ALTAY YARATILIŞ DESTANI

Verbitskiy’in derlediği Altay mitolojisinde yaratılış, sonsuz sulardan çıkan Ak Ananın, sonsuz boşlukta uçan Bay-Ülgen’e yaratılış ilhamını vermesiyle başlar. Tanrı Ülgen sonsuz boşlukta uçarken bir ses duyar. Bu ses sulardan çıkan taşı tutmasını emreder. Sonra Ülgen bu taşın üzerine oturur. Ülgen şöyle der:

Bir dünya istiyorum bir soyla yaratayım,

Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım,

Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım…

Sulardan çıkan Ak Ana ona şöyle seslenir:

Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen,

Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren,

De ki hep, “Yaptım Oldu”

Başka bir şey söyleme,

Hele yaratır iken, “Yaptım Olmadı” deme...

Daha sonra Ülgen ağzından çıkan sözcükler ile yeri ve göğü yaratır. Aşağı sulara bakar, “Yaratılsın Yer” der. Bu şekilde Sulardan toprak çıkar ve yer yaratılır. Sonra yukarı bakar ve “Yaratılsın Gök” der. Sonra Gök bezenir.

Ak Ana (Ay)

Sonsuz sulardan çıkıp, Ülgen’e yaratma emrini veren ve tekrar sulara dönen tanrıça ak anadır. Altay Türklerinin inancına göre, ışıktan bir kadın hayali şeklindedir. Ülgen ilk yaratılış ilhamını Ak anadan alır ve dünyaya destek olması için üç tane de balık yaratır. Türk mitolojik görüşlerine göre Ak ana boynuzlu olarak betimlenir. Eski çağlarda ana tanrıça heykelcikleri de boynuzlu olarak simgelenmiştir. Moğol kızları evlenirken saçlarını boynuz gibi yaparlar. Tibetlilerinde evlilik törenlerinde yaptığı bu süs, Hoffmann-Heyden’a göre sembolik olarak rahmi ve doğurganlığı ifade eder. Eberhard Türk kavimlerinde kadınların baş ziyneti olarak boynuz taktığını beyan etmiştir.

Ak‘lık tanrıçalara özgü bir renk sembolüdür ve cennette oturan tanrıçalara “aktu” yani “aklılar” denir. Bunlar göğün üçüncü katında oturur. Türk mantık sistemine göre “ak” batının, Ay ve Venüs’ün yerleştirildiği konumdadır. Ay, ana tanrıça arketipinin göksel karşılığıdır. Ak ananın Ülgen’e yaratma emrini verip tekrar sulara gömülmesi, Ay ve Ayın döngüleri ile ilişkilendirilebilir. Türklerin, bir ışın demeti veya Ay ışığı aracılığıyla doğduğunu söyleyen şaman gelenekleri mevcuttur. Dolunay şaman mitolojisinde, güçlü şamanların atası sayılmıştır. Ay sözcüğü ya da ay-fiili, yaratmak ve türetmek anlamına gelir. Ay ile ilintili Asya mitolojilerinde, Ay doğurgan dişi olarak gösterilir. Jung’a göre de mitolojilerde ki “Ana Tanrıça” arketipinin göksel karşılığı Ay ve Venüs’tür. Bunlar bilinç dışında oluşan “Anne Arketipi”nin türevleridir. Eliade’ya göre; En eski dönemlerden bu yana Ay, kadın, sular, yağmur, bolluk, bereket, doğurganlık ve dölleyicilik unsurlarıyla birlikte anıla gelmiştir. Bu düşüncelere bağlı olarak gelişen pek çok sembol de ay ile bağlantılıdır. Su, yılan, spiral, balık, boynuzlar, deniz kabuğu, vb. simgeler aynı zamanda Ay’dır.   Su, Ay, Kadın üçlüsü hem evrenin hem de insanın üretkenliğinin yörüngesini biçimlendirir. Kadın, Su, Balık yapısal olarak tüm kozmik düzlemlerde aynı doğurganlık simgelerini paylaşırlar. Su öteki elementler arasında onu tercih eden kutsal ruhun ikametidir. Canlı varlıkları yaratma emrini ilk alan sudur. Hayatta olan her şeyi yaratan da sudur. Su tanrıçaları sulardan doğarlar. Psikanalitik yaklaşıma göre, balık, boynuzlar ve su ana tanrıça arketipinin türevleridir ve göksel karşılığı Ay’dır.

