Geçtiğimiz günlerde Eskişehir açısından önemli bir gelişme yaşandı. Odunpazarı tarihi yerleşiminde yer alan Odunpazarı Modern Müzesi (OMM), kültür mirası ve müzeler üzerine yapılan çalışmaları ödüllendiren “Museums + Heritage Awards” (Müze ve Kültürel Miras Ödülleri) yarışmasından “Yılın Uluslararası Projesi > £1m” ödülüne layık görüldü. Ödülün kategorisi isminden de anlaşılacağı üzere “1 milyon Pound üzerinde yatırım maliyeti” olan müze projelerini kapsıyor. Yarışma elemelerinde aynı kategoride yer alan, OMM’nin geride bıraktığı diğer müzeler ise şu şekilde sıralanıyor; Museum De Lakenhal (Lakenhal Müzesi), The National Museum of Qatar (Katar Ulusal Müzesi), Museum of Literature Ireland (İrlanda Edebiyat Müzesi), Olof Palme House, National Exhibition Hall: The House of Hungarian Milenium (Olof Palme Ulusal Sergi Salonu, Budapeşte). Bu tür yarışmalar tasarımı ve kültürel hayatı şüphesiz olumlu anlamda besliyor ve özellikle de dünya kamuoyu önünde görünür olmayı da sağlıyorlar. Yapımının arka planından, hayata geçme süreçleri ve içinde yer alan tüm aktörler ile birlikte, büyük yatırımlarla etki alanı geniş bir yapı olması gelen ödülün tesadüf olmadığının kanıtı. Eskişehir’e kazandırılan bir eser olarak da tarihte hak ettiği yeri alacaktır. Yapımından açılışına değin çeşitli konularda gündemden düşmeyen Odunpazarı Modern Müze, bu koşulları sağlayan bir sürece sahip. Hafızamızı tazelemek adına geçmişinden kısaca bahsedelim. OMM web sitesinden alıntılayarak, “Eskişehir’in tarihi Odunpazarı evlerinin arasında yer alan OMM binası, dünyaca ünlü mimarlık ofisi Kengo Kuma and Associates (KKAA) tarafından tasarlandı; kendisi de Eskişehirli olan mimar ve koleksiyoner Erol Tabanca tarafından hayata geçirildi.” Müzenin içerisindeki eserlerin büyük bir çoğunluğu da kendisinin koleksiyonu olduğu biliniyor. Müzenin arsası ise Eskişehir Büyükşehir Beldiyesi’ne ait. Dolayısyla hayata geçmesinde ortak bir irade söz konusu. Ortaya çıkan ilk görsellerle birlikte hem yurt içinde hem de yurt dışında hatırı sayılır şekilde mimarlık gündemine damgasını vurdu.

Bununla birlikte OMM ciddi ve profesyonel bir ekip işi aynı zamanda; bir marka üretimi söz konusu. Uluslararası üne sahip birçok çağdaş sanatlar müzesinde de gördüğümüz ikonlaşma hamlesini de yerine getirmiş durumda. Ve şüphesiz çağın koşulları çerçevesinde değerlendirildiğinde Eskişehir açısından çok önemli bir kazanım. Sosyal medya araçlarıyla birlikte tüm süreci iyi yönetilmiş başarının sürpriz olmadığı bir yapı. Tabi bu başarının yanında bir de süreç içerisinde tartışılan bazı tasarım kararları da söz konusu. Özellikle bulunduğu kültürel mirasın içerisinde değerlendirildiğinde nasıl bir etkileşime yol açacağı kestirilemeyen ve kuşkuyla da bakılan bir duruma sahip. Etki alanı bu kadar geniş ve güçlüyken bölgede ciddi bir ağırlık merkezi kaymasına yol açtığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda Odunpazarı tarihi dokusunun atmosferi modern müze yönünde dönüşüme uğramaya açık bir hale geliyor da diyebiliriz. Bu konunun farklı argümanlarla olumlu ve olumsuz yönlerini sıralamak mümkün fakat benim niyetim, yapının yapı tektoniği ve çevre ilişkileri bakımından değerlendirmesini yaparak, bulunduğu bölgedeki “kütle çekimini” kavramaya ve gelecekteki kentsel kararlara katkı sunmaya çalışmak olacak. Not: Aslında bu yazı bir hayli geç kalmış, oluşan yeni gündemle birlikte kendine imkan bulmuş bir yazı özelliğinde. Ama vaktinde -birazdan bahsedeceğim benzer meselelere- ülke genelinde bir hayli değinildi. Fakat kent adına gelecekteki başka tartışmalara bir pencere açması açısından konunun üzerine düşün geliştirmenin zamansız (zamanı olmayan/her zaman geçerli) bir eylem olduğunu düşünüyor ve bu kabulle devam ediyorum.

