Abdülhamid devrinin merkez kumandanı Sadullah Paşa’nın konağında, her birinin adı ayrı bir musiki makamı olan 38 cariyesi varmış. İçlerinden en çok sevdiği cariyesi ise Bestenigâr’mış. Bestenigâr, paşanın en gözdesi ve musiki gecelerinin baş hanendesi olarak, her gece konakta fasıllar yapar ve paşayı mest edermiş. Onun sesi, o dönemin en seçkin musiki zevkine sahip olan paşanın ruhunu okşar, gecenin ilerleyen saatlerinde bile yorgunluğunu unuttururmuş.
Bir akşam, fasıl sırasında Bestenigâr aniden baygınlık geçirir. Konağa koşarcasına doktor çağrılır; durum beklenenden çok ciddidir. Paşa, cariyesinin yanından ayrılmaz, endişeli bakışlarla onu izler. Maalesef Bestenigâr, 15 gün sonra o dönemin amansız hastalığı verem yüzünden bu dünyadan göçer. Paşanın yüreğindeki acıyı kelimelerle anlatmak imkânsızdır; konaktaki her köşe, sanki onun hüznünü taşır gibidir.
Başka bir akşam, Ahmet Rasim meyhanede hafifçe demlenirken, kendini biraz olsun hayatın akışına bırakır. Meyhane, hafif mum ışıklarıyla aydınlanmış, duvarlar eski tablolar ve hat levhalarıyla bezelidir. Masasında dostlarıyla hafif sohbet eder, kahkahalar havada uçar, bardaklar neşeyle tokuşturulur. Rasim’in yüzü gülümser, gözlerinde o akşamın huzuru vardır; sanki günün tüm yorgunluğunu ve sıkıntısını bir anlığına unutmuştur. Kendini müziğin ve sohbetin ritmine kaptırır; kalbinin hafiflediğini hisseder. Tam o sırada, ansızın inzibat zabiti meyhaneye baskın yapar.
Rasim’in şaşkın bakışları arasında apar topar paşanın konağına getirilir. Kısa süre sonra Sadullah Paşa’nın huzuruna çıkarılır.
Paşanın gözleri kırmızı ve hüzünlüdür; dudakları hafifçe titremektedir. Sessizlik içinde, paşanın derin acısı odada yankılanır.
“Sizi bu saatte rahatsız ettik Rasim Bey” diye başlar Paşa. Rasim, biraz olsun rahatlar. Paşa, çok sevdiği cariyesinden bahseder ve acılı ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirir. Ahmet Rasim’den, bu acıyı ifade edecek bir güfte yazması istenir.
Paşanın konağında çalışması için ayrıldığı odada Rasim, karşısında Hafız Hüsnü Bey’i görünce şaşırır ama üstadını ve yakın dostunu görünce rahatlar. Korku, şaşkınlık ve üzüntüyle birlikte kalemi eline alır ve şu dizeleri yazar:
Çok sürmedi geçti tarâb-ı şevk-i baharım
Soldu emelim, goncelerim, reng-i izârım
Bir bülbül-i raksân-ı tarâb-nâk idim amma
Bilmem ki neden terk-i hevâ etdi hezârım
Bir nağme-i dilsûz u gam ile düştü irak'a
Ben böyle gönüller yakıcı bestenigâr'ım
Rasim’in kaleminden dökülen bu dizeler, Bestenigâr’ın hayatına, güzelliğine ve kaybın yarattığı hüzne adeta bir ağıt gibidir. Hafız Hüsnü Bey, bu şiiri cariyenin kendi adı olan Bestenigâr makamında besteler ve Paşa’nın huzurunda okurlar.
Paşa, gözleri dolu bir şekilde odadan ayrılır. Odada yalnız kalan müzik ve şiir, sanki acının ve sevginin diliyle konuşur. Bestenigâr artık yoktur ama sesi, onun adıyla anılan makamda yaşamaya devam eder; her nağmede Paşa’nın ve o dönemin duyguları yankılanır.
Bu olay, musiki ve şairlerin, duyguları ve acıları nasıl sanatla dönüştürdüğünü gösterir. Tarihî bir konağın sessiz köşelerinde, bir cariyenin adı Bestenigâr ile ölümsüzleşir; şarkılar, en çaresiz acılara bile bir dil olur.