Tanrıça Umay

Altay Türklerine ait mitolojide “İnsanlar türediği zaman, Umay Anamızla birlikte, iki kayın ağacı da yere inmiştir” denir.Türk mitolojisinde büyük önem taşıyan ve gökyüzünden indiği söylenen, Kayın Ağacı, Hayat Ağacı ile özdeşleştirilir.  İki ağaç olarak vurgulanması Uygur türeyiş mitlerini çağrıştırır. Uygurların atası sayılan beş çocuğun anası ve atası bu iki ağaçtır. Ağaçtan türeme, mitlerde çok geçen bir motiftir. Ağaç Ana Tanrıça arketipinin görünümlerindendir ve dişil bir semboldür. Ağaçlar ruhların gelip gittiği kozmik bir yol olarak görülür. Türk ikonografisinde Hayat Ağacı, Hayat Suyu ve Ruh Kuşları daima birlikte tasvir edilir. Umay ana yeryüzüne kanatlı bir kuş kılığında iner. Bu kuşa Hüma Kuşu adı verilir ve Ruh Kuşları ile de bağlantılıdır. Hüma Kuşu “Devlet Kuşu” olarak da bilinir. Türk sanatında özellikle Selçuklu seramik sanatında kadın başlı Harpyler, Hüma kuşu olarak yorumlanır.  

Tanrıça Umay ananın görüntüsü şu şekildedir. Başında üç dilimli bir tacı ve elinde tuttuğu bir kase-kadeh vardır. Bazı kaynaklarda üç boynuzlu olarak da bilinir. Kuş kanatlarına sahiptir. Orta Asya da bazı arkeolojik buluntulardan anlaşıldığına göre, Umay ana, beyaz saçlı ve beyaz giyimli olarak, insanbiçimci bir görünüm sergilemektedir. Kuş kılığında kanatlı bir kadın görüntüsü de vermektedir. Altay Türkleri onu göklerden inen gümüş saçlı, güzel yüzlü bir kadın olarak düşünmüşlerdir. Su kuşları özellikle Kaz ve Korday (Kuğu), kut ve beylik işareti idi. Devlet Kuşu tabiri de bu anlamda kullanılmış olabilir. Alp Er Tonga’nın kızının adı Kaz’dı.  “Kaz” kelimesine yüklenen dişil özellik bağlamında “Kız” kelimesi ile benzerlik göstermesi, iki kelimenin birbirinden türediğini gösterir. Elinde tuttuğu kasenin içinde Hayat Suyu ya da Can Suyu düşüncesi ile bağlantılı süt vardır. Tanrıça Umay Hayat Ağacından yeryüzüne iner ve Süt Ak Göl’den getirdiği sütü yeni doğan bebeğin ağzına damlatılır. Umay bu şeklide bebeklere ruh ve can verir. Umay, kadın ve çocuklarla ilgili bir tanrıçadır ve çocukları, kadınları, hayvan yavrularını korur. Umay Ana ve Hüma kuşu ile bağlantılı kadeh ikonografisi Selçuklu ve Memluklu eserlerinde de devam etmiştir.

Venüs, sabah yıldızı olarak doğduğunda savaşı, akşam yıldızı olarak doğduğunda aşk ve sevgiyi temsil eder. Hem Eril-Savaşçı hem de Dişil-Aşk Tanrıçasıdır. Türk anlatılarında Tan Yıldızı ya da Tan Çolpanı olarak geçer. Ayrıca Kanlı Yıldız olarak bilinir. Tan vakti doğduğunda, diğer yıldızları kılıcı ile öldüren bir savaşçı Alp olarak görülür. Doğmayaydın Kanlı Yıldız-Kervan Kıran Yıldızı sözleri ile uğruna Türküler "Yakılan" yıldız, Venüstür. Venüs Türklerde Alp Yıldızı olarak bilinir. Akşam Yıldızı olarak doğduğunda dünyaya Aşk ve Sevgi, fakat Sabah Yıldızı olarak doğduğunda kılıcı ile tüm yıldızları öldüren savaşçı olarak görülür. Felaket ve Savaş getirir. Türkülerimizde "Kervan Kıran Yıldızı" ya da "Kanlı Yıldız" olarak ismi geçer. Sabah Yıldızı olarak doğduğunda güçlü kuvvetli anlamında ERKLİG adını da alır, fakat savaşçı ve kötücüldür.