OMM Eskişehir için yeni bir landmark*

OMM, Odunpazarı siluetinde etkili bir konumda kendine yer edinmiş oldu. Hatta öyle ki siluet içerisinde kedini tekilleştiren bir duruş sergilediğini de inkar edemeyiz. Bu nedenle de yurt içinde ve yurt dışında Eskişehir’i tanımlayan bir simge, “landmark” olma yolunda ilerliyor. Tarihsel süreçte ola gelmiş siluet vb. nedenlerle simge değerine gelmiş eserler ile bir değer yaratmak adına sonradan yapılan işleri ayırmak istiyorum. Bizim ele aldığımız yer bir landmark olma iddiası taşımasa da çevresinde gelişen hadiseler ve verilen değer bu noktaya taşıyabilecektir. Malum Odunpazarı tarihi bir yerleşim alanı ve dünya mirası geçici listesinde yer alıyor. “Geleneksel Türk Evi” olarak adlandırılan bir yapılaşma ile dar sokaklı, organik yerleşim dokusuyla günümüze taşınmış bir bölge.

Eskişehir’in tarihi kent merkezi. Yapılan restorasyon ve rekonstrüksiyon uygulamalarıyla birlikte kentin turistik bir bölgesi halini aldığını biliyoruz. Dolayısıyla hem kullanıcı yoğunluğu açısından hem de tarihi miras olan yapılar ile kuracağı siluet ilişkisi açısından marjinal bir karar. Bu yüzden de bulunduğu çevre açısından da sorunlu görenler bir hayli fazlaydı. Bir taraftan da Odunpazarı’nı kültür mirası içerisinde güncel sanatları bir araya getirerek kaotik (çok boyutlu) bir ortama dönüştürme fikri de üzerinde durulması gereken bir bakış açısı tabii. Yine de yapının yeri konusundaki tereddütlerimi gidermeye yetmiyor. Yapının Strüktür/Zemin ve Çevre İlişkileri denenmiş imge etkilerinin ekseninde gelişiyor. Belirgin olarak yöneltilen bir eleştiri de yapının tektoniği yani yapıyı kuran strüktür-kabuk ilişkisinin katmanları ve bir araya geliş aklı… Öncelikle yapının mimarı olan Kengo Kuma’nın dünya çapındaki ünü pek tabi ki hayranlık uyandıran mimari tasarımları ile gelişmekte. Fakat buradaki örnek mimarın diğer işlerinden biraz ayrışıyor gibi. Geleneksel yapım tekniği bakımından Odunpazarı Evlerinin strüktürü ya da daha doğru bulduğum bir ifadeyle, yapma/etme aklından gelen yapısal karmaşıklığı (giriftlik), müze yapısında kendini yeniden üretemiyor.

