Bir Eskişehir Romanı EFELYA

‘Yol önemlidir Ferhat, aşk denilen o büyülü muamma varmak istediğimiz liman değil, o limana gidişteki tarifsiz ve belalı maceradır.’ (s.167)

***

Her insan, varoluşunun kanıtı bir ‘gerçek ben’ ile içinde yaşattığı ‘hayali ben’ taşır aynı beden içinde.

Yaşadığımız hayat somuttur, serttir, soğuktur; barındırdığı objeler de, çevredeki fon da acıtacak kadar gerçektir.

Hayaldeki, içteki ben ise sıcacıktır. İnsan bu iklimdeki dünyaya dalıverince ezilmişliklerini kolayca onarır, yaşanmamışlıklarını yeniden inşa eder. Gerçek ben, hayal benin özlemiyle yanar tutuşur insanın zihninde, ulaşmak ister o büyülü dünyaya.

Ama hayat öyle değildir; o hayallerin bir ömür boyu buzdolabına kaldırılmasını emreder. Çok az insan yaşamının bir kesitinde ‘hayali ben’inde yaşattıklarına ulaşabilir. Pembe dekorlarla kaplanmış masal dünyasına atabilir kendini.

Bulutlar arasında seyahat edilen günlerin sonuna yaklaşılınca da ‘bal yiyen baldan usanır’ misali, hayatındaki ‘gerçek ben’i sorgulamaya, aramaya başlar.

Hayal dünyasından çıkıp dişiyle tırnağıyla elde ettiklerine, sahip olduklarına, kendisini sevenlere, takdir edenlere, kendisini ‘ben’ yapan tüm unsurlara dönme arzusuyla kıvranmaya başlar.

İki benlik arasında dağılanlar için geri dönüş zordur.

Geride yıkılmış kuleler bırakılmamışsa eğer, biraz özeleştiri, biraz özürle az da olsa dönüşü başaranlar olur.

Zaten romanlar da çok olanları değil, az olanları yazar.

***

Eğitimci, şair, yazar dostum ‘Mehmet Binboğa’nın romanı ‘Efelya’yı okuyup bitirince içine düştüğüm felsefe soslu ruh hali bu işte.

Binboğa kitabında bir yasak aşkı anlatıyor. Aslında imrenilecek hayatlara sahip, evli ve ikişer çocuğu olan, mazbut iki insanın, Elif ile Ferhat’ın eşlerinden habersiz yaşadıkları yasak aşkı anlatıyor.

Birbirlerine rastlayınca ortaya çıkan eksik taraflarını tamamlamak, küllenmiş arzularını alevlendirmek için birbirlerine sarılan iki âşık onlar. Biri tadı geçmişte kalan gençlik aşkının, diğeri rüyalarında efsaneleştirdiği denizkızının peşindedir aslında. Aradıklarını birbirlerinde bulduklarına inanırlar.

Sosyal medya, telefon derken el ele kaçamaklara dönüşen ilişkileri, ailelerine söyledikleri yalan üzerine inşa ettikleri ama aşklarının nirvanasına ulaştıkları İtalya gezisine kadar uzanır. Bir süre sonra aşkın yaşattığı büyülü dünyadan kopamasalar da, bazen geride bıraktıklarını hatırlamaya, sorgulamaya başlarlar.

O zaman hayatın soğuk yüzünü görürler.

Çünkü bütün rüyalar, açılan gözün karşısında beliren soğuk duvarla sona ermektedir.

***

***

Roman Erzurum, Eskişehir, İtalya üçgeninde geçse de, tam bir ‘Eskişehir romanı’.

Yazar kahramanlarını kentin bilindik bulvarlarında, caddelerinde, sokaklarında; bilindik mekânlarında adım adım gezdiriyor, okuyucu için kentimiz için tanıtıma katkı tadında bir ‘şehr-i aşk’ oluşturuyor.

Bilindik yerlerin, mekânların adı okununca önce garipsense de, zamanla tanınmış edebiyatçıların da başvurduğu bu yöntem, okumaya farklı bir haz katıyor.

***

Kahramanların yavaş bir ritimde yükselip alçalması gereken ruh halleri, Binboğa’nın satırlarında sık değişen gelgitlere uğruyor. Yazar, yasak aşkın doğasında var olan arzu ile pişmanlık, akıl ile kalp arasındaki çelişkileri ustaca ortaya koyuyor.

İlk romanını yazan tüm yazarlar eserine kendi hayatından çok şey katarmış derler. Binboğa da kendi hayatının renklerini, sayfalar arasına birer aksesuar olarak ustaca takıştırmayı becerebilmiş.

Aşk romanlarını çok sevdiğimi söyleyemem. Ama Mehmet Binboğa’nın paragraflar arasına serpiştirilen, metni kuş misali havalandıran dizeleriyle, yazarın şairane diliyle desteklenen destansı anlatımına hayran olmamak elde değil. Hüzün ile mizahı denizkızı efsanesiyle harmanlayan özel bir üslup yakalamış sanki.

Kesinlikle özgün, klasik roman kalıplarını zorlayacak nitelikte, Mehmet Binboğa’ya özgü, eli yüzü düzgün bir romanla karşı karşıyayız.

Yeni eserlere doğru yol alacağına emin olduğum yolculukta yolun açık, kalemin işlek olsun dostum.

***

‘Küçük insanlar ancak yasaların izin verdiği ölçüde mutlu olabilir, büyük mutluluklar bize göre değil, unutma ki büyük mutluluklar büyük acıları da beraberinde getirir.’ (s.84)