Türklerde, Venüs'ün diğer adı güçlü kuvvetli savaşçı anlamına gelen Erklig'dir ve Alplik simgesidir. Bu nedenle Alpler savaşa gitmeden önce Umay ananın koruyucu gücüne ihtiyaç duyarlar. Savaşa gitmeden önce zafer için ona dua ederler. Ayrıca Erklig gibi ölüm ve ötesi ile de alakası vardır. Tanrıça Umay hem doğum hem de ölüm ile ilişkilendirilir. Göktürk döneminde yapılan kaya resimlerinde, Alp’ların Tanrıça Umay’ın makamında Ant Kadehi ile hayat suyu (şarap-rakı) içtikleri görülür. Bazı Türk topluluklarında ölüm meleği olarak görülür ve defin töreninden sonra Umay anaya rakı saçısı yapılır.

Ötügen-Yer Tanrıçası

Roux’a göre, Etügen / İtügen yer tanrıçasına verilen bir isimdir. Seyidov’a göre de itügen, devleti ve hakîmiyeti koruyan bir ilahedir. Cengiz han Ötügen’e “İtügen Anamız” der. Pelliot’a göre “El Ötüken Kutı” ifadesi, “Devletin Yer Tanrıçası” demekti. Göktürk kağanları Ötüken’de otururdu. Ayrıca bazı araştırmacılar, bir şaman ismi olan “Utagan” kelimesinden türediğini ve bu kelimenin Türkçe “döl yatağı” anlamına geldiğini söyler. İtügen, hayvanları ve toprak ile ilgili tüm ürünleri koruyan bir tanrıçadır. Aslında yer tanrıçası ile doğum ve üretim arasındaki bağ neredeyse evrenseldir.Toprak ana 8 köşeli veya dört köşeli bir kadın ruhu olarak düşünülmüştür. Yakut Türklerine göre, yeryüzünün ortası “yer ananın sarı göbeği” ya da “yer ananın gümüş göbeği” olarak tasvir edilir. Türklerde Satürn gezegeni toprak yultuz olarak bilinir ve sarı rengi yer ananın göbeği sayılan dünyanın merkezini sembolize eder. Jung’a göre dişil olarak düşünülen toprak ana “ana tanrıça arketipidir” ve dört köşeyle temsil edilir. Yer ana (Ana tanrıça), dört yön ile bağlantılı, dört unsur, dört renk, dört kapı ile simgelenir.

Kutsal yer-gök çifti, evrensel mitolojinin ana temalarından biridir. Pek çok mitolojide gök yüce tanrı, yer de onun eşi olarak tasvir edilir. Yer ana, sularıyla, dağlarıyla, ağaçlarıyla bir bütündür ve her şeyin anasıdır. Ölen insanlar yeryüzü ananın bağrına geri dönüp yeniden doğabilirler. Yer, kozmik üretkenlik tanrıçasıdır. Ana tanrıçalar yabanıl hayvanlarında sahibesidir. Şamanlar dualarında doğrudan doğruya dağın kendisine ibadet ederler ve onu canlı ve her şeyi duyan bir varlık olarak tanırlar. Buyatlar yer tanrısını “gri saçlı yaşlı bir adam” olarak düşünürler. Kumandinler’e göre dağ ruhu, müzik yapan sarı saçlı bir kızdır.

Kübey Hatun-Ağaç Tanrıçası

Yakut şamanların özel ritüellerini gerçekleştirdikleri ağaçları vardır. Kayın ağacı ve Karaçam özel ağaçlardır. Fakat şamanların ağaçlarına Turu Ağacı denir. Uygur türeyiş mitlerindeki iki ağaçtan birinin adı da Tur’dur ve bu ağaçla benzerlik gösterir. Şaman adayı olan gençler için hemen bir ağaç dikilirdi. Ağaç büyüdükçe Şamanın rütbesi de artardı. Şaman öldüğünde ise bu ağaç da ölürdü. Şamanlar esrimeli gökyüzü yolculuklarını bu ağaçlar ile yapar. Şaman ağaçları kozmik bir yol olarak görülür ve 7 ya da 9 kollu olduğu varsayılır. Bunlar gök katlarının sayısı kadardır. Ağaçların tepesinde Tanrının kapısı sayılan Kutup Yıldızı vardır.

