Bu hocamızın konuşmasından yaklaşık 1,5 sene sonra,18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan, daha sonra Mısır, Yemen, Cezayir, Libya ve Ürdün derken Suriye’ ye sıçrayan ayaklanmalar bu ülkeleri darmadağın etti.
Bu ülkelerin ortak özellikleri diktatörler tarafından yönetiliyor olmaları. Demokrasinin, özgürlüğün olmadığı, insan haklarının ihlal edildiği, kadın haklarının hiçe sayıldığı ülkeler. Yani ayaklanmalara zemin hazır.
Tunus’ta protestocuların protestolarına neden olan konular, işsizlik, enflasyon, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü, kötü hayat şartları idi. Bu şartlara isyan eden bir sokak satıcısı gencin kendini yakmasıyla olaylar başladı. Bu ayaklanmalar sonucu ülkeyi 23 yıldır idare eden Zeynel Abidin Bin Ali ülkeden kaçtı. İlerleyen zamanda yapılan seçimler ve siyasi istikrarsızlık, yeni anayasa çalışmaları ülkenin gündeminden düşmedi. Yine de Arap baharı denen kalkışmayı en ucuz atlatan bir Tunus oldu.
Arap baharı öncesi siyasi kargaşa yaşanan Mısır’da, Hüsnü Mübarek sonrası yaşanan süreçte, cumhurbaşkanlığı seçimi yapılması sağlanmış, Müslüman Kardeşlerin desteklediği Muhammet Mürsi cumhurbaşkanı seçildi. Mürsi ülkenin demokratikleşmesine yönelik beklentileri karşılayamamış, siyasi taraflar arsındaki huzursuzluk giderek artmış. Nihayet bir yıl sonra askeri darbeyle seçimle işbaşına gelen Mürsi görevden uzaklaştırılmıştı. Bu durumu bizimkiler Müslüman Kardeşler örgütü sevgilerinden dolayı kabullenemediler ve gelen cunta lideri Sisi’ye resmen tavır aldılar ve iki ülke ilişkileri ciddi manada bozuldu. Diplomatik ilişkiler kesildi. Bu yüzden birçok ekonomik kayıp yaşadık. Oysa Ülkeler arası ilişkilerde ‘Kral öldü Yaşasın kral’ sözü geçerlidir. Türkiye Arap baharı diye adlandırılan bu süreçte ülkelerde ayaklanan grupları hep desteklemiştir.
Arap baharı kısa sürede Libya’yı da etkilemiş, Libya da farklı bir seyir izlemiş ve bu süreci en ağır geçiren ülke olmuştur. İnsan haklarının ihlalleri ve uluslararası müdahale ile birlikte Muammer Kaddafi’nin yönetimden ayrılması ülkeyi ikili bir yapıya sürüklemiştir. Bu ikili yapı başta Hafter ve Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında gerçekleşen ve hâlâ devam eden bir iç çatışmayı beraberinde getirmiştir. Bu durum ülkeyi siyasi, sosyal ve güvenlik bağlamında bir çıkmaza götürmüştür. Nihayetinde bir diktatör olan Kaddafi işkenceyle öldürüldü.
Sonuçta şu ana kadar ayaklanmalara muhatap olan ülkelerde büyük bir hayal kırıklığı, binlerce insanın ölümü, evsiz kalan insanlar, kronikleşen işsizlik, artan yoksulluk, ağzına kadar doldurulan hapishaneler, eskiyi aratan icraatlar ülkeleri yaşanmaz hale getirdi.
Arap baharı diye adlandırılan bu süreç Büyük Ortadoğu projesiydi. Bu proje devam ediyor.
Kısaca BOP diye adlandırılan bu projenin sahibi Amerika olsa da Avrupa Birliği de işin içinde. Kıbrıs, Ege, Ermeni iddiaları, Heybeli Ruhban okulunun açılması gibi konular bize dayatılıyor. AB aldığı bütün kararlarda ülkemizi Kıbrıs’ta işgalci gibi gösteriyor. 2004’de Ege’deki adalarımızı Yunanistan işgal etti. Bu sıralar kıta sahanlığını konusu tekrar gündemde. Türkiye’de Ermeni soykırım iddiaları kabul ettirilmeye çalışılıyor.
İkinci açılım süreci dediğimiz süreç de bununla bağlantılı. Eğer bu süreç gerçekleşecek olursa bundan en çok zarar görecek olan Kürt vatandaşlarımız olur. Daha önceki yazılarımda da paylaştım, ülkemizde Kürt sorunu diye bir sorun yok. Kürt vatandaşlarımızın Türk vatandaşlarımızın sorunları aynı. Hepimiz hayat pahalılığından şikayetçiyiz, tarımla uğraşan köylümüz hak ettiği geliri elde edememekte devlet tarafından desteklenmemektedir. Hepimiz acıda da sevinçte de beraberiz.
Türkiye’ye karşı geniş bir cephe açıldı. Türk milleti etnik ve dini ayrışmaya tabi tutulmaya çalışılıyor. Lozan’ı yıpratıp Sevr’i kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Çoğunluğu Suriye’den, Afganistan’dan Afrika ülkelerinden 12 ila 15 milyon civarı sığınmacı ülkemize getirildi. Çok üzücü olan bu durumla kalıcı hiçbir çözüm yolu aranmıyor. Bu kadar büyük ekonomik sıkıntı yaşarken bir de bunlarla uğraşıyoruz.
Emekli general Dr. Naim Babüroğlu, bir yazısında dünya 2026’da İran’ı sonraki yılda bizi konuşacak diye yazmıştı. İşin uzmanları tarafından bu paralelde yorumlar analizler çok fazla.
Etnik, dini kökenimiz ne olursa olsun, Ata’mızın ifadesiyle hepimiz Türk milletiyiz. Bu ülke bizim. Bu işin sağı solu yok. Gelecek kuşaklara güzel bir memleket bırakmak istiyorsak, vatanımızı milletimizi sevmek zorundayız. Bizi bölmeye çalışanlara karşı uyanık olmalıyız.
Sevgiyle kalın.