bir spor şampiyonunun, bir bilim insanının yolunu kesiyor.
İşte 3 Aralık, bu yüzden kutlama günü değildir.
Bir farkındalık günüdür.
Bir yüzleşme günüdür.
Toplum olarak kendimizi yoklama günüdür.
Çünkü engelli bireyler ayrıcalık istemez.
Yalnızca hakkı olan eşit yaşamı, erişilebilir bir şehri ve saygıyı isterler.
Kaldırımları kapatmayalım, rampaları işgal etmeyelim, park yerlerini “iki dakikaya dönerim” bahanesiyle yok saymayalım. Çünkü o iki dakika, birinin tüm yaşam mücadelesini zorlaştırabilir.
Unutmayalım!
Engelli bireylerin değil onların karşısına engel koyanların değişmeye ihtiyacı var.
Ve bir toplumun gerçek uygarlık seviyesi, en güçlülerine değil en hassas olanlara gösterdiği özenle ölçülür.
3 Aralık, işte bu özenin hatırlatıcısıdır.