Türk mitlerinde çoğunlukla ağaç, ışık temasıyla ilişkilendirilir. Şaman dualarında ağaç, altın yapraklı, yetmiş yapraklı mübarek kayın olarak anılır. Kübey hatun yani doğum tanrıçası da bu kayın ağacının içinde yaşar. Yakut mitlerindeki Kübey Hatun doğum ile ilişkilidir ve ağaç tanrıçası olarak görülür. Yakut mitlerinde ilk insan olan Er-Sogotoh’u, onun doğurduğu söylenir. Atası Ürüng Ayığ Toyon’dur. Er-Sogotoh’un gökyüzünde doğduğu söylenir. Hayat Ağacının ve Hayat Suyunun göksel izdüşümü samanyoludur ve Türkler samanyoluna “Süt Ak Göl” ya da “Kuş Yolu” adını verir. Er Sogotoh destanında da Hayat Ağacı, Ruh Kuşları ve Süt Denizi, motifleri görülür. Mitolojinin bazı versiyonlarında Hayat Ağacı’nın adı “Hakan Ağaç” olarak geçse de Er-Sogotoh ona Ağaç Hatun diye hitap eder. Bu ağacın 9 göğü delip geçtiği ve köklerinden ölümsüzlük veren Hayat Suyunun aktığı söylenir.

Kübey Hatunun göğüslerinden hayat suyu düşüncesi ile bağlantılı süt akar. Alt tarafı ağaç kökleri gibidir. Ağaç Ana Tanrıça arketipinin türevlerindendir. Ağaç kovukları kadının rahmini sembolize eder. Yakut mitlerindeki yaratılan ilk insan ve kahraman Er-Sogotoh’un diğer adı Ak-Oğlan’dır. Dokuz Oğuzlar ile ilgili mitolojide gece gökten bir ışık Huş Ağacı ve Çam Ağacı üzerine iner ve dokuz oğuzlar bu şekilde türer. Eliade’ya göre; Ay ışığı ve ışık dölleyici unsurlardır. Ağaç ve ağaç kovukları ise anne rahmini sembolize eder. Türklerde Çam ağacı dişil bir arketiptir. Altay Türklerinde özellikle kayın ağacı kutsaldır ve çok güzel bir genç kız olarak tasvir edilir. Adına kurban kesilir. Türklerde Ardıç ağacı tütsüsü kötü ruhları evden kovar.

Ulu tanrıçayla ya da su simgeciliğiyle (hayat suyu) ilişkili olan ve ölümsüzlük kaynağıyla (hayat ağacı) özdeşleştirilen, tükenmez bereketin, mutlak gerçekliğin ve yaşamın simgesi olan ağaç, Türk mitlerinde de aynı özellik ve işlevlere sahiptir. Ağaç yaşam ve ölüm döngülerine boyun eğen, yaşamını sürekli yenileyen dinamik bir yapıya sahiptir. Eliade’ya göre ağaç, kozmosun simgesidir ve dinsel bir nesnedir. Kutsal özellikleriyle tanrısal bir hiyerofanidir. Sürekli ölür ve yeniden dirilir. Kozmosta, bir ağaç biçiminde tecelli eden tanrıça, aynı zamanda yeniden doğuşun ve ölümsüz hayatın kaynağıdır. Ulu tanrıça, yaradılışın tükenmez kaynağının kişileştirmesidir.

Ürüng Ayıgsıt (Ayızıt-Aysıt)

Yakut mitlerinde Ana Tanrıça karakteri ise Ürüng Ayıgsıt’tır. Ak Yaratıcı Kadın ya da Parlak Ak Tanrıça.  Bu Tanrıçalar daima Hayat Ağaçları ile birlikte anılırlar. Ayıgsıt da Hayat Ağacı ile bağlantılıdır ve yeni doğan bebeklere can-ruh verir. Ayızıt bir güzellik tanrıçasıdır ve yaratıcı kadın demektir. Ayızıt adı Yayuçi adıyla aynı köktendir. Yakut Türklerine göre, Ayızıt yazın ve kışın güneşin doğduğu ve battığı yerdedir ve üçüncü kat gökte oturur. Bu tanımlamalar, göksel küre Venüs’ü anımsatır. Venüs çoğu zaman, Güneş battıktan az sonra batıda ya da Güneş doğmadan az önce doğuda görünür. Bu nedenle Venüs’e “Akşam Yıldızı”, “Sabah Yıldızı” adları verilir. Şaman davullarında Güneş, Ay çizimlerinin iki yanında, Tan Yıldızı ve Akşam Yıldızı olarak Venüs’ün ikonografisi de yer alır.

