Tarihteki örneklerinden bilindiği üzere devletlerin güçlenerek varlığını sürdürmesi, bilimsel gelişmelere uyum sağlama yeteneği ile doğru orantılıdır. Çevre hukukunun istenilen özelliklere sahip olabilmesi ve milletin, ülkenin ve bir adım ötesinde dünyanın ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için, öncelikle akademik bir disiplin ve çalışma ortamına sahip olması gerektiği de açıktır. Bilimsel bilgi, araştırma ve çalışmalarla desteklenmeyen hukuk alanının, kendisinden beklenen yararı sağlayabilmesi mümkün olmayacaktır.

İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği tarafından hazırlanan “Özelleştirilmiş Termik Santraller Ve Çevre Mevzuatına Uyum Süreçleri” Konulu Raporuna Göre, belirli sektörlere veya tesislere esneklikler ve muafiyetler getirmek için çevre mevzuatında yapılacak her türlü değişiklik, çevre sorunlarını önleme ve azaltmaya yönelik yatırım yapanlar ile yapmayanlar arasında çok boyutlu adaletsizliklere sebep olmakta ve çevre kirliliğini arttırmaktadır.

Dünyanın termik santrallerden vazgeçtiği çağımızda; artık geri kalmış bir elektrik üretme biçimi olan termik santral projelerinin gerçekleştirilmesi yerine yenilenebilir enerji potansiyelimizi en iyi şekilde değerlendirerek ülke içinde enerji verimliliğini sağlamaya yönelik adımlar arttırılmalıdır. Özelleştirilen veya özelleştirme sürecinde olan kömürlü termik santrallerin kanun değişiklikleri aracılığıyla idari yaptırımlardan muafiyet kazanmaları yerine, çevre mevzuatına uyum sağlamaları gerekmektedir. 

2709 sayılı T.C. Anayasası Devlete, 44. maddesi ile "toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek...", 45. maddesi ile de "tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek..." görevlerini yüklemiştir. Anayasamızın 45. maddesinin gerekçesinde; Devlete tarım arazilerinin ve çayırlarla meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevi vermektedir. Bu ifade ile amaçlanan tarım arazilerinin endüstri ve şehirleşme sebebiyle yok edilmesinin önlenmesidir. Devlet, bu amaçla yasal düzenlemeler yapmalıdır' ifadesi yer almaktadır. Yine Anayasamızın 56. maddesinde yer alan; "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir" hükmü çevre hakkının anayasal temel ve önemini ortaya koymaktadır.

Tüm bu maddelerle birlikte Anayasanın mülkiyet hakkının kullanımını düzenleyen 35. maddesi, herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğunu belirttikten sonra, "mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz" demektedir. Bu sınırlama, her türlü mülkiyet için, dolayısıyla toprak mülkiyeti için de geçerlidir.

Türkiye, 2030 yılına gelmeden 2026 yılında ise toplam enerji üretiminin %20'sini güneş ve rüzgar enerjisinden karşılayabilecek güce sahiptir. (SHURA, 2018). SHURA'nın 2020 yılının son ayında yayımladığı yakın tarihli bir çalışmasına göre Türkiye'nin yerli kaynakları, kullanım, düşük maliyet ve düşük karbon salımı dikkate alınarak en iyi şekilde değerlendirildiğinde 2030 yılındaki toplam kurulu gücü ile elektrik tüketiminin yarısından fazlasının yenilenebilir enerjiden karşılanabileceği; 2030 yılına gelindiğinde 2019 yılındaki rüzgar ve güneş enerjisi bakımından toplam kurulu gücünün yaklaşık 3 katı gelişim göstererek 60.000MW seviyesinin üzerine ulaşılabileceği ortaya konulmuştur. Dolayısıyla ülkemiz özellikle kömürlü termik santraller olmak üzere termik santrallerden vazgeçmeli ve adil dönüşüm sürecini başlatmalıdır.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı'nın (IRENA) yaptığı analize göre (2021) Küresel yüzey sıcaklıklarındaki artışı 1.5°C'de sınırlandırmak için 2040 yılında kömür kullanımı bugünkü seviyenin çeyreğine düşmeli ve 2050 yılına gelindiğinde kömür kullanımından tamamen vazgeçilmiş olunmalıdır.

Çevre hukukunun temel ilkelerinden olan önleme ilkesi, çevresel bozulmaya ve ekolojik zarara neden olabilecek olumsuz olayları önlemekle ilgilidir. Türkiye’nin uygulamakla yükümlü olduğu ulusal bir çevre mevzuatı vardır.  Çevre mevzuatı, çevre sorunlarını en aza indirmek ve mümkün olduğunca bertarafını sağlamak için uyulması gereken bir dizi kural ve kriter içermektedir. Amacı ise “bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma doğrultusunda korunmasını” sağlamaktır. Kömürlü termik santrallerin de tıpkı diğer faaliyet ve tesisler gibi çevre mevzuatına uygun çalışması gerekir. Bu tesislerin çevre mevzuatına uyumu, halk sağlığı ve çevrenin korunması için olmazsa olmazdır.

2019 yılında çevre mevzuatında birçok değişiklik yapılmasına rağmen HEAL ve EBC öncülüğünde hazırlanmış rapora (2021) göre tesislerin salımları hala çok yüksek düzeydedir. Raporda 2019 yılında partikül madde bakımından Türkiye'nin en kirli kömürlü termik santrallerinin sırasıyla Seyitömer (10.455 ton), Tunçbilek (8.244 ton), Afşin Elbistan A (3.666 ton), Soma B (2.672 ton) ve Çayırhan (1.634 ton) termik santrali olduğu; Soma’nın 102.930 ton, Kangal’ın 98.288 ton, Seyitömer’in 93.258 ton, Afşin Elbistan-A’nın 70.232 ton, Tunçbilek’in 44.141 ton, Çayırhan’ın 18,142 ton, Yatağan’ın 10.146 ton, Kemerköy’ün 10.020 ton kükürtdioksit salımı yaptığı; Yatağan’ın 18.405 ton, Soma’nın 10.038 ton, Çayırhan’ın 9.319 ton, Kemerköy’ün 7,896 ton, Yeniköy’ün ise 6.214 ton azot oksit salımı yaptığı ifade edilmiştir (HEAL, 2021, s 17-19)

Temiz Hava Hakkı Platformu tarafından hazırlanan Kara Rapor'a göre (2020) ise 2020 yılının ilk günü faaliyeti durdurulan kömürlü termik santrallerin etkisiyle ve Mart ayında COVID-19 salgını ile ilgili alınan tedbirlerden kaynaklı olarak Kahramanmaraş, Kütahya ve Zonguldak illerinde hava kalitesi iyileşmiş fakat santrallerin tekrar faaliyeti geçmesiyle ve seyahat kısıtlamalarının kaldırılması sonucunda hareketliliğin tekrar artması nedeniyle Haziran 2020’de hava kirliliği tekrar artmaya başlamıştır.

İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği tarafından hazırlanan rapora göre, 13 özelleştirilmiş/özelleştirilmesi planlanan termik santralin çevre mevzuatına ve çevresel yatırımlarına dair durumunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı internet sitesinde güncel olarak, tüm detayları ile paylaşılmasının kamu vicdanı ve çevre sorunlarının azaltılması adına ivedi bir ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.