Cephedeki ağır ahşap elemanlar yapının kabuğunu kuran akıldan öte, yapının betonarme inşa mantığını gizleyen ve kendini nötr bir görünüm sunmakta. Dolayısıyla bölgenin ahşap (ağaç, odun) ile olan ilişkisine de biçimci bir kabulle yaklaşılmış. Dolayısıyla mimari eserlerin yüz yıllara sarih hislerimizde kurduğu atmosferik etkileri bu koşullarda tam da yerini bulamıyor. Mimarın benzer ahşap strüktür tasarımlarının birçoğunda ahşap elemanların kurucu öğe olarak kullanıldığını, Odunpazarı örneğimizde bu yaklaşımın sürdürülemediğini görüyoruz (ara not: iç mekan kurgusunda daha belirgin okunabiliyor). Yalnızca kurmak istediği çevre duyarlılığı açısından bakıldığında, ahşap elamanların aynı ritimde düzenlenmesi ile homojen yüzeylerin üretilmesi ve etrafındaki tescilli Odunpazarı evleri görüntüsüyle yarışmıyor, hatta görüntüyü zedelememek adına kendini fonda sürdürmeyi seçtiği hissediliyor. Yapının farklı kademelenmesi ile önünde ve arkasında yer alan tescilli Odunpazarı evleri ile görüntüde bir gabari (yapı yüksekliği) ilişkisi kurmaya çalıştığını ve fakat her ne kadar bu yöndeki tasarım kararı her ne kadar doğru bir ilişki gibi okunabilse de çevre yapılar üzerindeki ezici imgesini yitirdiğini söyleyemiyoruz. Bununla birlikte yapıyı tek başına kendi kütlesi ile değil onu sergileyen avlu/meydan zemin düzenlemesiyle birlikte daha okunur halde görebiliyoruz.

Bölgenin eğimli yapısına uygun ve fakat yine dışarıdan bir meydan imgesini direkt olarak ortama taşıyan, fakat ürettiği boşluğun kullanımı açısından da potansiyellere sahip bu zemin düzenlemesi, yapının görünürlüğü için kurgulanmış (da) diyebiliriz. Yapı fotoğraflarında bile bir fon olarak beliriyor zemin düzenlemesi. Meydanlaşma potansiyeli olan bu aralığın ana caddeden yapıya doğru çıkan merdiven/ rampa kombinasyonlu melez zemin örgütlenmesini de (daha önceden de farklı projelerde denenmiş) akılcı bir tercih olarak tanımlayabilirim. Aslında yapıya dair birçok imge/imgeler (ışık, doku, doluluk, boşluk vb.), etkileri önceden denenmiş malzeme ve bir araya gelişlerin aranjmanı olarak bizlere sunulmuş halde. Yapının iç mekanı ise dışarıdan doğru yöneltilen eleştirilerin aksine gerçekten ilgi uyandıran tasarım kararlarına sahip. Bu noktada bağlamdan koparıp biraz farklı bir mecra deneyimi yaşatabildiğini söyleyebilirim. Dışa bakan kadraj pencerelerinden Odunpazarı manzarasını da seyretmek cabası. Bu anlamda içerde güzel bir seyir ortamı hakim. Tabii çevresindeki metruk/ yıkık yapılar da müze deneyiminde çelişkili hisler yaratıyor. Aslında bir taraftan düşündüğümde bu dramatik ikilik kendini sinematografik bir biçimde izlettiriyor. Kullanıcı gözüyle bu ortamı deneyimlemek heyecan verici olabilir. Odunpazarı Modern Müze mimari niteliğiyle birlikte kentin kültür hayatı içerisinde (ve daha geniş çerçevede ülke genelinde) oluşturduğu kimliği gün geçtikçe daha da ön plana çıkmakta. Kentte yarattığı büyük sanat atağı ile kültürel hayata hızlıca bir giriş yaptığını söyleyebiliriz. Yalnızca müze olarak değil çevresinde geliştirdiği konser, film gösterimleri gibi etkinliklerle de Odunpazarı bölgesine yeni bir soluk kattı. Bu konu üzerine artık daha sıkı değinilmesi gereken meselenin ise marka değeri olan sanat ile kentin bağımsız sanat eylemliliği karşılaşması olduğunu düşünüyorum. Gelişmeleri birlikte göreceğiz…

*Landmark; bir bölgeye-kente mal olmuş ve simgeleşmiş olan yapılar ve/veya yapı gruplarıdır. Galata Kulesi, Boğaz Köprüsü, Odunpazarı Evleri birer “landmark”tır. Kentler uzun bir süredir bu simgeleriyle de anılmaktadır. Marka değeri oluşturmak için de güncel olanları da üretilmeye devam etmektedir.

İlgili Linkler:

https://awards.museumsandheritage.com/award-winners-2020/

https://omm.art/tr

https://kkaa.co.jp/