Ayzıt güzelliğin sembolüdür. Bu anlamda Sümer ve Yunan mitlerindeki İştar ve Afrodit’e (Venüs) benzer. Süt gölünden getirdiği damlayı çocuğun ağzına damlatır ve çocuğa ruh verir. İnsan yavrularını, kadınları, hayvanları ve hayvan yavrularını korur. Simgesi, kuğu kuşlarıdır. Ayısıt’ı simgeleyen kuğular kutsal sayılır ve dokunulmaz. Yakut söylencelerinde kuğu aslında kutsal bir kızdır. Bu kız kuğunun beyaz tülünü üzerine giyince kuğu, çıkarınca kız olur. Dede Korkut destanında adı geçen Tülü Kuş, Kuğu (Kuğu Tülü) olabilir. Ayızıt gökten gümüş tüylü bir kısrak suretinde iner. Yele ve kuyruklarını kanat gibi kullanır. Ayzıt şaman dualarında şöyle tarif edilir. “Başında ak gökten ak bir kalpak, çıplak omuzlarında ak gökten bir atkı, baldırına kadar siyah bir çizme. Bu şekilde bir kayaya yaslanarak uyumuştur veya ormanda dolaşmaktadır.” Ayızıt’ın sarayının kapısında ellerinde gümüş bakraçlar olan yasakçıları vardır. Yazın şamanlar ak elbise, kışın kara elbise giyerek Ayızıt bayramını kutlarlar. Eliade’ya göre yasakçıların ellerinde gümüş kamçıları vardır ve kötü insanları içeri almazlar. Yakut kadınları Ayızıt’a plesenta anlamına gelen “son” derler. Bu sonu gömmek için yapılan ayinlerdeki tasvirlerden biri sıgun geyik tasvirleridir. Yakutlarda Ayızıt dişi bir tanrıçadır ve onu Kotun (hatun) diye, anarlar. En eski mitlerde Ürüng Ayıg Toyonun karısıdır. Geyik muhtemelen Ana Tanrıça arketipinin görünümlerinden yani Tanrıça Ayızıt’ın hayvan avatarıdır.

Od Ana (Ateş Annesi-Ateş Tanrıçası)

Prototürk kabul edilen Chou’lar Ocak Tanrıçasını kızıl giymiş, topuzlu güzel bir kadın olarak düşünmüşlerdir. Ocak tanrıçası dişi bir varlıktır. Yakut Türkleri ocak yaparken sekiz kenarlı ana-hatundan izin alırlar. Altay Şamanları dualarında atamızın yaktığı üç ateş, anamızın gömdüğü üç taş ocak diye dua ederler. Ateş tanrısı ve ocak tanrıçasına dua ederken “üç” sözü sürekli tekrar edilir. Üç sayısı eril bir sayıdır ama ucu yukarıya bakan üçgen, ateş unsurunu ve erilliği ifade ederken, aşağı dönük üçgen, dişil unsuru ve ocağı sembolize eder.

Altaylılar Kız Ana dedikler Ateş tanrıçasını, beyaz, güzel bir kız gibi tasvir ederler. Yakut Türkleri ateş tanrıçasını ak saçlı bir kadın olarak görürler. Buryatlar ise, kırmızılar giymiş yaşlı bir kadın olarak veya ateşin yalımıyla dalgalanan yeşil veya kırmızı ipekten kaftan giymiş bir kadın olarak da düşünmüşlerdir. Bir başka şaman duasında da şöyle tasvir edilir. “sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun! Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun”.

Ocak ruhu dişildir. Evin tam ortası “evin kalbi”dir ve ocak yeri buradadır. Orta Asya da Hunlara ait, üç ayaklı ve kutlu kabul edilen kazanlar bulunmuştur. Yakutlara göre ilk ocağı Ülgen’in üç kızı yakmıştır. Yakutlar ateş tanrısını ‘aksakallı ateş babam’ diye adlandırırlar. Yakutlarda ateş tanrıları yedi kardeştir. Ateş tanrısı bazen Aksakallı koca, bazen de gök renkli güzel bir kız olarak tasvir edilir. Türk Uygur kağanlar ateş ayini yaptıkları yere “Ott mantal” adı verilir. Üç köşeli olan “Ott Mantal” kainat simgesi olan Otağ’ın ortasında duran, boy ve soy birliğini temsil eden üç ayaklı taşınır Oçok olarak kabul edilir. Mantal ayin yapılan yer anlamına gelen Manadala kelimesinden gelir. Ateş, insanı ruha dönüştürür. Cesetlerin yakılması onların ruhunun duman ile birlikte göğe uçtuğu inancı vardır. Bu yüzde şamanlar ve demirciler ateşin efendisidir. Ateşe egemen olmak, ruha egemen olmak demektir.

