‘Kuru bir toprağa su döküldüğü zaman hem suyun hem de kuru toprağın ortadan kaybolması gibiydi; aç bir ordunun zengin, boş bir şehre girmesiyle hem ordu hem zengin şehir ortadan kalktı; geriye çamur kaldı, yangınlar ve yağmacılık kaldı.’

(s. II./427)

***

Savaşla ilgili kitaplardan söz ederken ilk akla gelen, ‘Lev Nikolayeviç Tolstoy’ olur herhalde.

Tolstoy deyince de ilk akla gelen, dünya edebiyatına sihirli bir ışıltı olarak sunduğu  ‘Savaş ve Barış’ adlı eseri gelir.

O’nun için ‘mürekkep hokkasına vücudundan etler bırakarak yazar’ denmesi boşuna değildir.

Adını dünya edebiyatına imza olarak bırakan yazarlardan biridir Tolstoy.

***

Savaş ve Barış, klasik romanın şahikası olma unvanını sonuna kadar hak eden bir eser. Tüm klasik eserler gibi belli bir zamanda, belli bir mekânda yaşananları anlatsa da, dünyaya ve çağlar ötesine seslenecek kadar evrenselleşmiş; yaklaşık 250 yıldır milyonlarca edebiyatseverin, sayfalarına bıraktıkları ruhlarıyla çınarlaşmıştır.

‘Savaş ve Barış’, insanı yaşadığı ortamdan alıp bambaşka topraklarda gezintiye çıkaran, detaylarında kaybolunacak panoramik bir tablo gibidir.

İki ciltte toplam 1800 sayfalık hacmi nedeniyle okuyanı az sanılsa da, aslında adını duymayan/bilmeyen yoktur.

Yüzyıllar içinde filmlere, dizilere, resimlere, bestelere kaynaklık etmiş, milyonlarca okuyucuya ulaşmıştır.

***

Roman, yaşanan toplumsal değişimi; Napolyon’un sonu hüsranla biten Rusya seferi içinde, savaş meydanlarını, sahte ışıltılı burjuva salonlarını dekor/mekân edinerek; savaşın ölüm kokusuyla ve hemen yanı başında yaşanan aşk hikâyeleriyle gözler önüne sermektedir.

Ayrıca tarihçilerin genelde göz ardı ettiği gündelik uğraşlar, bilindik tarihi olaylar içerisine sindirilerek kurgusal karakterlerle zenginleştirilmiştir.

Birinci ciltte sosyete ortamının aşk dolu dünyasında dolaşılırken, ikinci ciltte savaş iliklere kadar hissedilir.

Olaylar; bazen bir askerin, bazen bir aristokratın ağzından; orada yaşıyormuşçasına anlatılır.

***

Kurgu; Behuzov, Bolkonsky, Rostov aile bireylerinin savaş nedeniyle yaşadıkları; dönemin kültürel, sosyal ve siyasi yapısı içinde karşılaştıkları zorluklar üzerinedir.

Onlarca karakterle karşılaşılsa da, gerçekte olayların etrafında şekillendiği belli sayıda kişiyle tanış olunur.

Piyer, Anrey, Rostov, Nataşa, Marya, Elen, Denisov, Kutuzov…

Okurken, kişilerin 2-3 isimle anılması karışıklığa neden olsa da; hepsi olması gerektiği gibi gerçektirler; insandırlar yani. Hiçbiri için iyi ya da kötü sıfatı kullanılamaz. Genelde ölüm korkusu, hayatta kalma güdüsüyle boşlukta savrularak hayatın anlamını ararken insani taraflarını yansıtan karakterlerdir.

Tıpkı çarenin kalbindeki merhamet duygusunda saklı olduğunu bilmeden; din, içki, kumar, kadın ya da savaş gibi tutunacak dal arayan çağımız insanları gibidirler. Aşk, dostluk, nefret duygularıyla dinsel ve ruhsal arayışlarını dönemin kültürüne uygun olarak harmanlayarak insanca yaşamaya çalıştıkları görülmektedir.

Okuyucuyu da acılı ölümleriyle üzmekte, şaşaalı ve şımarık tavırlarıyla sinirlendirmekte, el ele verdiklerinde ise gülümsetmektedirler.

***

Hem Fransızca, hem de Rusça konuşmalar içermesi, okurun Türkçe karşılığı için dipnotlara göz atma zorunluluğu bir handikap oluştursa da; Fransızca kullanmanın, o tarihlerde birçok ülkede olduğu gibi Rusya’da da ayrıcalık sayıldığı gerçeği, bu yaklaşıma anlayışla bakmamıza neden olur.

Akıcı bir kalemle yazılan eser, bırakın o günü, bugüne dair birçok soruya cevap verecek niteliğiyle sıkılmadan okunabilmektedir.

Roman bir tarih anlatımı yaparken, insan ruhunda oluşan gelgitlere yönelerek toplumsal psikoloji ve sosyolojiye de sırtını yaslayabilmiştir. İşte bu yapısı nedeniyle ‘Savaş ve Barış’ için tam olarak tarihi bir kitaptır, romandır veya felsefi bir eserdir deme imkânı yoktur.

Belki tarih, aşk ve felsefeyi birlikte taşıyan, ‘üçü bir arada bir romandır’ diyebiliriz.

Okurken, yazarın uzun ve karışık bir labirentin farklı galerilerinde gezinircesine oradan oraya atlamalar yapan anlatım özelliği sıkıcı gelebilir.

O nedenle istikrarlı ve sabırlı olmakta yarar vardır.

***

‘Alıştığımız yolun dışına çıktığımız zaman, her şeyimizi kaybettiğimizi düşünürüz; ama yeni ve iyi şey ancak o zaman başlayabilir.’ (s. II/746)