Göktürk Mitolojisinde Geyik Tanrıça

Göktürklerle ilgili bir mitolojide Göktürklerin atalarından birinin (ki ataları kurttur) bir mağarada, ak geyik kılığına giren bir deniz tanrıçası ile ilişkisi olduğu anlatılır. Göktürkler nesillerinin kurttan geldiğini söylemekle beraber efsanelerinde dişi geyikte rol oynar. Dişi geyik bir ilahedir ve vücudundaki lekeler yıldız işaretleri olarak görülür. Dişi geyik eski Hun anlatılarında yol gösterici rolü oynar. Su unsuruna bağlı geyik ve geyik başlı ejder düşüncesi göçebe Türk ve Uygur Budist ikonografisinde de vardır. Türklerde Ak Geyik Su Tanrıçasıdır.

Al Karısı-Al Bastı

Bazı edebi metinlerde çirkin, saçları dağınık, avurtları çökmüş, güçlü kuvvetli ve uzun boylu olarak tasvir edilir. Bazı mitolojik metinlerde ise dünyadaki en güzel kadından bin kat daha güzel olduğu anlatılır. Kazaklarda “cadı kadın”, “küpe giren karı” anlamında kullanılır. Baş albastı, iri gözlere sahip, baştan aşağı demir giyimli ve erkektir. Ulu ana yani ana tanrıça arketipinin olumsuz türevidir. Kazak metinlerinde alnında tek gözü olan, iğrenç görünüşlü bir mahluk olarak tasvir edilir. Albastı, Al karısı, genellikle kırmızı siyah uzun elbise giyer. En çok sevdiği şey atların yelesini örmektir. Onu yakalamak için elbisesinin yakasına bir iğne saplamak gerekir. Loğusalara musallat olan bu kötü ruh, al karısı, albastı, albis, almis, adlarıyla da anılır. Albastı iki surette görülür. Sarı albastı ve kara albastı. Sarı albastı sarışın bir kadın suretindedir. Bazen keçi ve tilki suretine de girer. Kara albastı daha ağırbaşlı, ciddi, sarı albastı hoppa ve şarlatandır.

Demirden ve kırmızı renkten korkar. Ahırlara girip at yelesi örmekten hoşlanır. Al ruhu, dizlerine kadar sallanan göğüslerini, omuzlarının üstünden geriye atan, karışık saçlı, acayip görünüşlü bir kadın olarak da düşünülür. Şorların mitolojik inançlarına göre, Albastı su sahibinin adını bildirir. Özbekler su perilerine Su Alvastisi adını verir.  Kızıl uzun saçlı olan su anasının kızıl renkli bir tarağı vardır. Türk halk inanışlarına göre, Al ruhunun gücü, uzun sarı saçlarındadır. Yakutlar kötü ruhlara Abası der. Abakı ise korkuluklara verilen isimdir ve yine kötücül ruhlar ile bağlantısı vardır. İnsana musallat olan ve hastalık getiren, Körmös adı verilen kötü ruhlar da vardır. Türk anlatı ve ikonografisindeki, cadı, cazu, cazı gibi karakterler Al Karısı arketipinin türevleridir.  Jung, çeşitli kültür çevrelerinde oluşan mitolojilerde ki “Ana Tanrıça” arketiplerinin göksel karşılığı olarak Ay ve Venüs’ü (Anima) gösterir. Bunlar bilinç dışında oluşan “Anne Arketipi”nin türevleridir. Bilinç dışında “Büyük Ana” konumuna yükseldikten sonra, imgenin zıt özellikleri ayrışır. Yani aydınlık bir Tanrıça (iyi peri) ve karanlık bir Tanrıça (kötü peri). Campbell’a göre, Venüs’ün güneş ile kavuşum yapması onu cehennem cadısına çevirir. Eliade’ya göre mitolojilerdeki simgeler, tanrı ve tanrıça arketipleri, kozmolojik ve gezegensel döngülerin insan beynine yaptığı etkilerden dolayı ortaya çıkar.